Fetih ve Kıyamet 1453
Merhaba sevgili okurlar, yeni bir 'Kütüphane Köşesi' yazımızla daha karşınızdayız.
İstanbul'un fethi Türk tarihi olduğu kadar dünya tarihi açısından da önemli bir olaydır. Bu fetihle birlikte bin yıldan fazla bir süredir hayatını sürdürmekte olan Doğu Roma İmparatorluğu tarihe karışırken Osmanlı Devleti açısından yeni bir dönemin kapıları açılmıştır. Haydi! Gelin bu yazımızda İstanbul'un fethinin 569. yıldönümünde dünya tarihinin akışını değiştiren fetih ile ilgili bir eseri hep birlikte inceleyelim ve bugünün tarihimiz açısından önemini farklı bir açıdan keşfedelim.
İnceleyeceğimiz kitap, Prof. Dr. Feridun M. Emecen'e ait "Fetih ve Kıyamet 1453" adlı eserdir. Eser, 2018 yılında Timaş yayınlarından İstanbul'da basılmıştır. Toplam 377 sayfadan oluşan bu kitabımız, önsöz, giriş, üç ana bölümden ve sonuç yerine: Dünya'da fethin yankıları kısmından oluşmaktadır. Yazarın eseri, Osmanlı devletinde XV.yüzyılda yaşanan İstanbul fethinin, kıyametle ilişkilendirilen apokaliptik (anlaşılmazkapalı, karanlık) unsurların nedenlerinden bahsetmek amacıyla kaleme alındığını görmekteyiz. Bunun üzerine de, İstanbul'un fethinden daha çok kıyamet vurgusunun yapılması ve II. Mehmed'in İstanbul şehrinin İslam dünyası tarafından fethedilmesi sonucunda lanetin kalkacağını bildirmesiyle eserin başlığının seçilme nedeninin de sorusuna cevap bulmaktayız.
Eserin içeriğine, bölümlerine ve dikkatimizi çeken kısımlarına kısaca değinecek olursak, birinci bölüm "Şehir" başlığıyla oluşmaktadır. Bu bölümde yazar, fethin hedefi olan İstanbul şehrini ele almaktadır. İstanbul'un tarih boyunca çok önemli bir yer teşkil etmesinin nedenini Doğu ve Batı dünyasında gerek siyasi gerek dini açıdan, Avrupa ve Asya kıtalarının arasındaki konumundan ve İstanbul'un tarih boyunca aldığı isimlerden bahsetmektedir. Yazar, İstanbul'un kuruluş hikâyesine değinerek, aslında buranın bir koloni olarak meydana geldiğini ancak zaman içerisinde yeni yapılan kazı çalışmalarıyla bu şehrin tarihinin çok daha eskilere dayandığından bahsetmektedir. Bu keşiflerin sonucunda İstanbul'un antik tarihinin tarih öncesine değin gitmekte olduğunu ve yazılı kaynaklarda da adının Byzantion şeklinde geçtiğini ifade etmektedir. Byzantion şehri daha sonra Roma İmparatorluğuna dâhil edilmiştir ve şehir dört kat daha büyütülmüş ardından da Hristiyanlığın başkenti olarak ilan edilmiştir. Böylece bu şehre kurucusunun adı atfedilerek Konstantinopolis adı verilmiştir. Bu isim şehrin hemen doğu kısımdan kurulan İslam devletlerince de Kostantiniyye şeklinde telaffuz edilmiştir. İslam dünyasından da Konstantonopolis'e Hz. Peygamber'in hadis-i şerifinde işaret edilen yolda öncelikle Emeviler'in ardından da Abbasiler'in yoğun bir şekilde askeri seferlerde bulunduklarından bahsedilmiştir. Hatta Ebu Eyyüp El Ensari'nin İstanbul kuşatmasına katılması ve bu kuşatma sırasında vefat etmesi, 1453'teki fethe kadar uzanan yolda İslam dünyası için büyük bir teşvik kaynağı olduğundan bahsedilmektedir. Eserde bizlerin asıl dikkatini çeken husus ise şehrin ne kadar kutsal kabul edilmesinden bahsedilse de aynı zamanda toprağının lanetli ve kötülüklerin kol gezdiği bir yer olarak da nitelendirildiğinden bahsedilmektedir. Lakin II. Mehmed, tüm bu rivayetleri göğüsleyerek İstanbul'a yönelmiş ve bu şehri alıp İslam dünyasına kazandırması sonucunda üzerindeki lanetin kaldırabileceğini ileri sürmüştür.
