İsmail Çetin Korkmaz

İsmail Çetin Korkmaz

Bahailik

Bahailik (Arapça: بهائية, Farsça: دین بهائی Dīn-e Bahāī); 19. yüzyılda doğmuş, dünyanın hemen hemen tüm ülkelerinde inananı olan bir din.
Dünya vatandaşlığı idealine sahip bir inanç olup dünyada 7 milyonun üzerinde mensubu vardır.

BAHAÎ DİNİ
1800’lerde İran’da Mehdi inancının uzantısı olarak doğan Babîliğin bağımsız dine dönüşmüş biçimi. Bütün dünyada inananları olan evrensel bir dindir. Bahaî tarihi, 1844’te Bab’ın (Seyyid Ali Muhammed) yeni bir çağın gelmekte olduğunu ve yeni bir Peygamber’in geleceğini ilân etmesiyle başlar. Bahaîliğin kurucusu ve peygamberi, lâkabı Bahaullah olan Mirza Hüseyin Ali, 21 Nisan 1863’te yeni dini ve yeni prensipleri Bağdat’ta sürgünde iken ilân etti.

Prensipleri
İnsanlık âlemi tek bir âiledir
Irk, din, dil, cinsiyet gibi tüm önyargılar kaldırılmalıdır
Tüm dinlerin temeli birdir (şimdilik son din İslâm veya Bahaîlik değildir, gelecekte de dinler gelecektir)
Din bilim ve akıl ile uyum içinde olmalıdır
Kadın ve erkek eşittir
Genel barış için çalışılmalıdır
Evrensel eğitim hedeflenmelidir
Serbest düşünce ile gerçek araştırılmalıdır
Aşırı zenginlik ve yoksulluk kaldırılmalıdır.
Bahaî dininde tek evlilik (monogami) esastır, kadınlar türban takmak zorunda değillerdir. Tüm dünya ülkelerinde değişik ırkî ve dinî kökenden gelme (İslâm, Hristiyan, Yahudi, Zerdüştî, Hindu vs.) Bahaîler vardır. Bahaî dinine göre tüm dinlerin kaynağı ve amacı ortaktır ve birbirine aykırı değildirler. Düşmanlık aracı hâline gelmeleri tarihte insanların dinleri güç elde etme amaçlarına âlet etmelerinden kaynaklanmıştır. Buna göre Bahaîlik’te “eğer din sevgi ve birliğe değil, düşmanlık ve ayrılığa neden oluyorsa dinsizlik daha iyidir”. Daha önceki dinlerde olduğu gibi, bundan sonra da insanlara ahlâkî ve ruhanî eğitim sağlamak amacıyla başka peygamberler geleceğine inanılır.

Tarihi Bilgiler
Seyyid Ali Muhammed (Bab) (Bab, Arapça’da kapı demektir), kendisinin tüm Müslüman âleminin beklediği kişi olan “Kaim”, “Mehdi” olduğunu 23 Mayıs 1844’te ilân etti. Binlerce kişi Bab’a inanarak “Babî” oldu. Bu gelişmeler ve onun eski dinî yapıya göre çok yenilikçi ve radikal fikirleri ortaya koyması İran’da işkencelere ve baskılara yol açtı. Bab, 1850’de Tebriz şehrinde kurşuna dizildi. Birçok Babî ise yine İran’da değişik feci işkence yöntemleri ile öldürüldü.Bab’ın ölümünden sonra “Babî”lere Mirza Hüseyin Ali (Bahaullah) liderlik etti. Bahaullah ve beraberindekiler İran Kaçar yönetiminin baskısıyla, Osmanlı İmparatorluğu ile yapılan görüşmeler sonunda Bağdat’a sürgün edildi. Bahaullah1863'te burada, Bab’ın gelişini müjdelediği kişinin kendisi olduğunu ve insanlık tarihinde bütün önceki dinlerin gelmesini vaad ettiği “dünyanın bir vatan gibi olacağı, insanların artık savaş yapmayı öğrenmeyecekleri” söyledi.

