Sürgündeki hatıralarımız (Bölüm 2) Gizemli adam ve yaramazlıklarımız
Sizlerden pek çok mesaj aldım bir çoğu beğenilerinizi yazdığınız olumlu mesajlar, az bir kesim ise olumsuz mesajlar yazmışlar. ”Bize ne senin hayatından, ne yaptığından kendini teşhir ediyorsun” şeklinde eleştiriler yöneltmişler.
Allah herkesten razı olsun, hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum, olumlu olumsuz fikirlerinizi ortaya koymuşsunuz.
Ama ben bu yazı dizimde neler yaşadık, çocukluğumuz nasıl geçti, kor bir ateş gibi nasıl vatan hasreti ile yıllarca tutuşup özlem çektiğimizi ve diğer aile fertlerini anlatacağım, sadece kendimi değil.
Bu nedenle sabırsızca yazılan bir kaç olumsuz eleştiriye ehemmiyet vermeden bugünkü yazı dizimize devam edelim.
Gizemli komşumuzun evi tam bizim evimizin karşısındaydı. Bizim kocaman, geniş kapımızın karşısında onun küçücük, anca bir adam boyu, dar bir kapısı vardı.
Yaşım büyüdükçe o kapı bana iyice küçük görünmeye başlamıştı. Siyah demirden bu kapının kocaman bir tokmağı vardı.
Tokmak derken eski evlerin geniş kapılarında iki tokmak olurdu. Biri erkeklere ait biri kadınlara aitti. Bizim kapımızda da gizemli evin kapısında da tek tokmak vardı.
Hep merak ederdim bu evde ne var, bu kapının ardında nasıl bir ev var ve adam neden hiç görünmez. Bazen geceleri çıkardı, gündüz hiç çıkmazdı. Mahallede hakkında türlü türlü dedikodular dolaşırdı.
Acaba bu adam tehlikeli biri miydi diye aklıma gelirdi. Ama öyle olsa bu mahallede ne işi vardı. O küçük yaşımla böyle kendi kendime merak edip dururdum. Bir gün babama sordum “Baba bu komşumuz kimdir, neden hiç dışarı çıkmıyor” diye. Babam ise
gülerek “O öcü öcü“ diye latife yapmıştı. Biliyordum latife olduğunu.
Sonra bir gün Efendi babam bana “Gel ben seni ona götüreyim” dedi. İçimde biraz korku, biraz merak vardı ama merak daha ağır basıyordu ve “gidelim” dedim.
Efendi babam benim elimden tuttu, gizemli adamın kapısına geldik. Babam kapının tokmağıyla kapıya yedi defa arka arkaya vurdu. Bu benim çok dikkatimi çekmişti. Babama “Neden yedi kere vurdun” diye sordun babam “O bilir” diye cevapladı.
İyice meraklanmıştım. Bir iki kilit sesinden sonra sonra kapı yavaşça açıldı. Karşımızda o gizemli adam duruyordu. Başında değişik bir şapka vardı. Babama sorduğumda onun kalpak olduğunu söyledi.
Yaşlı bir adamdı, ne iri ne zayıf, hafif beli bükülmüştü.
Babama sarılırken söylediği “Efendi“ kelimesini duydum, gerisini anlayamadım. Ben o şaşkınlıkla bakarken eğilip babamın elini öpmek istedi lakin babam izin vermedi.
Bizi buyur etti. İçeri geçtik. Evin içinde heryer, her metrekare kitap doluydu. Ben ilk defa o kadar çok kitabı birarada orada görmüştüm. Evde yürüme alanı dışında Sağ ve sol raflarda yerlerde her yer kitap doluydu.
Bizi özel odasına aldı. Burası onun ofisi gibiydi ama burada da oturacak iki sandalye dışında her yer kitap doluydu. Ben babamın kucağına oturdum.
Gözlerim fıldır fıldır sağa sola bakıyor, herşeyi merakla inceliyordum. Babamla, benim bilmediğim bir dilde sohbet etmeye başladı. Ben deyim yerindeyse tam bir Fransız kalmıştım.