İkinci bölüm "Fatih" başlığıyla oluşmaktadır. Bu bölümde yazar, II. Mehmed'in karakterinden, şehzadelik yıllarından, Edirne sarayındaki Molla Gürani, Molla Sinan gibi önemli şahsiyetlerden aldığı eğitimlerden daha sonra babası II. Murad'ın gerekli ortamı hazırlamasından sonra tahtını 12 yaşındaki oğlu II. Mehmed'e bırakmasıyla başa geçtiği ilk saltanat (1444-1446) yıllarına değinmektedir. . II. Mehmed'in iki yıl kadar sürecek olan bu tecrübesi, hiç kuşkusuz İstanbul'u fethetmesinde ve Fatih unvanı almasında ve gerekli olgunluğa ulaşmasında oldukça önemli bir yer teşkil etmektedir. II. Murad'ın tahtını küçük yaşta II. Mehmed'e bırakmasını fırsat bilen Macaristan ve Bizans İmparatorluğu bu durumdan istifade etmeye çalıştığı vurgulanmaktadır. Bizans İmparatorluğu elinde tuttuğu bir Osmanlı şehzadesini (Şehzade Orhan) serbest bırakarak Anadolu'da bir karışıklık oluşturmak istemiştir. Macaristan ise II. Murad ile yaptığı anlaşmaya aykırı davranarak Edirne'ye yürümek için askeri hazırlıklar içine girmiştir. Bundan dolayı da Osmanlı Devletinde bu savaşa II. Murad'ın mı yoksa II. Mehmed'in mi çıkacağı konusunda tartışmalar yaşanmıştır. Yazar, burada tarihte yer etmiş "Eğer padişah siz iseniz gelin ve ordunun başında olun; eğer padişah ben isem emrediyorum derhal tahta geçiniz!" meşhur cümlenin tarihçiler tarafından çarpıtıldığını iddia etmekte ve II. Murad'ın Çandarlı Halil'in ısrarları üzerine Varna Savaşına katıldığını ifade etmektedir. II. Murad katılmış ve zafer ile sonuçlanmış ancak II. Murad tahta geçmeyi yine de kabul etmemiştir. Bunun üzerine II. Mehmet Varna savaşının arkasında aslında Bizans olduğunu ve kendisine karşı yapıldığının farkında olduğundan daha ilk saltanat yıllarındayken İstanbul'un fethedilmesi gerekliliğini düşünmeye başlamıştır. Ancak bu düşüncelerden Çandarlı Halil Paşa hiç memnun olmamıştı ve II. Murad'ın tahta çıkması konusunda daha ısrarcı tavırlar sergilemiş hatta yazarın ifadesiyle isyana bile kalkışmıştır. Nitekim 1451 yılında babası II. Murad'ın vefat etmesiyle ikinci saltanat yılları (1451-1481) başlamıştır. Eserde, 1451 yılından sonra II. Mehmed'in hedefine giden yolda güçlüklerle karşılaşmamak için gerekli önemleri aldığından bahsedilmektedir.
