Sultan Murat / feraset ve rüşvetçi subaşı!..
Sultan Dördüncü Murat…
Feraseti büyük ilginç bir adamdır.
Çarşıda-pazarda, olan her şeyden haberdardır.
Çünkü ahalinin halini sadece bürokratlarından veya saray mensuplarından takip etmez.
Halk içinde kadim/kadirşinas/hakkaniyetli ve çekinmeden doğruları söyleyen dostlarıyla da, hep istişare halindedir.
Hal ve ahval böyleyken, bu isimsiz dostlardan birisi bir gün, Sultan'a gelir.
Subaşılardan birinin halktan rüşvet aldığını söyler.
(Subaşı: bugünkü polis/jandarma veya zabıta…)
Padişah hemen güvendiği/inandığı birini müfettiş olarak görevlendirip, şikayeti araştırmasını emreder.
Müfettiş, tam bir ay adamı takip ettiği halde suçüstü yapamaz.
Gelip, durumu padişaha arz eder ve "padişahım, zannedersem halk yanılıyor şikâyet edilen Subaşı'nın rüşvet aldığına dair bir işarete rastlamadım." der.
Padişah kaşlarını çatar.
"Benim halkım yanılmaz ve hele de bana gelip bunu söyleyen kişi somut bir durum görmeden asla böylesi bir şeyi bana bildirmez.
Sende feraset yok!.." der.
Adam;
– "Feraset ne ola ki padişahım" der.
Padişah şöyle cevap verir;
– "Peygamber Efendimiz buyurur ki;
"Müminin ferasetinden sakının..."
Çünkü o, Allah'ın nuru ile bakar.
Feraset üstün zeka kabiliyet ve basiret gerektirir.
Hadi git!.."
Dördüncü Murat bir süre düşünür ve iş başa düştü galiba diyerek rüşvet aldığı iddia edilen subaşıyı huzuruna çağırtır.
Ona bir kese altın uzatır ve;
– "Bunu al, sabah namazında Ayasofya Camii ne git.
Top kandilinin altında seni bekleyen fakire ver…" der.
Adam keseyi alır, kuşağının arasına koyar ve izin isteyip padişahın huzurundan ayrılır.
Sabah namazında Ayasofya Camii'ne gider…
Padişahın söylediği yerde, kendisini bekleyen dilenci kılıklı fakire keseyi verir.
Fakir adam;
– "Allah padişahımıza ve devletimize zeval vermesin" diye dua ederek keseyi koynuna atar.
Subaşı gittikten sonra keseyi koynundan çıkarıp sayar.
Kesede beş altın vardır…
Ertesi gün öğle üzeri bir haber duyulur.
Rüşvetçi bir subaşı, padişah tarafından yakalanıp cezalandırılmıştır.
Halk memnundur ve adeta bayram etmektedir.
Çünkü bir beladan kurtulmuşlardır.
Hani bir müfettiş vardı ya; padişahın konuyu araştırmakla görevlendirdiği…
İşte o şahıs bu durumu çok merak eder.
Kendisi bir ay peşinde dolaştığı halde yakalayamadığı adamın, rüşvetçi olduğunu padişah nasıl anlamış ve yakalamıştı?..
Huzura çıkıp sorar.
Padişah;
– "Feraset dediğin işte budur,
Adama verdiğim kesede elli altın vardı ama camide bekleyen fakire sadece beş altın verdi.
Demek kırk beş altını kendi cebine attı.
Böylece haram yediği/haramzade olduğu anlaşıldı…" der.
Adam;
– "Padişahım, peki kesede beş altın olduğunu nereden bildiniz?" diye sorar.
Sultan Murat, anlamlı ve istihza ile gülümser ve;
– "Camideki dilenci bendim.
Bir suçluyu yakalamak için yapmayacağım yoktur.
Çünkü ben Allah'tan korkarım!.."
Müfettiş, padişahın ellerini minnet ile öptükten sonra:
"Ferasetin ne demek olduğunu şimdi çok iyi anladım…" diye mırıldanarak huzurdan ayrılır.
Kıssadan Hisse'ye gelince…
Gelin bir durum tespiti yapalım.
Bir padişah var; feraset/basiret ve akıl sahibi,
Hakkaniyetli,
Kayırmasız,
Aldanmayan/aldatmayan,
Rüşvet/çalma/yolsuzluk gibi, halkın canını yakan bir konuda müsamahasız ve takipçi,
Hakperest/objektif ve doğruluğu prensip edinmiş, yeri geldiğinde padişaha çıkıp yanlışları/hataları söylemekten imtina etmeyen vakur dost sahibi…
Hadi bakalım, böyle bir padişaha kül yutturun…
Hadi aldatın da göreyim…
Olmaz, olamaz; ki, hikayemizde de gördük; rüşvetçi bürokrat kaçamamış ve enselenmiş.
Neden?
Çünkü padişahı yanıltmayan adsız kahramanlar/isimsiz dostlar var.
Korkmadan/çekinmeden/padişah ne düşünür demeden doğruları söyleyen/yanlışları gösteren/haktan ayrılmayan adam gibi adamlar var.
Ve en önemlisi;
Padişahın kaybetmediği/kaybolmayan bir feraseti var!..
(Feraset: anlama, çabuk kavrama, zihin uyanıklığı, anlayış, sezgi…)
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
Feraseti büyük ilginç bir adamdır.
