Benim Adım Melek
Total izleyicinin daha çok sevebileceği türden bir hikayesi var.
Nedir peki bu Total izleyicisinin sevdiği konular?
Sıralarsak;
Anadolu’da konakta yaşayan zengin bir aile,
O aileyi terk eden ya da kovulan bir erkek ya da kız,
O kişi kimse yıllar sonra bir şekilde dönmesi,
O kişinin eski aşkı,
O kişinin kötü karakterli bir koca ya da karısı,
Ve ergen çocukları,
Konakta esas kızı çekemeyen bir görümce veya gelin.
Babasıyla ilişkisini kıskanan küçük kardeş,
Mutfak çalışanları hep bi komik olur,
Konakta geçen bütün annelerin eşarbı bağlama tarzı aynı olur.
Saçlar ortadan ikiye ayrılır, o eşarp illa saçın üstünden aşağıya doğru sarkıtılır.
Onlarla rekabet ya da düşman olan başka zengin aile olur.
Gibi gibi…
Benim Adım Melek dizisinin konusunu anlatmama gerek kalmadı sanırım.
Farklı kadroyla, daha önce izlemişsiniz hissi veren, kopyala yapıştır bir dizi daha.
Ha bir de başrol karakteri İstanbul’a değil, Almanya’ya gitmiş.
Açıkçası izlerken sıkıldım.
Bir tek Nehir Erdoğan’ın oyunculuğunu çok beğendim. Sadece bazı sahnelerde yanlış makyaj uygulanmış.
Dizinin kastı yapılırken yaş unsuruna pek dikkat edilmemiş sanırım.
Kutsi’nin anne ve babası, Kutsi’nin ablası ve abisi gibi duruyordu.
Anne ve baba diye seslenirken ciddiye almak pek mümkün değildi.
Ya Kutsi’ye göre bir yaşta anne, baba ya da anne, babaya göre bir oyuncu olması daha gerçekçi olurdu.
Nehir Erdoğan’ın yanı sıra dizinin rejisini ve görüntü kalitesini çok beğendim.
Rejisi hareketli kameralar kullanıyor.
Genel kes, ikili kes, tek al’ın dışında farklı bir şey seyrettim.
Işığın, yalnızca aydınlatma değil aynı zamanda gölgeleme olduğunu bilerek kullanmışlar.
Nihayet gölgeler görüyoruz.
Her yer parlak ve patlak değil.
İzlenme oranı ortalama olarak seyir eder.
---
Haftanın Filmi: Yıldızlara Doğru-Ad Astra
Bilim kurgu türünde olan Yıldızlara Doğru filmini, James Gray yönetiyor.
Brad Pitt’in başrolde olduğu filmin oyuncu kadrosunda Tommy Lee Jones, Liv Tyler, Ruth Negga ve Donald Sutherland yer alıyor.
Şu sıralar sinemada vizyonda olan bu filmi izlemek isteyenleri baştan uyarayım. :)
Uzay boşluğu, gezegenler, yıldızlar ve yerçekimsiz ortam gibi klostrofobik türde sahneler severseniz izleyin.
Çünkü filmin çoğu bundan oluşuyor.
Filmin kısaca konusu şöyle:
Roy McBride, babası gibi yetenekli bir astronottur.
Amerikan Devleti, 20 yıl önce babasını, uzaydaki diğer zeki varlıkların keşfi için Neptün gezegenine gönderir.
Roy McBride (Brad Pitt), hem kaybolan babasını aramak hem de dünyayı tehdit eden bir gizemi çözmek için güneş sisteminin sınırına yolculuk eder.
Filmin özel efektleri mükemmeldi.
Uzayı, o yerçekimsiz ortamı, mutlak sessizliği gerçekten hissettiriyor.
Bradi Pitt’in pik yaptığı sahneler adeta Oscar’a göz kırpıyordu.
Filmde, sanki uzatmak ve heyecan katmak için konmuş fazla sahneler vardı.
Mesela; Mars’a giderken Ay aktarmalı gitmek...
Ay’dan Mars’a giderken yoldaki yaşanan olay.
Ay’da yaşananlar kapitalizme ve insan hırslarına dair bir takım mesajlar veriyordu... Bence aynı sahneler Mars’a da taşınabilirdi.
Benim anladığım kadarıyla film diyor ki; “Bırakın mutluluğu başka yerde aramayı.
O yakın çevrenizdedir.
Evren’de başka zeki varlıklar olsa -ki yok- ne olacak?”
Biraz da dindar yaklaşılmış.