Mehdi çağının gelmiş olduğunu ilân ederek Bahaî Dini’nin yeni prensiplerini açıkladı. Bahaullah’ın hayatının 40 yılı Osmanlı İmparatorluğu topraklarında geçti. 12 Aralık 1863'te vardığı Edirne’de bu tarihten itibâren 5 yıla yakın yaşadı.

Mirza Hüseyin Ali’nin (Bahaullah) vefatından sonra büyük oğlu Abdülbaba(1844–1957) öğretinin liderliğini yapmış, Abdülbaha’nın vefatından sonra ise büyük torunu Şevki Efendi Bahaî misyonunun liderliğine getirilmiştir.
Bahaî Dünya Merkezi İsrail’in Hayfa şehrindedir. 1868'ten itibârenBahaullah ve âilesinin ve beraberindeki inananlarının o tarihte Osmanlı toprağı olan Akka Kalesi’ne (bugün İsrail’de Akdeniz kıyısında) sürgün edilmesi ve orada vefatına kadar yaşamaya devam etmesi sonrasında Akka’nın hemen yanındaki Hayfa şehri, Bahaî Dünya Merkezi’nin yeri oldu. Bahaîlik Birleşmiş Milletler’de temsil edilmekte ve dünyadaki gayri siyasî alanlarda sosyoekonomik projelere katkıda bulunmak için çalışmaktadır.

Kutsal Yazılar
Temel yasaları ve dinin şer’î hükümlerini içeren Kutsal Kitap olan Kitab-ı Akdes (En Kutsal Kitap), Kitab-ı İkan- Tevrat, İncil ve Kur’ân’daki bâzı âyetlerin açıklamasını ve bâzı ilâhiyat konularını ihtiva eden bir kitap. İkan, Arapça’da kesin bilgi demektir (ikan, yakin, yakînen vb.), Saklı Sözler (Kelimat-ı Meknune), Kurdun Oğlu Risâlesi gibi kitaplardır.

Bahaîler, tüm dinlerin Kutsal Kitaplarının (Tevrat, İncil, Kur’ân, Baghavad Gita ve diğerleri) tek bir sistemin parçaları ve insanlığın ortak dinî mirası olduğuna, kutsallıklarını yitirmediğine inanırlar.
Kitab-ı Akdes, Bahaîlik’in en önemli kutsal kitabı. Dinin kurucusu Bahaullahtarafından kaleme alınmıştır. Arapça el-Kitab el-Akdes adıyla yazılmıştır. Yine de çoğunlukla Farsça ismi olan Kitab-ı Akdes kullanılır. Bâzen sâdece “Akdes” olarak da anılır. Akdes kelimesinin anlamı “en kutsal, en mübârek”tir.

Her ne kadar kitabın bir kısmının daha erkenden yazılmış olduğuna dâir bâzı deliller olsa da, genel kanaât kitabın 1873 yılı civarında tamamlanmış olduğudur. Kitab-ı İkan, yâni İkan Kitabı Bahaî inancının kutsal kitaplarındandır. Kitap 1862'de Bahaîlik’in kurucusu olan Bahaullah tarafından kaleme alınmıştır. Bir kısmı Farsça bir kısmı ise Arapça yazılmıştır. Bahaullah o sıralarda Osmanlı Devleti’ne bağlı olan Bağdat’ta sürgündedir. Bahaî inancına göre Bahaullahvahyi ilk kez Siyah Çal’da, Kitab-ı İkan’ın yazılmasından yaklaşık on yıl önce almış fakat vahiy aldığını ve misyonunu açıkça ilân etmemiştir. Kitab 2 gün ve gece içinde yazılmıştır. Bahaullah’ın, böylece de Bahaîlik’in, başlıca teolojik eseridir. Farsça Beyan’ın tamamlanışı olarak da tanımlanmıştır.