İkinci bölüm "Fetih" başlığıyla oluşmaktadır ve eserin en geniş bölümüdür. Yazar, burada II. Mehmed'in ikinci saltanatına çıktıktan sonra ilk icraatlarından biri olan Rumeli Hisarının yapılışından, Rumeli Hisarının yapılırken Bizans ile Osmanlı devlet arasındaki sulh içindeki yaşamın bozulmasından ve iki devletinde savaş hazırlıklarından, gemilerin karadan yürütülmesini, yürütülecek güzergâhın belirlenmesinden akabinde muhasaradan ve şehrin düşüşünden bahsetmektedir. II. Mehmed, 1451 yılında tahta çıktığında ilk iş olarak Anadolu Hisarı'nın tam karşısına Rumeli Hisarı'nı yaptırmıştır. Bunun üzerinde II. Mehmed, Meşveret Meclisini toplamış ve Konstantinopolis şehrini fethetme fikrini devlet adamlarına da bildirmiştir. Halil Paşa'ya rağmen mecliste oy birliği ile savaş kararı alınmıştır. II. Mehmed, öncelikle Karaman beyliği ve diğer çevre devletlerle saldırmazlık anlaşmaları imzalamıştır. Daha sonra top yapımı, gemilerin inşası, erzaklar ve savaş planları gibi hazırlıklara koyulmuştur. Bizans İmparatorluğu ise Papa'ya yardım çağrısında bulunmuştur. Ardından Venedik ve Cenova gibi devletlerle ittifak kurma tekliflerinde bulunmuş, Katolik ve Ortodoks dinlerinin birleşme teklifi sunmuş, şehir surları güçlendirilmiş, Haliç kapatılmış ve erzak takviyeleri yapılmıştır. Muhasara, Türkler için mübarek bir gün olan cuma günü kuşatma nizamının hazırlanması üzerine 6 Nisan Cuma günü kuşatma başlamıştır. Hazırlıklarını tamamlayan II. Mehmed, savaşı resmen başlatmadan önce İslami kaidelere uygun olarak öncelikle şehrin teslim olması için teklif göndermiştir. Ancak Bizans İmparatoru bu teklifi kabul etmemiştir. Dolayısıyla iki taraf arasındaki ilk çarpışmalar 6 Nisan Cuma günü vuku bulmuştur. 20 Nisan tarihinde Cenova'dan Bizans imparatorluğuna gelen yardım gemileriyle ilk çarpışma meydana gelmiştir. Ancak Osmanlı devleti bu çarpışmada başarısız olmuştur ve bunun üzerine II. Mehmed'in çok sinirlenip atını denize doğru sürdüğüne değinilmiştir. Bunun üzerine de II. Mehmed'in büyük projesi olan gemileri karadan yürüterek Haliç'e indirilmesini uygulama zamanı geldiğinden bahsedilmiştir. 29 Mayıs Salı günü sabah ezanından sonra Osmanlı devleti Konstantinopolis şehrine tüm cephelerden hücum etmesiyle ve sabahın ilk ışıkların da Osmanlı askerlerinin şehre girmesi sonucu Osmanlı padişahı II. Mehmed tarafından Konstantinopolis fethedilmiştir. Eserde hücum sırasında II. Mehmed'in bizzat surlara kadar gelip savaşı yönettiğinden ve askeri teşvik ettiğinden ve askeri müdafaanın zayıfladığı noktalarda etkili sözleriyle askerlerini yönlendirdiğinden bahsetmektedir. Yazar, II. Mehmed'in şehri ele geçirmesiyle İslam geleneklerine göre askerlerine üç gün şehri yağma hakkı tanıdığından lakin şehre girmesiyle şehrin harap olduğunu gördükten sonra yağmaya izin verdiği için pişman olduğuna, duygulandığına hatta gözlerinden yaşlar aktığına değinmiştir. Bundan dolayı askerleri disiplin altına alınması ve şehri yapılanması için çalışma talimatları vermiştir. II. Mehmed, şehrin ana kilisesinden İslam geleneklerine uygun şekilde ezan okutup şükür namazı kılmış ve Aksaray ile Ayasofya arasındaki tüm kiliseler camiye çevrilmiştir. Ayrıca İslam devletleri artık İstanbul'a Konstantinopolis yerine ‘İslam bol' demeye başlamıştır.