Şu anda kapitalist batı yönetiminin en korktuğu şey insanların dinden uzaklaşması.
Bilim insanlarının filmde bazı önemli durumlarda dinsel bakış açıları, tüm Evren’de Dünya‘nın benzersiz oluşu, Tanrı’nın tüm güzellikleri Dünya’ya vermesi ve insandan başka zeki varlıklar olmaması… gibi gibi subliminal mesajlar serpiştirilmiş.
---
Haftanın Yabancı Dizisi: The Act
Senaryosunu, Nick Antosca ve ödüllü gazeteci yazar Michelle Dean ikilisinin, 2016 yılında, Buzzfeed’de yayınlanan “Dee Dee Wanted Her Daughter To Be Sick, Gypsy Wanted Her Mom To Be Murdered” (Anne, kızının hasta olmasını; kız ise annesini öldürmek ister) dan uyarladığı The Act’in yönetmen koltuğunda, Laure de Clermont-Tonnerre oturuyor.
Gerçek bir hikayeden yola çıkan 8 bölümlük dizinin başrollerini Joey King ve bu rolüyle Emmy ödülü alan Patricia Arquette paylaşıyor.
Geçen sene bir suç kanalında belgeselini izlediğim ve günlerce etkisinde çıkamadığım bir hikayeydi.
Diziyi bile bile izledim. Ve yine çok etkilendim.
Dizi, küçüklüğünden beri annesi tarafından istismar edilen, hasta olmadığı halde kanser ilaçları alan, yürüyebildiği halde tekerlekli sandalyeye bağlı kalan Gypsy Rose’un, bir anne katiline dönüşmesini anlatıyor.
Bu gerçek hikayenin kahramanlarını canlandıran dizinin başrol oyuncuları müthişti.
Joey King’i ilerleyen yıllarda daha çok göreceğiz gibi geliyor.
Duru güzelliği, yeteneği ve oyunculuğuyla isminden çokça söz ettirecek.
Patricia Arquette ise yaş aldıkça yıldızı parlıyor.
Hayran olmamak elde değil.
Geçen sene Escape at Dannemora dizisinden sonra yine olağanüstü performans çıkarmış.
Bir oyuncu, bir karaktere nasıl dönüşür? Sorusunun cevabını fazlasıyla vermiş oyuncudur.
Nedir peki bu Total izleyicisinin sevdiği konular?
Sıralarsak;
Anadolu’da konakta yaşayan zengin bir aile,
O aileyi terk eden ya da kovulan bir erkek ya da kız,
O kişi kimse yıllar sonra bir şekilde dönmesi,
O kişinin eski aşkı,
O kişinin kötü karakterli bir koca ya da karısı,
Ve ergen çocukları,
Konakta esas kızı çekemeyen bir görümce veya gelin.
Babasıyla ilişkisini kıskanan küçük kardeş,
Mutfak çalışanları hep bi komik olur,
Konakta geçen bütün annelerin eşarbı bağlama tarzı aynı olur.
Saçlar ortadan ikiye ayrılır, o eşarp illa saçın üstünden aşağıya doğru sarkıtılır.
Onlarla rekabet ya da düşman olan başka zengin aile olur.
Gibi gibi…
Benim Adım Melek dizisinin konusunu anlatmama gerek kalmadı sanırım.
Farklı kadroyla, daha önce izlemişsiniz hissi veren, kopyala yapıştır bir dizi daha.
Ha bir de başrol karakteri İstanbul’a değil, Almanya’ya gitmiş.
Açıkçası izlerken sıkıldım.
Bir tek Nehir Erdoğan’ın oyunculuğunu çok beğendim. Sadece bazı sahnelerde yanlış makyaj uygulanmış.
Dizinin kastı yapılırken yaş unsuruna pek dikkat edilmemiş sanırım.
Kutsi’nin anne ve babası, Kutsi’nin ablası ve abisi gibi duruyordu.
Anne ve baba diye seslenirken ciddiye almak pek mümkün değildi.
Ya Kutsi’ye göre bir yaşta anne, baba ya da anne, babaya göre bir oyuncu olması daha gerçekçi olurdu.
Nehir Erdoğan’ın yanı sıra dizinin rejisini ve görüntü kalitesini çok beğendim.
Rejisi hareketli kameralar kullanıyor.
Genel kes, ikili kes, tek al’ın dışında farklı bir şey seyrettim.
Işığın, yalnızca aydınlatma değil aynı zamanda gölgeleme olduğunu bilerek kullanmışlar.