İbâdet
Başlangıçta İslâm dininin bir mezhebini andıran Bahaîlik zamanla bağımsız bir din hâlini almıştır. Bahaîlik’te Yahudilik ve Hıristiyanlıktan alınan esaslar da vardır. Bahaîlik, Allah’a, kitaplarına, peygamberlerine, kıyamete ve Baha’ya imanı emreder. Bahaîlik için insan hayatının amacı Tanrı’yı tanımak, O’na tapmak ve sürekli ilerleyen uygarlığı desteklemektir. Bahaîlik âlemin birliğini sağlama ve dünya barışının temelleri oluşturma gayreti içerisindedir. Bahaîlik öğretilerinin en başında

Bağnazlıklardan vazgeçilmesi
Kadın erkek eşitliği
Mecburi eğitim
Uluslar arası ortak bir dilin gerekliliği
Aşırı zenginlik ve fakirliğin ortadan kaldırılmasının sağlanması gibi öğretiler Bahai dininin temel öğretileri arasında sayılmaktadır.


Bahaîlik’te namaz ve oruç gibi ilâhî yasaların yanında insansı yasalar da bulunmaktadır. Bahaîlik âile kurumuna önem verir ve tek eşli evliliği emreder ve kendilerince zaruri durumlar dışında birden fazla kadınla evlenemezler. Cenaze namazı dışında toplu namaz kılmazlar. Alkol kullanımı kesinlikle yasaktır. Bahaîler herhangi bir siyasî düşünceyi savunmaz veya tavır almazlar. Yaşadıkları toplumun siyasî ve geleneksel kurallarını yorumlamaksızın kabûl ederler.

Bahaîler 21 Mart günü başlayan her biri 19 gün süren 19 aydan oluşan Bahaî Takvimini kullanırlar. Bahaî Takvimine göre Bahaîler’in 9 kutsal günleri vardır ve son ay oruç tutarlar. Günde üç vakit özel namaz kılarlar. Namaz kılarken İslâm’dan ayrılan önceleri mezhep sonra ayrı bir din hüviyetine dönüşen inanç sistemi olmalarına karşın Kâbe’yi kıble olarak kabûl etmezler.Bahaullah’ın oturduğu evin bulunduğu yeri kıble sayarlar.

Bahaî Dini’nde Dünya Barışı, Dünya Görüşleri
Dünya barışı sâdece mümkün olmakla kalmayıp aynı zamanda kaçınılmazdır. Barışa, insanların eski davranış kalıplarına inatla sarılmasının sebep olacağı akla hayâle sığmaz dehşetengiz olaylardan sonra mı ulaşılacak, yoksa şimdi müşâverelerle belirecek iradenin tasarrufu ile mi kucak açılacak, bu, bütün dünya sâkinlerinin önündeki bir tercihtir.

Dünyanın tek bir ülke olması, insanlığın vatanı olarak yeniden örgütlenmesi ve yönetimi için ilk temel şart, insanlığın birliğini kabûl etmektir. Dünya barışını kurma çabalarının başarısı için bu ruhanî prensibin evrensel ölçüde kabûlü gereklidir. Bunun için, evrensel olarak beyan edilmeli,okullarda öğretilmeli ve sosyal yapıda içerdiği organik değişikliğe hazırlık olarak her millete devamlı olarak ifâde edilmelidir.

En zararlı ve inatçı kötülüklerden biri olan ırkçılık barışın en büyük engellerinden biridir. Irkçılık uygulaması, bahanesi ne olursa olsun, insanlık onurunun en çirkin bir şekilde ihlâlini teşkil eder”. “Zengin ve yoksul arasında ölçüsüz farklılık, şiddetli bir ıstırap kaynağı olarak dünyayı, hemen hemen savaşın eşiğine getiren bir istikrarsızlık hâlinde tutmaktadır”.