"Sonuç yerine: Dünya'da fethin yankıları" bölümünde ise İstanbul fethedildikten sonra Doğu'da ve Batı'da bulunan devletlerin üzerindeki etkilerinden ve tavırlarından bahsedilmiştir. Batı'da, Türk tehlikesi üzerine bol bol konuşulmaktan, dini telkinlerle Hristiyanlık için endişe duyulmaktan, parlak sözlerle manevi ruhu ikame etmekten başka herhangi bir ciddi işe kalkışılmamıştır. Aksine yavaş yavaş Türklerin Batı'ya ait olduğu yolundaki efsanevi bilgiler üretilmeye; Truvalıların soyundan geldikleri için Roma ve Yunanların Truva'ya karşı yaptıkları vahşetin intikamını almak üzere harekete geçtiklerine inanılmaya başlanmıştı. Doğu'da ise İslam devletleri vardı ve bu devletlerden Memluk idaresi hariç diğer bütün devletler tarafından bu fetih genel bir sevinçle karşılanmıştır.
Fetih ve Kıyamet 1453 adlı eser, bir bütün olarak incelendiğinde öncelikle eserin dilinin sade ve anlaşılır olması, akıcı bir dil kullanılması ayrıca akademik bir dilin kullanılmaması öne çıkmaktadır. Bu durum eserin her kesimden insanın rahatlıkla okunmayabilmesini ve alanı olan yahut da alan dışından olan kimselerinde faydalanmasını sağlamaktadır. Olayların aktarılmasında kronolojik bir sıra izlenmiştir. Yazar, eserinin iddiasını ortaya koymak için dönemin birinci el kaynaklarından ve fetih üzerine yazılmış yerli/yabancı eserlerden faydalanmıştır. Eser, İstanbul fethi ile ilgili birçok soru işaretine ve bilinen birtakım rivayetlerin de gerçek olup olmadığını okuyucuya sunmaktadır. Fetih ile yeni bir çağ kapanıp yeni bir çağ açılmış, köklü medeniyetimiz insanlık tarihine damgasını vurmuştur. Bu vesileyle İstanbul'u bizlere miras bırakan Fatih Sultan Mehmet ve aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.
"İstanbul (Konstantiniyye) muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden emîr ne güzel emirdir. Onu fetheden ordu ne güzel ordudur."
Bir sonraki "Kütüphane Köşemiz" de buluşmak dileğiyle, Allah'a emanet olun…
İstanbul'un fethi Türk tarihi olduğu kadar dünya tarihi açısından da önemli bir olaydır. Bu fetihle birlikte bin yıldan fazla bir süredir hayatını sürdürmekte olan Doğu Roma İmparatorluğu tarihe karışırken Osmanlı Devleti açısından yeni bir dönemin kapıları açılmıştır. Haydi! Gelin bu yazımızda İstanbul'un fethinin 569. yıldönümünde dünya tarihinin akışını değiştiren fetih ile ilgili bir eseri hep birlikte inceleyelim ve bugünün tarihimiz açısından önemini farklı bir açıdan keşfedelim.
İnceleyeceğimiz kitap, Prof. Dr. Feridun M. Emecen'e ait "Fetih ve Kıyamet 1453" adlı eserdir. Eser, 2018 yılında Timaş yayınlarından İstanbul'da basılmıştır. Toplam 377 sayfadan oluşan bu kitabımız, önsöz, giriş, üç ana bölümden ve sonuç yerine: Dünya'da fethin yankıları kısmından oluşmaktadır. Yazarın eseri, Osmanlı devletinde XV.yüzyılda yaşanan İstanbul fethinin, kıyametle ilişkilendirilen apokaliptik (anlaşılmazkapalı, karanlık) unsurların nedenlerinden bahsetmek amacıyla kaleme alındığını görmekteyiz. Bunun üzerine de, İstanbul'un fethinden daha çok kıyamet vurgusunun yapılması ve II. Mehmed'in İstanbul şehrinin İslam dünyası tarafından fethedilmesi sonucunda lanetin kalkacağını bildirmesiyle eserin başlığının seçilme nedeninin de sorusuna cevap bulmaktayız.