Ben babama dönüp “Baba baba ne konuşuyorsunuz anlat hele“ diye ısrar edince babam konuşmalarını böldüğüm için kızmıştı.
Yaşlı amca ise bozuk bir arapça ile babama “Küçük Efendiye tercüme edin şehzadem” dedi.
Babam ayıp olmasın diye uzun cümleleri kısa kısa tercüme edip müsaade istedi.
Kalktığımız sırada gizemli adam bana güzel, resimli bir kitap verdi. Arapça’ya benzer bi yazıyla yazılmıştı ama Arapça değildi. Ben o yaşta okula gidiyordum ve Arapçayı az çok sökmüştüm fakat o kitabı okuyamamıştım. Babama sorduğumda babam her
zamanki meşhur kelimesi ile cevap vermişti “Ba’deyin, ba’deyin (sonra, sonra)”.
Eve döndük ve tabi ben babamı soru yağmuruna tuttum. Efendi babam anlatmaya adıyla başladı.
Adı Memduh Sultan, dedemin yanında bir eski saray çalışanı. Ve gizli teşkilat üyesi. Yani hafiye.
Babam anlatıyor lakin benim yaşım küçük olduğu için hafiye ne demek tam anlamamıştım. Babama “Yani casus mu?” diye sormuştum.
Babam bir kahkaha attı ve “Yok ama neyse ben sana bunları niye anlatıyorum, sen daha küçüksün, hadi sen şimdi git “ demişti.
Yaşım ilerledikçe anladım ki gizemli adam aslında o mahalleye dedemi korumak için gelmiş.
Zamanında çok önemli görevlerde bulunmuş, Hitler’i görmüş, Osmanlı istihbaratında çalışmış çok önemli bir şahsiyet. Tıpkı bugünlerde izlediğimiz Payitaht Abdülhamid dizisindeki kendini göstermeyen, gizemli, sır dolu adamlar gibi.
Evet dostlarım işte çocukluğuma dair hatıralarımdan biri olan gizemli adamı sizlerle paylaştım. Bir sonraki yazı dizimizde diğer hatıralarımı sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.
Allah’a emanet olunuz!
Allah herkesten razı olsun, hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum, olumlu olumsuz fikirlerinizi ortaya koymuşsunuz.
Ama ben bu yazı dizimde neler yaşadık, çocukluğumuz nasıl geçti, kor bir ateş gibi nasıl vatan hasreti ile yıllarca tutuşup özlem çektiğimizi ve diğer aile fertlerini anlatacağım, sadece kendimi değil.
Bu nedenle sabırsızca yazılan bir kaç olumsuz eleştiriye ehemmiyet vermeden bugünkü yazı dizimize devam edelim.
Gizemli komşumuzun evi tam bizim evimizin karşısındaydı. Bizim kocaman, geniş kapımızın karşısında onun küçücük, anca bir adam boyu, dar bir kapısı vardı.
Yaşım büyüdükçe o kapı bana iyice küçük görünmeye başlamıştı. Siyah demirden bu kapının kocaman bir tokmağı vardı.
Tokmak derken eski evlerin geniş kapılarında iki tokmak olurdu. Biri erkeklere ait biri kadınlara aitti. Bizim kapımızda da gizemli evin kapısında da tek tokmak vardı.
Hep merak ederdim bu evde ne var, bu kapının ardında nasıl bir ev var ve adam neden hiç görünmez. Bazen geceleri çıkardı, gündüz hiç çıkmazdı. Mahallede hakkında türlü türlü dedikodular dolaşırdı.
Acaba bu adam tehlikeli biri miydi diye aklıma gelirdi. Ama öyle olsa bu mahallede ne işi vardı. O küçük yaşımla böyle kendi kendime merak edip dururdum. Bir gün babama sordum “Baba bu komşumuz kimdir, neden hiç dışarı çıkmıyor” diye. Babam ise
gülerek “O öcü öcü“ diye latife yapmıştı. Biliyordum latife olduğunu.
