Saha düz top yuvarlak ama teknik direktör farkına da bak!
Galiba herkes sürprizini son haftaya bırakıyor.
Çünkü Süper Kupa Finali gibi bir seçime gidiyoruz.
Millet İttifakı, baharcı şarkılar eşliğinde sözler vererek ve "Olsun Artık!" diyerek; iktidarı almak istiyor.
Cumhur İttifakı, rehavet attırıcı, detoks yaptırıcı şarkı ve icraatlar eşliğinde "Haydi bir daha, Belki de son bir daha" diyerek, iktidarda kalmak istiyor.
İktidara gelmek,
Cumhurbaşkanı olmak; kim ne derse desin, kesinlikle çok önemli…
Rahmetli Demirel bu makam için, "hiçbir faninin reddedemeyeceği bir şey" demişti…
Aynen öyle,
Davadaşları birbirine düşüren, muhalifleri birleştiren, birlikleri bozduran bir makam…
Hiç kimse fedakarlık/feragat/vatan-millet önceliği gibi laflar etmesin; konu, Cumhurbaşkanlığı olunca, her şey bir anda değişiyor/biri, diğerini göz kırpmadan ekarte edebiliyor ve insanoğlu bir anda kendini aşabilen bir hırsla o makam için savaşabiliyor.
Neyse, konuyu dağıtmayalım,
İki ittifak da çalışıyor.
Planlar yapıyorlar ve ayakta kalmak/kaybetmemek veya kazanmak için her yolu deniyorlar/deneyecekler,
Hatta biraz da meşruiyet kaygısı olmaksızın her fırsat kullanılacak/karşılıklı saldırışlar ve belden aşağı vuruşlar bile yaşanacak…
Söz vermenin en bol ve en rahat olduğu, vaat etmenin sınırsızlaşıp bol kepçe ve bol keseden olduğu bir süreçteyiz.
Zaten ne olacaktı ki; aslında hep böyle ve "o dört verirse ben beş veririm" şeklinde değil miydi.
Bu arada,
Erdoğan yine şapkadan tavşan çıkartabilecek mi diye işitiyorum sağdan soldan…
Bence çıkartabilir,
Ama etkisi ne olur onu bilemem.
Mesela,
Seçime birkaç gün kala Hakan Fidan'la, Mehmet Şimşek'i Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak ilan edebilir.
Yeni dönemde, "sağ ve sol kolum bunlar" diyebilir.
Yine mesela;
Seçimden sonra,
"Merkez Bankası Başkanı filanca,
TÜİK başkanı falanca,
Kızılay ve AFAD Başkanları feşmekanca kişi olacaktır" diyebilir…
Başka mesela;
"Gördünüz ki bütün bakanları vekil yapıyorum ve sıfır km bir kabine oluşturacağım,
Eğer kazanırsam, "liyakat ve ehliyeti" esas alan bürokrasiyle hareket edeceğim" diyebilir.
Vb. gibi şeyler…
"Ama sen bunları daha önce de söyledin, çok yazdın fakat Erdoğan, pek de o minvalde hareket etmedi…" diyebilirsiniz.
Evet, söyledim ve yazdım; çünkü benim işim duyumlarımı paylaşmak, doğru bildiklerimi yazmak ve bazen de tavsiye niteliğinde uyarmak.
Yetkili makamda ve karar merciinde olanların söylediklerini ve yapması gerekenleri yapmaması, yaptıkları ile ilkesel duruşlarının çelişmesi ve kimi kişi/kurum ve mahfillerle tutarlı ve güvenli bir ilişki içinde olup olmamaları benim problemim değil…
Onu da, o duruma taraf olanlar düşünsün!
Ama biliyor musunuz,
Son bir-iki haftadır, Erdoğan'ın oylarında artış görülüyor.
Ve seçim yaklaştıkça bu artışın hızlanması şaşırtıcı olmaz diye düşünüyorum.
Millet İttifakı, süreci açıkçası beklediğimden daha iyi götürüyor.
Bölünme/ayrılış/parçalanma gibi beklentileri kısmen de olsa boşa düşürmüş gibi görünüyorlar.
Ama seçime daha bir aydan fazla zaman var; neyin ne olacağına suyun akışı karar verecek.
"Suyun akışı" ne alaka? demeyin hemen…
Çin Atasözü olduğu söylenen güzel bir söz var; o aklıma geldi de…
"Sular yükselince, balıklar karıncaları yer.
Sular çekilince de karıncalar balıkları yer.
Kimse bugünden, yarın için karara varmamalı, bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemeli,
Çünkü kimin yeneceğine, kimin yenemeyeceğine, kimin kimi yiyeceğine suyun akışı karar verir."
