Neden hayata, dünyaya kızar söveriz ki..!
"Batsın bu Dünya…
Hayat sen ne çabuk harcadın beni,
Dünya dünya zalim dünya…" gibi şiir ve şarkılarla,
"Neylersin, hayat böyle,
Benim de hayatım bu işte,
Kaderim kötü yazılmış…" gibi yakınmalarla,
Hatta daha ileri giderek, ağıza alınmayacak sinkaflarla; kızar, sitem eder ve her kötünün/kötülüğün bedelini hayata, dünyaya, feleğe fatura ederiz.
İnsan denen varlık öyle bir oportünist, bencil ve narsist mahluktur ki; hatayı/kusuru hep dışarıda arar.
Kendi dışındakileri suçlar.
Hiç mi hiç;
"Kendim ettim, kendim buldum.
Her bir haltı kendim ettim,
Hata benim, günah benim, suç benim…" demeyi düşünmez ve sevmez.
Sadece Allah'a, "kul" olması gerektiğini unutur,
Menfaati için kula kulluk eder,
Başka bir "fani"ye "ölümsüzmüşçesine" sırtını yaslar.
Ama sonra…
O ölümsüz, ölür.
Ve, başlar isyana..!
Hayatın geçmişle işi olmadığını, daima ileri giden bir macera olduğunu unutur,
Dünü bugüne taşır,
Hatalarından ders alıp bugüne ve yarınlara bakmak yerine; dünün kini, nefreti, gareziyle bugününü zehirler.
Sufi gibi Mevlana'dan bahseder ama "Düne dair ne varsa, dünle gitti cancağızım… Artık yeni şeyler söylemek lazım…" sözünü, işine gelmezce hatırlamak istemez.
Sonra da; "o yaşadıklarım var ya, o yaşadıklarım… Benim peşimi bırakmıyor" diye isyana başlar..!
Allah'ın verdiği sabır, sevgi, korku, fedakarlık, eleştiri gibi özellikleri yersiz, gereksiz ve zamansızca israf eder.
Sevmekle saplantıyı,
Tedbir ve dikkat doğuran korkuyla, korkaklığı,
Fedakarlıkla, hamallığı,
Eleştirmekle, müzmin suçlamayı birbirine karıştırır.
Sonra da "ben ne yaptım ki..!
Sadece sevmiş, sabretmiş, fedakarlık etmiş ve onun iyiliği için eleştirmiştim.." diyerek sıyrılmaya kalkar.
Allah'ın verdiği en güzel hasletlerden birisi olan sabrı, gerekmeyen yerlerde, hak etmeyen kişilere bolca kullanır, ama yeri ve zamanı gelince unutur, asıl sabretmesi gerekenlere zırnık koklatmaz.
Sonra da, "gel de delirme...!" diye isyana başlar..!
Dinlenmekle tembelliği,
Dinlemekle biat etmeyi,
İstemekle, ısrar etmeyi,
Merhametle acımayı, birbirine karıştırır.
Sonra da "…ama ben ne yaptım da, bunlar başıma geldi..!" diye ağlaşır.
Halbuki, bu hale gelirken önce "kula kulluk" ettin, asıl "kulluğu" unuttun.
"Yapan bilir, bilen konuşur.." parolasını hatırlamazlaşıp, ölümsüz sandığın ölümlülere sarıldın.
En büyük nimet olan aklı tatile çıkarttın ve yoklaştırdın, kullanım kılavuzunu çöpe atıp yeni bir fabrika ayarı oluşturmaya kalktın.
Basitleştirecek olursak; çamaşır makinasında, bulaşık yıkama çılgınlığına bulaştın ve ulaştın.
Ve en önemlisi de;
İnsan denen muhteris varlığın,
Yani, bir nefesle var olanın o nefesle yok olacağını unuttun…
O yüzden de hayata/dünyaya/feleğe boşuna sitem etme, kızma ve sövme…
Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış" misali,
Sen, dünyanın umurunda bile değilsin…
O görevini yapıyor…
Peki, sen ne yapıyorsun..?