Sonra bir gün Efendi babam bana “Gel ben seni ona götüreyim” dedi. İçimde biraz korku, biraz merak vardı ama merak daha ağır basıyordu ve “gidelim” dedim.
Efendi babam benim elimden tuttu, gizemli adamın kapısına geldik. Babam kapının tokmağıyla kapıya yedi defa arka arkaya vurdu. Bu benim çok dikkatimi çekmişti. Babama “Neden yedi kere vurdun” diye sordun babam “O bilir” diye cevapladı.
İyice meraklanmıştım. Bir iki kilit sesinden sonra sonra kapı yavaşça açıldı. Karşımızda o gizemli adam duruyordu. Başında değişik bir şapka vardı. Babama sorduğumda onun kalpak olduğunu söyledi.
Yaşlı bir adamdı, ne iri ne zayıf, hafif beli bükülmüştü.
Babama sarılırken söylediği “Efendi“ kelimesini duydum, gerisini anlayamadım. Ben o şaşkınlıkla bakarken eğilip babamın elini öpmek istedi lakin babam izin vermedi.
Bizi buyur etti. İçeri geçtik. Evin içinde heryer, her metrekare kitap doluydu. Ben ilk defa o kadar çok kitabı birarada orada görmüştüm. Evde yürüme alanı dışında Sağ ve sol raflarda yerlerde her yer kitap doluydu.
Bizi özel odasına aldı. Burası onun ofisi gibiydi ama burada da oturacak iki sandalye dışında her yer kitap doluydu. Ben babamın kucağına oturdum.
Gözlerim fıldır fıldır sağa sola bakıyor, herşeyi merakla inceliyordum. Babamla, benim bilmediğim bir dilde sohbet etmeye başladı. Ben deyim yerindeyse tam bir Fransız kalmıştım.
Ben babama dönüp “Baba baba ne konuşuyorsunuz anlat hele“ diye ısrar edince babam konuşmalarını böldüğüm için kızmıştı.
Yaşlı amca ise bozuk bir arapça ile babama “Küçük Efendiye tercüme edin şehzadem” dedi.
Babam ayıp olmasın diye uzun cümleleri kısa kısa tercüme edip müsaade istedi.
Kalktığımız sırada gizemli adam bana güzel, resimli bir kitap verdi. Arapça’ya benzer bi yazıyla yazılmıştı ama Arapça değildi. Ben o yaşta okula gidiyordum ve Arapçayı az çok sökmüştüm fakat o kitabı okuyamamıştım. Babama sorduğumda babam her
zamanki meşhur kelimesi ile cevap vermişti “Ba’deyin, ba’deyin (sonra, sonra)”.
Eve döndük ve tabi ben babamı soru yağmuruna tuttum. Efendi babam anlatmaya adıyla başladı.
Adı Memduh Sultan, dedemin yanında bir eski saray çalışanı. Ve gizli teşkilat üyesi. Yani hafiye.
Babam anlatıyor lakin benim yaşım küçük olduğu için hafiye ne demek tam anlamamıştım. Babama “Yani casus mu?” diye sormuştum.
Babam bir kahkaha attı ve “Yok ama neyse ben sana bunları niye anlatıyorum, sen daha küçüksün, hadi sen şimdi git “ demişti.
Yaşım ilerledikçe anladım ki gizemli adam aslında o mahalleye dedemi korumak için gelmiş.
Zamanında çok önemli görevlerde bulunmuş, Hitler’i görmüş, Osmanlı istihbaratında çalışmış çok önemli bir şahsiyet. Tıpkı bugünlerde izlediğimiz Payitaht Abdülhamid dizisindeki kendini göstermeyen, gizemli, sır dolu adamlar gibi.
Evet dostlarım işte çocukluğuma dair hatıralarımdan biri olan gizemli adamı sizlerle paylaştım. Bir sonraki yazı dizimizde diğer hatıralarımı sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.
Allah’a emanet olunuz!
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.