Buradan hareketle açık söyleyeyim; bu defa her şey ortada.
Önceki seçimlerde kazananı belli bir seçime gider; "Ak Parti bu defa kaç farkla kazanacak acaba" der; muhalefet açısından ise, "öğrenilmiş çaresizlik/müzmin kaybediş"i konuşurduk.
Ama bu defa farklı…
Pandemi ve sonrasında süregelen ekonomik kriz ve halka yansıyan sıkıntı boyutu,
Yaşadığımız ve hepimizi yaralayan deprem,
Ve ortaya çıkan felaket sonucunda, "seçime beş kala", psikolojik üstünlük muhalefete geçmiş gibi görünüyor.
Ama az önce dediğim gibi, "su akmaya devam ediyor" ve bir anda sele/fırtınaya/taşkına dönüşebilir.
Peki bu hal kime yarar?
İlk defa, ilginç ve manidar bir öngörülmezlik hakim.
Çok zamandır muhalefet kaybetmeyi, iktidar kazanmayı alışkanlık haline getirmişti.
Şimdiyse iktidar kaybetme, muhalefet kazanma riskiyle karşı karşıya!
Kanımca ve kanaatimce bu durum her iki tarafın da kimyasını ve ezberlerini bozdu sanki…
Bu açıdan da, ilkleri yaşatan bir seçim arifesindeyiz.
"Ne demek istiyorsun?" diye soruyorsanız;
Hem çok şey diyorum, hem bir şey demiyorum.
Ama bir gerçek var,
Dünya büyük bir kırılma noktasında ve kritik bir yeni düzen kavşağında.
Bunu defalarcadır yazıyorum bilirsiniz ki…
Hal böyleyken, Türkiye'nin bu gidişat ve gelişmelerden ayrı ve ari kalacağını düşünmek en basitinden safdillik olur!
Küresel değişim ve hatta dönüşüm, herkesi/her halkı/her coğrafyayı/her ülkeyi ve yönetimleri etkilediği/etkileyeceği gibi, bundan kesinlikle Türkiye de nasibine düşeni alacaktır.
Hatırlarsınız,
Bazı yazılarımda tekrarlamışlığım vardır;
Olmaz olmaz dememek lazım, bu hayatta olmaz olmaz!
Ama öyle değil mi,
Olmaz dediğimiz, mutlak değişmezlik atfettiğimiz, "yok ya, o kadar da değil" dediğimiz pek çok şeyin altüst oluşunu görmedik mi!
Ukrayna'ya bakın,
İsrail'de yaşanan gelişmelere başınızı çevirin,
İskoçya'da Pakistan asıllı bir Müslümanın başbakan olmasına, İngiltere'de bir Hintlinin başbakanlığa gelmesine dikkat edin,
Brezilya Devlet Başkanı'nın değişmesini düşünün,
Amerika'da Trump'la ilgili gelişmeleri takip edin…
Sonuç:
20 senedir yenilmeyen Erdoğan yine kazanabilir mi?
Evet kazanabilir.
Peki, defalarcadır yenilen Kılıçdaroğlu kazanabilir mi?
Evet kazanabilir.
Bu arada,
Fenerbahçe-Beşiktaş maçını izlediniz mi…
Ne maçtı ama değil mi!
Maçtan önce, Fener'le ilgili değerlendirmeler pek olumlu değildi ve Beşiktaş yener deniyordu.
Ama maç başlayıp Fener 1-0 öne geçince ve hele de, ikinci yarı başında Beşiktaş 10 kişi kalınca; Fener, kesin farka gider denmeye başlandı.
Ama öyle olmadı işte,
Saha düz top yuvarlak.
Maçın sonucu ve skor ortada!..
Bu maçı güncele uyarlarsak;
Teknik direktör farkı sonucu değiştirdi.
Erdoğan, kazanan ve hatta kazanmayı alışkanlık haline getiren bir teknik direktör.
Bence, kazanmayı bilen bir teknik direktör olmasının daha önemli olduğu düşüncesindeyim.
Seçime giderken, tıpkı Beşiktaş'ın hocası gibi, son anda yapacağı değişiklikler ve getireceği motivasyonla durumu kendi lehine çevirebilir kanaatindeyim.
Bu benim tespitim ama bakalım; hep kazanan ve kazanmayı bilen mi, yoksa hep kaybeden ve kazanmayı çok isteyen mi kazanacak?
Onu da yaşayıp göreceğiz!
Konudan konuya, daldan dala gibi oldu ama bazen de böyle yazabilirim.
Benden bu kadar,
Varın, gerisini ve ne demek istediğimi siz düşünün artık!.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
Çünkü Süper Kupa Finali gibi bir seçime gidiyoruz.