Eserin içeriğine, bölümlerine ve dikkatimizi çeken kısımlarına kısaca değinecek olursak, birinci bölüm "Şehir" başlığıyla oluşmaktadır. Bu bölümde yazar, fethin hedefi olan İstanbul şehrini ele almaktadır. İstanbul'un tarih boyunca çok önemli bir yer teşkil etmesinin nedenini Doğu ve Batı dünyasında gerek siyasi gerek dini açıdan, Avrupa ve Asya kıtalarının arasındaki konumundan ve İstanbul'un tarih boyunca aldığı isimlerden bahsetmektedir. Yazar, İstanbul'un kuruluş hikâyesine değinerek, aslında buranın bir koloni olarak meydana geldiğini ancak zaman içerisinde yeni yapılan kazı çalışmalarıyla bu şehrin tarihinin çok daha eskilere dayandığından bahsetmektedir. Bu keşiflerin sonucunda İstanbul'un antik tarihinin tarih öncesine değin gitmekte olduğunu ve yazılı kaynaklarda da adının Byzantion şeklinde geçtiğini ifade etmektedir. Byzantion şehri daha sonra Roma İmparatorluğuna dâhil edilmiştir ve şehir dört kat daha büyütülmüş ardından da Hristiyanlığın başkenti olarak ilan edilmiştir. Böylece bu şehre kurucusunun adı atfedilerek Konstantinopolis adı verilmiştir. Bu isim şehrin hemen doğu kısımdan kurulan İslam devletlerince de Kostantiniyye şeklinde telaffuz edilmiştir. İslam dünyasından da Konstantonopolis'e Hz. Peygamber'in hadis-i şerifinde işaret edilen yolda öncelikle Emeviler'in ardından da Abbasiler'in yoğun bir şekilde askeri seferlerde bulunduklarından bahsedilmiştir. Hatta Ebu Eyyüp El Ensari'nin İstanbul kuşatmasına katılması ve bu kuşatma sırasında vefat etmesi, 1453'teki fethe kadar uzanan yolda İslam dünyası için büyük bir teşvik kaynağı olduğundan bahsedilmektedir. Eserde bizlerin asıl dikkatini çeken husus ise şehrin ne kadar kutsal kabul edilmesinden bahsedilse de aynı zamanda toprağının lanetli ve kötülüklerin kol gezdiği bir yer olarak da nitelendirildiğinden bahsedilmektedir. Lakin II. Mehmed, tüm bu rivayetleri göğüsleyerek İstanbul'a yönelmiş ve bu şehri alıp İslam dünyasına kazandırması sonucunda üzerindeki lanetin kaldırabileceğini ileri sürmüştür.
İkinci bölüm "Fatih" başlığıyla oluşmaktadır. Bu bölümde yazar, II. Mehmed'in karakterinden, şehzadelik yıllarından, Edirne sarayındaki Molla Gürani, Molla Sinan gibi önemli şahsiyetlerden aldığı eğitimlerden daha sonra babası II. Murad'ın gerekli ortamı hazırlamasından sonra tahtını 12 yaşındaki oğlu II. Mehmed'e bırakmasıyla başa geçtiği ilk saltanat (1444-1446) yıllarına değinmektedir. . II. Mehmed'in iki yıl kadar sürecek olan bu tecrübesi, hiç kuşkusuz İstanbul'u fethetmesinde ve Fatih unvanı almasında ve gerekli olgunluğa ulaşmasında oldukça önemli bir yer teşkil etmektedir. II. Murad'ın tahtını küçük yaşta II. Mehmed'e bırakmasını fırsat bilen Macaristan ve Bizans İmparatorluğu bu durumdan istifade etmeye çalıştığı vurgulanmaktadır. Bizans İmparatorluğu elinde tuttuğu bir Osmanlı şehzadesini (Şehzade Orhan) serbest bırakarak Anadolu'da bir karışıklık oluşturmak istemiştir. Macaristan ise II. Murad ile yaptığı anlaşmaya aykırı davranarak Edirne'ye yürümek için askeri hazırlıklar içine girmiştir. Bundan dolayı da Osmanlı Devletinde bu savaşa II. Murad'ın mı yoksa II. Mehmed'in mi çıkacağı konusunda tartışmalar yaşanmıştır. Yazar, burada