Kör adam..
Doğup büyüdüğüm kenti sanki bir yabancıymışcasına yabancı gözlerle gezmek.
Sevdiğim yerlerden biridir Kadıköy Salı Pazarı, antikacılar.
Tıpkı Eminönü Mısır Çarşısı, Tahtakale, Beşiktaş Çarşı gibi.
Denize varan bedestenleri severim.
Kadıköy Boğa’dan vurdum rıhtıma doğru, sokaklara girip çıkıyorum, caddede bir kör adama rast geldim.
Kendi başına temkinli yürüyordu. Beyaz bastonu vardı.
Beyaz bastonu o kalabalıkta hiç kimseye çarpmıyordu, hiç kimse de ona değmiyordu.
O kalabalığın içinde tek başındaydı sanki ve sanki kalabalık yoktu onun için.
Oysa ki belki de kalabalığı hissetmek istiyordu.
Belki de birileriyle çarpışmak için çıkmıştı sokağa.
Bizler, görüyoruz ya hani, kaç kişiyle çarpışıyoruz sokakta farkında bile değiliz. Dikkat etmiyoruz etrafımıza ve küt küt çarpışıyoruz ve “Özür dilerim” diyerek ayrılıyoruz bu kısa süreli, anlık ahbaplıktan.
Bazen de kızıp “Önüne baksana, kör müsün” diye öfkeleniyoruz.
Oysa kör olan kimseye, kimse de kör olana çarpmıyor.
Bizler sokakta çarpışarak, hiç tanımadığımız insanlarla anlık iletişimler kuruyoruz günlük hayatımızda.
Kör adam çarpışmak istiyordu belki de. Hiç tanımadığı bir ses duymak, birine dokunmak, bir temas peşindeydi belki de.
Ama çevreden gelen ihtimam bunu engelliyordu.
O görme engelliydi ve bizler onun bu engelini ‘İhtimam’ la vaftiz edip temas engeline çeviriyorduk.
Evinde bunalmış “Soka çıkayım da bir kaç insan göreyim” diyen insanlardandı.
Lakin görmüyordu. Gayesi birilerinin, kendinden ve varsa evdeki bir kaç kişiden başka birilerinin varlığını hissetmekti.
Çarpışmak ve temas kurmaktı. Sıradanlaşmaktı.
Ama kimse ona çarpmayarak yalnızlığını katlıyordu.
Nereden mi biliyorum bunları?
Anlatayım.
Bir süre peşinden rıhtıma doğru birlikte aktık.
Merak tecessüs içinde takip etmiyordum, yolumuz aynıydı yalnızca. İsteksizce yani. Farkında değildim hiç bir şeyin.
Bir ara, iki adım önümde durdu, karşıya geçecek gibiydi, tabii bir refleksle koluna girdim, “geçmenize yardım edeyim” dedim.
“Karşıya geçmeyeceğim ki” dedi.
“Siz durunca sandım ki...” dedim.
“Yok” dedi, “Kaldırım kalabalık olmasına rağmen kimse çarpmadı ve özür dilemedi, yalnızlıktan ve ihtimamdan sıkıldım” dedi.
Özür diledim. Uzaklaşırken “teşekkür ederim Cem Bey” dedi.
Kalabalığa karışmak, hemhal olmak istemişti insanlarla. Ama beyaz bastonu gören uzaklaşıyordu iyilik yaptığını sanarak ve o da beyaz bastonu olmadan güvende hissetmiyordu.
Bu yüzden yalnız ve hepimizinkinden farklı, başka bir dünyada yapayalnız yaşıyordu.
Hepimizin beyaz bastonları yok mu aslında.
Kendimize Güvenli alanlar yaratıyoruz ve kimse kimseye değmiyor.
Bastonlar çarpışıyor yalnızca.
Sevdiğim yerlerden biridir Kadıköy Salı Pazarı, antikacılar.
Tıpkı Eminönü Mısır Çarşısı, Tahtakale, Beşiktaş Çarşı gibi.
Denize varan bedestenleri severim.
Kadıköy Boğa’dan vurdum rıhtıma doğru, sokaklara girip çıkıyorum, caddede bir kör adama rast geldim.
Kendi başına temkinli yürüyordu. Beyaz bastonu vardı.
Beyaz bastonu o kalabalıkta hiç kimseye çarpmıyordu, hiç kimse de ona değmiyordu.
O kalabalığın içinde tek başındaydı sanki ve sanki kalabalık yoktu onun için.
Oysa ki belki de kalabalığı hissetmek istiyordu.
Belki de birileriyle çarpışmak için çıkmıştı sokağa.
Bizler, görüyoruz ya hani, kaç kişiyle çarpışıyoruz sokakta farkında bile değiliz. Dikkat etmiyoruz etrafımıza ve küt küt çarpışıyoruz ve “Özür dilerim” diyerek ayrılıyoruz bu kısa süreli, anlık ahbaplıktan.
Bazen de kızıp “Önüne baksana, kör müsün” diye öfkeleniyoruz.
Oysa kör olan kimseye, kimse de kör olana çarpmıyor.
Bizler sokakta çarpışarak, hiç tanımadığımız insanlarla anlık iletişimler kuruyoruz günlük hayatımızda.
Kör adam çarpışmak istiyordu belki de. Hiç tanımadığı bir ses duymak, birine dokunmak, bir temas peşindeydi belki de.
Ama çevreden gelen ihtimam bunu engelliyordu.
O görme engelliydi ve bizler onun bu engelini ‘İhtimam’ la vaftiz edip temas engeline çeviriyorduk.
Evinde bunalmış “Soka çıkayım da bir kaç insan göreyim” diyen insanlardandı.
Lakin görmüyordu. Gayesi birilerinin, kendinden ve varsa evdeki bir kaç kişiden başka birilerinin varlığını hissetmekti.
Çarpışmak ve temas kurmaktı. Sıradanlaşmaktı.
Ama kimse ona çarpmayarak yalnızlığını katlıyordu.
Nereden mi biliyorum bunları?
Anlatayım.
Bir süre peşinden rıhtıma doğru birlikte aktık.
Merak tecessüs içinde takip etmiyordum, yolumuz aynıydı yalnızca. İsteksizce yani. Farkında değildim hiç bir şeyin.
Bir ara, iki adım önümde durdu, karşıya geçecek gibiydi, tabii bir refleksle koluna girdim, “geçmenize yardım edeyim” dedim.
“Karşıya geçmeyeceğim ki” dedi.
“Siz durunca sandım ki...” dedim.
“Yok” dedi, “Kaldırım kalabalık olmasına rağmen kimse çarpmadı ve özür dilemedi, yalnızlıktan ve ihtimamdan sıkıldım” dedi.
Özür diledim. Uzaklaşırken “teşekkür ederim Cem Bey” dedi.
Kalabalığa karışmak, hemhal olmak istemişti insanlarla. Ama beyaz bastonu gören uzaklaşıyordu iyilik yaptığını sanarak ve o da beyaz bastonu olmadan güvende hissetmiyordu.
Bu yüzden yalnız ve hepimizinkinden farklı, başka bir dünyada yapayalnız yaşıyordu.
Hepimizin beyaz bastonları yok mu aslında.
Kendimize Güvenli alanlar yaratıyoruz ve kimse kimseye değmiyor.
Bastonlar çarpışıyor yalnızca.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.