Millet İttifakı, baharcı şarkılar eşliğinde sözler vererek ve "Olsun Artık!" diyerek; iktidarı almak istiyor.
Cumhur İttifakı, rehavet attırıcı, detoks yaptırıcı şarkı ve icraatlar eşliğinde "Haydi bir daha, Belki de son bir daha" diyerek, iktidarda kalmak istiyor.
İktidara gelmek,
Cumhurbaşkanı olmak; kim ne derse desin, kesinlikle çok önemli…
Rahmetli Demirel bu makam için, "hiçbir faninin reddedemeyeceği bir şey" demişti…
Aynen öyle,
Davadaşları birbirine düşüren, muhalifleri birleştiren, birlikleri bozduran bir makam…
Hiç kimse fedakarlık/feragat/vatan-millet önceliği gibi laflar etmesin; konu, Cumhurbaşkanlığı olunca, her şey bir anda değişiyor/biri, diğerini göz kırpmadan ekarte edebiliyor ve insanoğlu bir anda kendini aşabilen bir hırsla o makam için savaşabiliyor.
Neyse, konuyu dağıtmayalım,
İki ittifak da çalışıyor.
Planlar yapıyorlar ve ayakta kalmak/kaybetmemek veya kazanmak için her yolu deniyorlar/deneyecekler,
Hatta biraz da meşruiyet kaygısı olmaksızın her fırsat kullanılacak/karşılıklı saldırışlar ve belden aşağı vuruşlar bile yaşanacak…
Söz vermenin en bol ve en rahat olduğu, vaat etmenin sınırsızlaşıp bol kepçe ve bol keseden olduğu bir süreçteyiz.
Zaten ne olacaktı ki; aslında hep böyle ve "o dört verirse ben beş veririm" şeklinde değil miydi.
Bu arada,
Erdoğan yine şapkadan tavşan çıkartabilecek mi diye işitiyorum sağdan soldan…
Bence çıkartabilir,
Ama etkisi ne olur onu bilemem.
Mesela,
Seçime birkaç gün kala Hakan Fidan'la, Mehmet Şimşek'i Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak ilan edebilir.
Yeni dönemde, "sağ ve sol kolum bunlar" diyebilir.
Yine mesela;
Seçimden sonra,
"Merkez Bankası Başkanı filanca,
TÜİK başkanı falanca,
Kızılay ve AFAD Başkanları feşmekanca kişi olacaktır" diyebilir…
Başka mesela;
"Gördünüz ki bütün bakanları vekil yapıyorum ve sıfır km bir kabine oluşturacağım,
Eğer kazanırsam, "liyakat ve ehliyeti" esas alan bürokrasiyle hareket edeceğim" diyebilir.
Vb. gibi şeyler…
"Ama sen bunları daha önce de söyledin, çok yazdın fakat Erdoğan, pek de o minvalde hareket etmedi…" diyebilirsiniz.
Evet, söyledim ve yazdım; çünkü benim işim duyumlarımı paylaşmak, doğru bildiklerimi yazmak ve bazen de tavsiye niteliğinde uyarmak.
Yetkili makamda ve karar merciinde olanların söylediklerini ve yapması gerekenleri yapmaması, yaptıkları ile ilkesel duruşlarının çelişmesi ve kimi kişi/kurum ve mahfillerle tutarlı ve güvenli bir ilişki içinde olup olmamaları benim problemim değil…
Onu da, o duruma taraf olanlar düşünsün!
Ama biliyor musunuz,
Son bir-iki haftadır, Erdoğan'ın oylarında artış görülüyor.
Ve seçim yaklaştıkça bu artışın hızlanması şaşırtıcı olmaz diye düşünüyorum.
Millet İttifakı, süreci açıkçası beklediğimden daha iyi götürüyor.
Bölünme/ayrılış/parçalanma gibi beklentileri kısmen de olsa boşa düşürmüş gibi görünüyorlar.
Ama seçime daha bir aydan fazla zaman var; neyin ne olacağına suyun akışı karar verecek.
"Suyun akışı" ne alaka? demeyin hemen…
Çin Atasözü olduğu söylenen güzel bir söz var; o aklıma geldi de…
"Sular yükselince, balıklar karıncaları yer.
Sular çekilince de karıncalar balıkları yer.
Kimse bugünden, yarın için karara varmamalı, bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemeli,
Çünkü kimin yeneceğine, kimin yenemeyeceğine, kimin kimi yiyeceğine suyun akışı karar verir."
Buradan hareketle açık söyleyeyim; bu defa her şey ortada.