tarihte yer etmiş "Eğer padişah siz iseniz gelin ve ordunun başında olun; eğer padişah ben isem emrediyorum derhal tahta geçiniz!" meşhur cümlenin tarihçiler tarafından çarpıtıldığını iddia etmekte ve II. Murad'ın Çandarlı Halil'in ısrarları üzerine Varna Savaşına katıldığını ifade etmektedir. II. Murad katılmış ve zafer ile sonuçlanmış ancak II. Murad tahta geçmeyi yine de kabul etmemiştir. Bunun üzerine II. Mehmet Varna savaşının arkasında aslında Bizans olduğunu ve kendisine karşı yapıldığının farkında olduğundan daha ilk saltanat yıllarındayken İstanbul'un fethedilmesi gerekliliğini düşünmeye başlamıştır. Ancak bu düşüncelerden Çandarlı Halil Paşa hiç memnun olmamıştı ve II. Murad'ın tahta çıkması konusunda daha ısrarcı tavırlar sergilemiş hatta yazarın ifadesiyle isyana bile kalkışmıştır. Nitekim 1451 yılında babası II. Murad'ın vefat etmesiyle ikinci saltanat yılları (1451-1481) başlamıştır. Eserde, 1451 yılından sonra II. Mehmed'in hedefine giden yolda güçlüklerle karşılaşmamak için gerekli önemleri aldığından bahsedilmektedir.
İkinci bölüm "Fetih" başlığıyla oluşmaktadır ve eserin en geniş bölümüdür. Yazar, burada II. Mehmed'in ikinci saltanatına çıktıktan sonra ilk icraatlarından biri olan Rumeli Hisarının yapılışından, Rumeli Hisarının yapılırken Bizans ile Osmanlı devlet arasındaki sulh içindeki yaşamın bozulmasından ve iki devletinde savaş hazırlıklarından, gemilerin karadan yürütülmesini, yürütülecek güzergâhın belirlenmesinden akabinde muhasaradan ve şehrin düşüşünden bahsetmektedir. II. Mehmed, 1451 yılında tahta çıktığında ilk iş olarak Anadolu Hisarı'nın tam karşısına Rumeli Hisarı'nı yaptırmıştır. Bunun üzerinde II. Mehmed, Meşveret Meclisini toplamış ve Konstantinopolis şehrini fethetme fikrini devlet adamlarına da bildirmiştir. Halil Paşa'ya rağmen mecliste oy birliği ile savaş kararı alınmıştır. II. Mehmed, öncelikle Karaman beyliği ve diğer çevre devletlerle saldırmazlık anlaşmaları imzalamıştır. Daha sonra top yapımı, gemilerin inşası, erzaklar ve savaş planları gibi hazırlıklara koyulmuştur. Bizans İmparatorluğu ise Papa'ya yardım çağrısında bulunmuştur. Ardından Venedik ve Cenova gibi devletlerle ittifak kurma tekliflerinde bulunmuş, Katolik ve Ortodoks dinlerinin birleşme teklifi sunmuş, şehir surları güçlendirilmiş, Haliç kapatılmış ve erzak takviyeleri yapılmıştır. Muhasara, Türkler için mübarek bir gün olan cuma günü kuşatma nizamının hazırlanması üzerine 6 Nisan Cuma günü kuşatma başlamıştır. Hazırlıklarını tamamlayan II. Mehmed, savaşı resmen başlatmadan önce İslami kaidelere uygun olarak öncelikle şehrin teslim olması için teklif göndermiştir. Ancak Bizans İmparatoru bu teklifi kabul etmemiştir. Dolayısıyla iki taraf arasındaki ilk çarpışmalar 6 Nisan Cuma günü vuku bulmuştur. 20 Nisan tarihinde Cenova'dan Bizans imparatorluğuna gelen yardım gemileriyle ilk çarpışma meydana gelmiştir. Ancak Osmanlı devleti bu çarpışmada başarısız olmuştur ve bunun üzerine II. Mehmed'in çok sinirlenip atını denize doğru sürdüğüne değinilmiştir. Bunun üzerine de II. Mehmed'in büyük projesi olan gemileri karadan yürüterek Haliç'e indirilmesini uygulama zamanı geldiğinden bahsedilmiştir. 