Çarşıda-pazarda, olan her şeyden haberdardır.
Çünkü ahalinin halini sadece bürokratlarından veya saray mensuplarından takip etmez.
Halk içinde kadim/kadirşinas/hakkaniyetli ve çekinmeden doğruları söyleyen dostlarıyla da, hep istişare halindedir.
Hal ve ahval böyleyken, bu isimsiz dostlardan birisi bir gün, Sultan'a gelir.
Subaşılardan birinin halktan rüşvet aldığını söyler.
(Subaşı: bugünkü polis/jandarma veya zabıta…)
Padişah hemen güvendiği/inandığı birini müfettiş olarak görevlendirip, şikayeti araştırmasını emreder.
Müfettiş, tam bir ay adamı takip ettiği halde suçüstü yapamaz.
Gelip, durumu padişaha arz eder ve "padişahım, zannedersem halk yanılıyor şikâyet edilen Subaşı'nın rüşvet aldığına dair bir işarete rastlamadım." der.
Padişah kaşlarını çatar.
"Benim halkım yanılmaz ve hele de bana gelip bunu söyleyen kişi somut bir durum görmeden asla böylesi bir şeyi bana bildirmez.
Sende feraset yok!.." der.
Adam;
– "Feraset ne ola ki padişahım" der.
Padişah şöyle cevap verir;
– "Peygamber Efendimiz buyurur ki;
"Müminin ferasetinden sakının..."
Çünkü o, Allah'ın nuru ile bakar.
Feraset üstün zeka kabiliyet ve basiret gerektirir.
Hadi git!.."
Dördüncü Murat bir süre düşünür ve iş başa düştü galiba diyerek rüşvet aldığı iddia edilen subaşıyı huzuruna çağırtır.
Ona bir kese altın uzatır ve;
– "Bunu al, sabah namazında Ayasofya Camii ne git.
Top kandilinin altında seni bekleyen fakire ver…" der.
Adam keseyi alır, kuşağının arasına koyar ve izin isteyip padişahın huzurundan ayrılır.
Sabah namazında Ayasofya Camii'ne gider…
Padişahın söylediği yerde, kendisini bekleyen dilenci kılıklı fakire keseyi verir.
Fakir adam;
– "Allah padişahımıza ve devletimize zeval vermesin" diye dua ederek keseyi koynuna atar.
Subaşı gittikten sonra keseyi koynundan çıkarıp sayar.
Kesede beş altın vardır…
Ertesi gün öğle üzeri bir haber duyulur.
Rüşvetçi bir subaşı, padişah tarafından yakalanıp cezalandırılmıştır.
Halk memnundur ve adeta bayram etmektedir.
Çünkü bir beladan kurtulmuşlardır.
Hani bir müfettiş vardı ya; padişahın konuyu araştırmakla görevlendirdiği…
İşte o şahıs bu durumu çok merak eder.
Kendisi bir ay peşinde dolaştığı halde yakalayamadığı adamın, rüşvetçi olduğunu padişah nasıl anlamış ve yakalamıştı?..
Huzura çıkıp sorar.
Padişah;
– "Feraset dediğin işte budur,
Adama verdiğim kesede elli altın vardı ama camide bekleyen fakire sadece beş altın verdi.
Demek kırk beş altını kendi cebine attı.
Böylece haram yediği/haramzade olduğu anlaşıldı…" der.
Adam;
– "Padişahım, peki kesede beş altın olduğunu nereden bildiniz?" diye sorar.
Sultan Murat, anlamlı ve istihza ile gülümser ve;
– "Camideki dilenci bendim.
Bir suçluyu yakalamak için yapmayacağım yoktur.
Çünkü ben Allah'tan korkarım!.."
Müfettiş, padişahın ellerini minnet ile öptükten sonra:
"Ferasetin ne demek olduğunu şimdi çok iyi anladım…" diye mırıldanarak huzurdan ayrılır.
Kıssadan Hisse'ye gelince…
Gelin bir durum tespiti yapalım.
Bir padişah var; feraset/basiret ve akıl sahibi,
Hakkaniyetli,
Kayırmasız,
Aldanmayan/aldatmayan,
Rüşvet/çalma/yolsuzluk gibi, halkın canını yakan bir konuda müsamahasız ve takipçi,
Hakperest/objektif ve doğruluğu prensip edinmiş, yeri geldiğinde padişaha çıkıp yanlışları/hataları söylemekten imtina etmeyen vakur dost sahibi…
Hadi bakalım, böyle bir padişaha kül yutturun…
Hadi aldatın da göreyim…
Olmaz, olamaz; ki, hikayemizde de gördük; rüşvetçi bürokrat kaçamamış ve enselenmiş.
Neden?
Çünkü padişahı yanıltmayan adsız kahramanlar/isimsiz dostlar var.
Korkmadan/çekinmeden/padişah ne düşünür demeden doğruları söyleyen/yanlışları gösteren/haktan ayrılmayan adam gibi adamlar var.
Ve en önemlisi;
Padişahın kaybetmediği/kaybolmayan bir feraseti var!..
(Feraset: anlama, çabuk kavrama, zihin uyanıklığı, anlayış, sezgi…)
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
Adnan Bayraktar
Adem. Erturk
Emin Ali
Erhan
Selim K.
Bulgurlu Hacı
F. T.
Mutlu E.
Ebru Aygün