Önceki seçimlerde kazananı belli bir seçime gider; "Ak Parti bu defa kaç farkla kazanacak acaba" der; muhalefet açısından ise, "öğrenilmiş çaresizlik/müzmin kaybediş"i konuşurduk.
Ama bu defa farklı…
Pandemi ve sonrasında süregelen ekonomik kriz ve halka yansıyan sıkıntı boyutu,
Yaşadığımız ve hepimizi yaralayan deprem,
Ve ortaya çıkan felaket sonucunda, "seçime beş kala", psikolojik üstünlük muhalefete geçmiş gibi görünüyor.
Ama az önce dediğim gibi, "su akmaya devam ediyor" ve bir anda sele/fırtınaya/taşkına dönüşebilir.
Peki bu hal kime yarar?
İlk defa, ilginç ve manidar bir öngörülmezlik hakim.
Çok zamandır muhalefet kaybetmeyi, iktidar kazanmayı alışkanlık haline getirmişti.
Şimdiyse iktidar kaybetme, muhalefet kazanma riskiyle karşı karşıya!
Kanımca ve kanaatimce bu durum her iki tarafın da kimyasını ve ezberlerini bozdu sanki…
Bu açıdan da, ilkleri yaşatan bir seçim arifesindeyiz.
"Ne demek istiyorsun?" diye soruyorsanız;
Hem çok şey diyorum, hem bir şey demiyorum.
Ama bir gerçek var,
Dünya büyük bir kırılma noktasında ve kritik bir yeni düzen kavşağında.
Bunu defalarcadır yazıyorum bilirsiniz ki…
Hal böyleyken, Türkiye'nin bu gidişat ve gelişmelerden ayrı ve ari kalacağını düşünmek en basitinden safdillik olur!
Küresel değişim ve hatta dönüşüm, herkesi/her halkı/her coğrafyayı/her ülkeyi ve yönetimleri etkilediği/etkileyeceği gibi, bundan kesinlikle Türkiye de nasibine düşeni alacaktır.
Hatırlarsınız,
Bazı yazılarımda tekrarlamışlığım vardır;
Olmaz olmaz dememek lazım, bu hayatta olmaz olmaz!
Ama öyle değil mi,
Olmaz dediğimiz, mutlak değişmezlik atfettiğimiz, "yok ya, o kadar da değil" dediğimiz pek çok şeyin altüst oluşunu görmedik mi!
Ukrayna'ya bakın,
İsrail'de yaşanan gelişmelere başınızı çevirin,
İskoçya'da Pakistan asıllı bir Müslümanın başbakan olmasına, İngiltere'de bir Hintlinin başbakanlığa gelmesine dikkat edin,
Brezilya Devlet Başkanı'nın değişmesini düşünün,
Amerika'da Trump'la ilgili gelişmeleri takip edin…
Sonuç:
20 senedir yenilmeyen Erdoğan yine kazanabilir mi?
Evet kazanabilir.
Peki, defalarcadır yenilen Kılıçdaroğlu kazanabilir mi?
Evet kazanabilir.
Bu arada,
Fenerbahçe-Beşiktaş maçını izlediniz mi…
Ne maçtı ama değil mi!
Maçtan önce, Fener'le ilgili değerlendirmeler pek olumlu değildi ve Beşiktaş yener deniyordu.
Ama maç başlayıp Fener 1-0 öne geçince ve hele de, ikinci yarı başında Beşiktaş 10 kişi kalınca; Fener, kesin farka gider denmeye başlandı.
Ama öyle olmadı işte,
Saha düz top yuvarlak.
Maçın sonucu ve skor ortada!..
Bu maçı güncele uyarlarsak;
Teknik direktör farkı sonucu değiştirdi.
Erdoğan, kazanan ve hatta kazanmayı alışkanlık haline getiren bir teknik direktör.
Bence, kazanmayı bilen bir teknik direktör olmasının daha önemli olduğu düşüncesindeyim.
Seçime giderken, tıpkı Beşiktaş'ın hocası gibi, son anda yapacağı değişiklikler ve getireceği motivasyonla durumu kendi lehine çevirebilir kanaatindeyim.
Bu benim tespitim ama bakalım; hep kazanan ve kazanmayı bilen mi, yoksa hep kaybeden ve kazanmayı çok isteyen mi kazanacak?
Onu da yaşayıp göreceğiz!
Konudan konuya, daldan dala gibi oldu ama bazen de böyle yazabilirim.
Benden bu kadar,
Varın, gerisini ve ne demek istediğimi siz düşünün artık!.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
Cemal KAŞIK
Utku
Güray altın
Hatice Dönmez
Dünde Varol
Kemal Kastamonu
Z. T.
Mehmet H.
İsmail Hakkı GÜL
Mehmet Salman