Makûl ve meşru bir vatanseverlik dışında, dizginlenmemiş bir milliyetçiliğin yerini daha geniş temelli bir bağlılığın, tüm insanlık sevgisinin alması gerekir. Bahaullah şöyle demektedir: ‘Dünya tek bir ülke ve insanlar onun vatandaşlarıdır.’ Dünya vatandaşlığı kavramı, bilimin ilerlemesi sebebiyle dünyanın tek bir mahâlleymiş gibi daralmasının ve milletlerin tartışmasız şekilde birbirine bağımlı olmasının doğrudan bir sonucudur. Dünya milletlerinin hepsini sevmek insanın kendi memleketini sevmesini dışlamaz.

Dinî çatışmalar tarih boyunca sayısız savaşlara ve çarpışmalara neden olmuş, ilerlemeye büyük bir engel teşkil etmiş, her dinden veya dinsiz insanlar için gitgide menfur hâle gelmiştir. Bütün dinlerin mensupları, bu çatışmanın ortaya çıkardığı temel sorunlara bakmaya ve açık seçik cevaplar aramaya râzı olmalıdırlar.

Kadınların özgürlüğü, iki cins arasında tam eşitliğin sağlanması, barışın daha az kabûl edilmekle beraber, en önemli ön şartlarından biridir. Ancak kadınlar insan girişiminin her alanında tam ortaklığa kabûl edilirse, uluslararası barışın boy vereceği ahlâkî ve psikolojik ortam oluşabilir.

Bütün dinler ve ırklar birdir: “Hiç şüphesiz hangi milletten, hangi ırk veya dinden olursa olsun, tüm insanlık ilhamını bir İlâhî Kaynak’tan almaktadır ve tek Tanrı’nın kuludur.”

Diğer Dinlere Göre Bahailik
Birçok kaynağa göre Bahai Dini, yeni dinî akımlar arasında sayılmaktadır. Bâzı görüşlere göre, 19.yüzyılda doğmuş, başlıca büyük dinler ve diğer inançları sentezlemeye çalışan hümaniter ve barışçıl bir dinsel harekettir; bazılarına göre bir din sayılmamaktadır. Bahaîliği bir din olarak kabûl edenler arasında, tarihî kökeni sebebiyle onu İbrahimi dinler arasında sayanlar da vardır.

Başta 3 büyük Ortadoğu dini, yâni İslâm, Hristiyanlık ve Yahudilikinananlarının Bahailik ile çatıştığı ve karşı olarak öne sürdüğü noktaların başında “son din, son peygamber inanışı” sayılabilir. Çünkü bu üç dinin mensuplarında da, doğru yolda olma, bir daha başka peygamber gelmeyeceği inancı görülebilir.

Örneğin Müslümanlık’taki son din kavramı gibi, Hristiyanlık’ta İncil’de geçen “Alfa benim, Omega da Benim” yâni İlk benim, Son da benim- sözlerinden kaynaklanan sonluk inanışı, Musevilik’te de temelini Kutsal Kitap Tevrat’tan alan, Tanrı’nın seçilmiş tek dini olma inancı vardır. Bahaîliğe göre ise bu ifâdelerin kastettiği şey, bu dinlerin peygamberlerinin aslında aynı dini ve aynı öğretileri diriltmekte olduğu, dolayısıyla dinlerin bu noktada birbiriyle çelişik olmadığıdır.

Bahailik, dünyada birçok ülkede resmî din olarak tanınmakla birlikte, bazı yerlerde bu söz konusu değildir. Özellikle doğduğu ülke olan İran’da başlangıcından itibaren meydana gelen baskılar ve ölümler sonrasında, dünyanın birçok kıt’asına Bahailer’in göçü yaşandı. Bugüne kadar geçen 150 yıllık sürede bu göçler yüz binlerle sayılabilecek kadardır. İran’daki Bahailer halen kamu hizmeti ve üniversite öğrenimi haklarından yoksun durumdadırlar.