Nihayet gölgeler görüyoruz.
Her yer parlak ve patlak değil.
İzlenme oranı ortalama olarak seyir eder.
---
Haftanın Filmi: Yıldızlara Doğru-Ad Astra
Bilim kurgu türünde olan Yıldızlara Doğru filmini, James Gray yönetiyor.
Brad Pitt’in başrolde olduğu filmin oyuncu kadrosunda Tommy Lee Jones, Liv Tyler, Ruth Negga ve Donald Sutherland yer alıyor.
Şu sıralar sinemada vizyonda olan bu filmi izlemek isteyenleri baştan uyarayım. :)
Uzay boşluğu, gezegenler, yıldızlar ve yerçekimsiz ortam gibi klostrofobik türde sahneler severseniz izleyin.
Çünkü filmin çoğu bundan oluşuyor.
Filmin kısaca konusu şöyle:
Roy McBride, babası gibi yetenekli bir astronottur.
Amerikan Devleti, 20 yıl önce babasını, uzaydaki diğer zeki varlıkların keşfi için Neptün gezegenine gönderir.
Roy McBride (Brad Pitt), hem kaybolan babasını aramak hem de dünyayı tehdit eden bir gizemi çözmek için güneş sisteminin sınırına yolculuk eder.
Filmin özel efektleri mükemmeldi.
Uzayı, o yerçekimsiz ortamı, mutlak sessizliği gerçekten hissettiriyor.
Bradi Pitt’in pik yaptığı sahneler adeta Oscar’a göz kırpıyordu.
Filmde, sanki uzatmak ve heyecan katmak için konmuş fazla sahneler vardı.
Mesela; Mars’a giderken Ay aktarmalı gitmek...
Ay’dan Mars’a giderken yoldaki yaşanan olay.
Ay’da yaşananlar kapitalizme ve insan hırslarına dair bir takım mesajlar veriyordu... Bence aynı sahneler Mars’a da taşınabilirdi.
Benim anladığım kadarıyla film diyor ki; “Bırakın mutluluğu başka yerde aramayı.
O yakın çevrenizdedir.
Evren’de başka zeki varlıklar olsa -ki yok- ne olacak?”
Biraz da dindar yaklaşılmış.
Şu anda kapitalist batı yönetiminin en korktuğu şey insanların dinden uzaklaşması.
Bilim insanlarının filmde bazı önemli durumlarda dinsel bakış açıları, tüm Evren’de Dünya‘nın benzersiz oluşu, Tanrı’nın tüm güzellikleri Dünya’ya vermesi ve insandan başka zeki varlıklar olmaması… gibi gibi subliminal mesajlar serpiştirilmiş.
---
Haftanın Yabancı Dizisi: The Act
Senaryosunu, Nick Antosca ve ödüllü gazeteci yazar Michelle Dean ikilisinin, 2016 yılında, Buzzfeed’de yayınlanan “Dee Dee Wanted Her Daughter To Be Sick, Gypsy Wanted Her Mom To Be Murdered” (Anne, kızının hasta olmasını; kız ise annesini öldürmek ister) dan uyarladığı The Act’in yönetmen koltuğunda, Laure de Clermont-Tonnerre oturuyor.
Gerçek bir hikayeden yola çıkan 8 bölümlük dizinin başrollerini Joey King ve bu rolüyle Emmy ödülü alan Patricia Arquette paylaşıyor.
Geçen sene bir suç kanalında belgeselini izlediğim ve günlerce etkisinde çıkamadığım bir hikayeydi.
Diziyi bile bile izledim. Ve yine çok etkilendim.
Dizi, küçüklüğünden beri annesi tarafından istismar edilen, hasta olmadığı halde kanser ilaçları alan, yürüyebildiği halde tekerlekli sandalyeye bağlı kalan Gypsy Rose’un, bir anne katiline dönüşmesini anlatıyor.
Bu gerçek hikayenin kahramanlarını canlandıran dizinin başrol oyuncuları müthişti.
Joey King’i ilerleyen yıllarda daha çok göreceğiz gibi geliyor.
Duru güzelliği, yeteneği ve oyunculuğuyla isminden çokça söz ettirecek.
Patricia Arquette ise yaş aldıkça yıldızı parlıyor.
Hayran olmamak elde değil.
Geçen sene Escape at Dannemora dizisinden sonra yine olağanüstü performans çıkarmış.
Bir oyuncu, bir karaktere nasıl dönüşür? Sorusunun cevabını fazlasıyla vermiş oyuncudur.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.