29 Mayıs Salı günü sabah ezanından sonra Osmanlı devleti Konstantinopolis şehrine tüm cephelerden hücum etmesiyle ve sabahın ilk ışıkların da Osmanlı askerlerinin şehre girmesi sonucu Osmanlı padişahı II. Mehmed tarafından Konstantinopolis fethedilmiştir. Eserde hücum sırasında II. Mehmed'in bizzat surlara kadar gelip savaşı yönettiğinden ve askeri teşvik ettiğinden ve askeri müdafaanın zayıfladığı noktalarda etkili sözleriyle askerlerini yönlendirdiğinden bahsetmektedir. Yazar, II. Mehmed'in şehri ele geçirmesiyle İslam geleneklerine göre askerlerine üç gün şehri yağma hakkı tanıdığından lakin şehre girmesiyle şehrin harap olduğunu gördükten sonra yağmaya izin verdiği için pişman olduğuna, duygulandığına hatta gözlerinden yaşlar aktığına değinmiştir. Bundan dolayı askerleri disiplin altına alınması ve şehri yapılanması için çalışma talimatları vermiştir. II. Mehmed, şehrin ana kilisesinden İslam geleneklerine uygun şekilde ezan okutup şükür namazı kılmış ve Aksaray ile Ayasofya arasındaki tüm kiliseler camiye çevrilmiştir. Ayrıca İslam devletleri artık İstanbul'a Konstantinopolis yerine ‘İslam bol' demeye başlamıştır.
"Sonuç yerine: Dünya'da fethin yankıları" bölümünde ise İstanbul fethedildikten sonra Doğu'da ve Batı'da bulunan devletlerin üzerindeki etkilerinden ve tavırlarından bahsedilmiştir. Batı'da, Türk tehlikesi üzerine bol bol konuşulmaktan, dini telkinlerle Hristiyanlık için endişe duyulmaktan, parlak sözlerle manevi ruhu ikame etmekten başka herhangi bir ciddi işe kalkışılmamıştır. Aksine yavaş yavaş Türklerin Batı'ya ait olduğu yolundaki efsanevi bilgiler üretilmeye; Truvalıların soyundan geldikleri için Roma ve Yunanların Truva'ya karşı yaptıkları vahşetin intikamını almak üzere harekete geçtiklerine inanılmaya başlanmıştı. Doğu'da ise İslam devletleri vardı ve bu devletlerden Memluk idaresi hariç diğer bütün devletler tarafından bu fetih genel bir sevinçle karşılanmıştır.
Fetih ve Kıyamet 1453 adlı eser, bir bütün olarak incelendiğinde öncelikle eserin dilinin sade ve anlaşılır olması, akıcı bir dil kullanılması ayrıca akademik bir dilin kullanılmaması öne çıkmaktadır. Bu durum eserin her kesimden insanın rahatlıkla okunmayabilmesini ve alanı olan yahut da alan dışından olan kimselerinde faydalanmasını sağlamaktadır. Olayların aktarılmasında kronolojik bir sıra izlenmiştir. Yazar, eserinin iddiasını ortaya koymak için dönemin birinci el kaynaklarından ve fetih üzerine yazılmış yerli/yabancı eserlerden faydalanmıştır. Eser, İstanbul fethi ile ilgili birçok soru işaretine ve bilinen birtakım rivayetlerin de gerçek olup olmadığını okuyucuya sunmaktadır. Fetih ile yeni bir çağ kapanıp yeni bir çağ açılmış, köklü medeniyetimiz insanlık tarihine damgasını vurmuştur. Bu vesileyle İstanbul'u bizlere miras bırakan Fatih Sultan Mehmet ve aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.
"İstanbul (Konstantiniyye) muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden emîr ne güzel emirdir. Onu fetheden ordu ne güzel ordudur."
Bir sonraki "Kütüphane Köşemiz" de buluşmak dileğiyle, Allah'a emanet olun…
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
Yılmaz Kutlu Semiz