Bahai Tapınakları (Mabedleri)
Bahaî Tapınakları, her dinden kimsenin sessiz olmak şartıyla bildikleri şekilde ibâdet edebilecekleri mekânlardır. Şimdiye dek her kıt’ada bir tâne olacak şekilde 7 adet tapınak inşa edilmiştir. Bu tapınakların ortak özeliği, bir kubbeleri ve 9 girişleri olmasıdır (dünyada 9 dinin var olduğuna dâir Bahaî inancını yansıtır).

İlki Aşkabat’ta 1908’de inşa edilmiştir. 1938’e kadar hizmet veren bu tapınak Sovyet rejimi tarafından ibâdete kapatıldı; 1962’de bir depremle yıkıldı. Bu ilk tapınak; hastâne, okul, otel gibi başka bir çok birimi içeren bir kompleks idi.

1953 yılında ABD’nin Illinios eyaletinde Chicago’nun kuzeyinde bir Bahaî mâbedi tamamlandı. Daha sonra inşa edilen tapınaklar sırasıyla şu ülkelerdedir: Uganda (Kampala), Avustralya (Sydney yakınında), Almanya (Frankfurt’un dışında), Panama (Panama City yakınında), Batı Samoa (Apia), Hindistan (Yeni Delhi). En yeni Bahaî Tapınağı olan Hindistan, Yeni Delhi’deki tapınak, 1986’da tamamlandı. Pek çok mimarî ödül aldı.

Osmanlı Reformcuları ve Bahailik - Osmanlılar/Tanzimat Devri
1789 Fransız Devrimi’nden sonra Hürriyetçilik (liberalizm) ve milliyetçilik gibi bâzı ideolojiler Osmanlı İmparatorluğu’na da ulaştı ve 19. yy.’a kadar Avrupa, Osmanlılar için önemli bir rol taşımıyordu, ancak ondan sonra Batı’nın gelişmiş orduları, hızla gelişen teknolojisi ve siyasî ve kültürel fikirleri gittikçe iktidarda olanların ve entellektüel grupların ilgisini çekmeğe başladı. Avrupa artık medeniyetsiz değildi lâkin büyük bir tehdit ve aynı zamanda araştırmaya değer bir model olarak görülüyordu. Osmanlılar’ın baştaki Batı’ya olan hayranı ve taklidi daha sonra Batılılaşmanın, kendi toplumunu yeniden tanımlamak ve düzenlemek kanaatine yol açtı.
1839–1876 senelerini “Tanzimat Devri” olarak tanıyoruz.

Bu devirde Sultan II. Mahmud, I. Abdülmecid ve Sultan Abdülaziziktidarlarında değişik alanda reformlar ilân edildi ve birkaç paşanın sâyesinde gerçekleştirilmeğe çalışıldı. Reform Devri’nin önemleri aşamaları, 1839'daMustafa Reşid Paşa tarafından ilân edilen “Gülhâne Hatt-ı Şerifi” ile başladı. Bu belge, sosyal haklar açısından herkese, hangi dine mensup olsa da, aynı hakları temin ediyordu. Gelecek 30 sene içinde bu ve daha sonraki belgelerin şartları yürürlüğe girecekti. Bu müddet esnasında, Mustafa Reşid Paşa başta olarak,Mehmed Emin Âli ve Keçecizade Mehmed Fuad Paşalar da önemli rol oynadılar. Âli ve Fuad Paşalar Bahaî tarihinde iyi tanınan kişilerdir, çünküBahaullah onlara, kendisini ve başka Bahaîler’i, durumlarını hiç araştırmadan sürgün ettikleri için, şiddetli kelimeler yöneltmiştir.