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
Hayat sen ne çabuk harcadın beni,
Dünya dünya zalim dünya…" gibi şiir ve şarkılarla,
"Neylersin, hayat böyle,
Benim de hayatım bu işte,
Kaderim kötü yazılmış…" gibi yakınmalarla,
Hatta daha ileri giderek, ağıza alınmayacak sinkaflarla; kızar, sitem eder ve her kötünün/kötülüğün bedelini hayata, dünyaya, feleğe fatura ederiz.
İnsan denen varlık öyle bir oportünist, bencil ve narsist mahluktur ki; hatayı/kusuru hep dışarıda arar.
Kendi dışındakileri suçlar.
Hiç mi hiç;
"Kendim ettim, kendim buldum.
Her bir haltı kendim ettim,
Hata benim, günah benim, suç benim…" demeyi düşünmez ve sevmez.
Sadece Allah'a, "kul" olması gerektiğini unutur,
Menfaati için kula kulluk eder,
Başka bir "fani"ye "ölümsüzmüşçesine" sırtını yaslar.
Ama sonra…
O ölümsüz, ölür.
Ve, başlar isyana..!
Hayatın geçmişle işi olmadığını, daima ileri giden bir macera olduğunu unutur,
Dünü bugüne taşır,
Hatalarından ders alıp bugüne ve yarınlara bakmak yerine; dünün kini, nefreti, gareziyle bugününü zehirler.
Sufi gibi Mevlana'dan bahseder ama "Düne dair ne varsa, dünle gitti cancağızım… Artık yeni şeyler söylemek lazım…" sözünü, işine gelmezce hatırlamak istemez.
Sonra da; "o yaşadıklarım var ya, o yaşadıklarım… Benim peşimi bırakmıyor" diye isyana başlar..!
Allah'ın verdiği sabır, sevgi, korku, fedakarlık, eleştiri gibi özellikleri yersiz, gereksiz ve zamansızca israf eder.
Sevmekle saplantıyı,
Tedbir ve dikkat doğuran korkuyla, korkaklığı,
Fedakarlıkla, hamallığı,
Eleştirmekle, müzmin suçlamayı birbirine karıştırır.
Sonra da "ben ne yaptım ki..!
Sadece sevmiş, sabretmiş, fedakarlık etmiş ve onun iyiliği için eleştirmiştim.." diyerek sıyrılmaya kalkar.
Allah'ın verdiği en güzel hasletlerden birisi olan sabrı, gerekmeyen yerlerde, hak etmeyen kişilere bolca kullanır, ama yeri ve zamanı gelince unutur, asıl sabretmesi gerekenlere zırnık koklatmaz.
Sonra da, "gel de delirme...!" diye isyana başlar..!
Dinlenmekle tembelliği,
Dinlemekle biat etmeyi,
İstemekle, ısrar etmeyi,
Merhametle acımayı, birbirine karıştırır.
Sonra da "…ama ben ne yaptım da, bunlar başıma geldi..!" diye ağlaşır.
Halbuki, bu hale gelirken önce "kula kulluk" ettin, asıl "kulluğu" unuttun.
"Yapan bilir, bilen konuşur.." parolasını hatırlamazlaşıp, ölümsüz sandığın ölümlülere sarıldın.
En büyük nimet olan aklı tatile çıkarttın ve yoklaştırdın, kullanım kılavuzunu çöpe atıp yeni bir fabrika ayarı oluşturmaya kalktın.
Basitleştirecek olursak; çamaşır makinasında, bulaşık yıkama çılgınlığına bulaştın ve ulaştın.
Ve en önemlisi de;
İnsan denen muhteris varlığın,
Yani, bir nefesle var olanın o nefesle yok olacağını unuttun…
O yüzden de hayata/dünyaya/feleğe boşuna sitem etme, kızma ve sövme…
Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış" misali,
Sen, dünyanın umurunda bile değilsin…
O görevini yapıyor…
Peki, sen ne yapıyorsun..?
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.