Gülhâne belgesinin ilânından hemen sonra reform çabaları, onlara karşı olanların çoğunluğu yüzünden durakladı, ama 1856’da Hatt-ı Hümâyun veya Islahat Fermanı ilân edildi. Bu, birinci belgeyi tasdik ediyor ve yeni şartlar da koşuyordu, bilhassa Hristiyanlar’ın haklarını vurguluyor, onlara sınırsız din hürriyeti ve sivil makamlar sağlıyordu. Âli ve Fuad Paşalar Tanzimat reformlarını ellerinden geldiği kadar gerçekleştirmeğe çalıştılarsa da etraflarındakilerden ve toplumdan gereken muvafakati bulamadıkları için reformlar gene yavaş yürütülüyordu. Osmanlılar’ın maddî ve idarî sorunları, 1876 senesinde bir krizde sonuç buldular. O zamana kadar hükmeden Abdülaziz aklî dengesizliği ve müsrifliği yüzünden sorunlara çözüm bulamadı ve tahttan indirildi.

(Açık İstihbarat : Yukarıda Abdülaziz'in tahtan indirilişi ile ilgili cümle; o günün , küresel finans çevrelerinin de içinde olduğu entrika dolu ortamı çok basite indirgemektedir. Abdülaziz'in tahttan indirilişi, ülkemiz darbeler tarihinin önemli ve ayrıntılı incelenmesi gereken noktalarından biridir.)

Yeni sultan II. Abdülhamid 1876 senesinde Kanun-i Esasî’yi ilân etti. Bu Türkiye tarihindeki önemli belge Tanzimat’ın şartlarını tekrarladı ve bir daha vurguladı. Bununla beraber, en önemli noktası olarak, Meşrutiyet’i yâni bir anayasayı ortaya koydu ve demokrasi saltanatını takdim etti. 1877–78 Balkan krizi esnasında Abdülhamid Batı ülkelerine, absolütist yâni mutlak monarşiyi kaldıracağına ve bir parlamenter demokrasi kuracağına söz verdi. Ancak sultan, Balkan krizinin karışıklığında Mart 1877’de açılan ilk Türk parlamentosunu 1878 senesinde belirsiz bir süre için dağıttı. İmparatorluk kanunen demokrasi saltanatıydı. Hâlbuki Abdülhamid 1909’e, Jön Türk devriminin sonrasına kadar mutlak hükümdardı. Tanzimat’ta eğitim alanında başlatılan reformlar birçok bürokrat, doktor, subay, yazar vs. yetiştirdi ve bunlar Batı’dan her türlü liberal fikirleri benimsediler. Bu entellektüeller yavaş yavaş Osmanlı gelenekçiliğinden uzaklaşıp gitgide Batı eserlerine yöneldiler ve kendi yazılarında Osmanlı İmparatorluğu’ndaki siyasî, iktisadî, toplumsal ve dinî sorunlarını ele aldılar.

Tanzimat ve Yeni Osmanlıların Muhalefeti
Devlet görevlerinde çalışan ve Batı’da eğitim gören bu entelektüeller 1860-1870’li yıllarında Tanzimat reformlarını yürüten yüzeysel politikayı ağır eleştirdiler. “Yeni Osmanlılar” adıyla tanımlanan ve İttifak-ı Hamiyyet 1867’de kurulan grupta toplananlar, daha hür şartlar altında yaşamayı ve bir anayasayı (meşrutiyet) destekliyorlardı. Yeni Osmanlılar’ın en tanınmış üyesi şâir ve yazarNâmık Kemal (1840–1888) ve Ziya Paşa’dır (18. Bu kendi zamanlarına göre modern görüşlü ve devrimci gençlerin ortak gayeleri Avrupa’ya karşı olan ilgileri ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü durdurmaktı. Ortak düşmanları sultan değil, Âli Paşa (1815–1871) ve Fuad Paşa (1815–1869) idiler. Kendilerine göre bunlar İmparatorluk’daki yaşayan Müslümanları Batı’ya satıp, Avrupa ülkelerinin emperyalizm esirleri ve Batı kültürünü körü körüne taklid eden kişilerdi. Yeni Osmanlılar’ın tek istedikleri şey, Osmanlıların hem Batı, hem de İslâm kültürüne iştirak etmeleriydi.

Tanzimat’ı yürüten paşalar parlamenter hükümeti reddederken, Yeni Osmanlılar değişik milletlerin böyle bir sistemdeki katılımını Müslümanlar’da ve gayri Müslümanlar’da aynı “vatan” duygusunu uyandıracağından emindiler. Böylece milliyetçiliğe karşı olan ilgi zayıflatılmış olurdu.

Görüşleri yüzünden bâzı Yeni Osmanlılar 1867 senesinden sonra Avrupa’ya kaçmak zorunda kaldılar; 1871’de Âli Paşa’nın ölümünden İstanbul’a geri döndüler. Ancak Nâmık Kemal’in 1873’te Vatan yahut Silistre adlı tiyatrosunun büyük bir heyecan uyandırması ve Nâmık, Ebüzziya Tevfik veMenapirzâde Nuri’nin bilhassa tahta iddialı olan Murad Paşa’yı destekledikleri için, Sultan Abdülaziz tarafından değişik vilâyetlere sürgün edildiler. Böylece Nâmık Kemal Kıbrıs Magosa’ya, Ebüzziya Tevfik Rodos’a ve Menapizâde Nuri Bey ile Bereketzâde İsmail Hakkı da Akka’ya sürgün edildiler. Sürgünleri sırasında oradaki Bahaîler’le temasta bulundular.

Yeni Osmanlılar ve Bahailer
Ebüzziya Tevfik, Yeni Osmanlı Tarihi adlı eserinde, “Babîler”den yani Bahaîler’den, onların İstanbul’dan Rodos üzeri Akka’ya sürgün edildiklerinden bahsediyor ve şöyle yazıyor:

Daha evvel Babi’lerden kimseler Rodos’a gönderilmiş, çünkü bizim Hükûmet kendisi için aldığı zâbıta tedbirlerine kanaat etmeyerek, komşu Devletler için de zaptiyelik ederdi. Netekim sırf dinî inançla ilgili ve hiç bir vakit Sünnîliğe saldırmasına imkân olmayan “Babî” mezhebini çıkaranlarla inananlarını da, Rodos’a, oradan da Akkâ’ya sürgün etmişti. Sırası gelmişken şurasını bildirelim ki, kırk beş seneden beri Osmanlı topraklarında oturmakta olan bu adamlar, mezhep ve dinî inançlarını kabûl ettirmek yolunda, bir kişiye bile tekliflerde bulunmamışlardır. Hiç bir Osmanlı Babî olmamıştır. Çünkü Babîlik, kim ne derse desin bir mezhep değil, fakat mezhep örtüsü altında bir siyasî inançtır ve sırf İran’a mahsus inkılâp hareketleriyle ilgilidir.

İşte bu kimselerden Bahaeddin Efendi isminde ve ihtimal halen hayatta bulunan bir zatın, insanlık göstermek gayreti sayesinde, Nuri Bey’le Hakkı Efendi’den, önce bir haber, sonra da yazdığımız mektuba cevap aldık.
Tevfik burada şüphesiz “Bahaullah” ismini “Bahaeddin” ile karıştırıyor. … Magosa’ya sürgüne gönderilen olan Nâmık Kemal, öyle görünüyor ki, orada daha çok Ezelîler’le temasta bulunmuş; Ezelîler, Bahaullah’ın üvey kardeşi ve ona karşı çıkan Mirza Yahya “Subh-i Ezel”in taraftarlarıydılar. Bir tarihçiye göre, Nâmık’ın en yakın arkadaşı ve “Kuleli Vak’ası”nın aslî fâili Şeyh Ahmed Efendi, Kıbrıs’ta görünüşte Babîliğe veya Bahaîliğe inanmış ve Nâmık Kemal1876’da yazdığı bir mektupta kendisinin de “Babi” olduğu söylentileri reddediyor.

Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Yorum Yazın
sohbet islami chat omegle tv türk sohbet islami sohbet elektronik sigara cinsel sohbet su böreği sipariş oyun haberleri tıkanıklık açma dijital pazarlama ajansı galeri yetki belgesi nasıl alınır yalama taşı Evden eve nakliyat