Besin değeri yüksek olduğu halde sofralarımızda günümüzde ya çok az yer edinebilen ya da tamamen unutulmuş ’yetim türler’ olarak adlandırdığımız bitki ve hayvan türlerinin, beslenme sistemimizde daha geniş yer bulması, biyoçeşitliliğin korunmasına katkı sağlayarak tarım sistemlerimizin uzun vadede daha dayanıklı hale gelmesini sağlayabilir.
Mevcut sistemde tarım sektöründe temel mantığın gıdayı çok fazla artırmaya ve ucuzlatmaya yönelik olduğunu vurgulayan Araş.Gör. Pelin Atakan Ambarcı bunun uzun vadede olumsuz sonuçları olabileceğini belirterek şunları söyledi: “Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) 2023 raporuna göre tarımsal üretimin geneline baktığımızda ton bazında yaklaşık yarısını yalnızca dört ürün oluşturuyor. Bunlar pirinç, buğday, mısır ve şeker pancarı. İnsanlık tarihinde bugüne kadar yaklaşık 7 bin bitki türünün gıda olarak değerlendirildiğini biliniyor. Ancak bugün yalnızca yaklaşık 150 tür ticari olarak üretiliyor ve piyasada bulunabilir durumda. Bu da biyoçeşitlilik açısından olumsuz bir durum. Oysa doğanın dengesi için biyoçeşitliliğe ihtiyacımız var. Büyük arazilerde yalnızca tek bir ürün üretmeye yani monokültüre dayalı tarım sistemlerimiz buna büyük ölçüde zarar veriyor. Tozlaşma, toprağın kalitesi ve tarımın dirençliliği azalıyor. Monokültür üretimi ile azalan direnç, iklim değişikliği ya da covid gibi küresel şoklarla bağlantılı sorunlar da eklendiğinde tarımsal üretimin verimliliğini ve gıda güvenliğini ciddi anlamda tehlikeye atıyor.”
Gizli açlık
Beslenme sistemimizde enerji kaynağımızın yaklaşık yüzde 60’ının pirinç, buğday, mısır ve patates olmak üzere dört üründen oluştuğunu ve anlatan Araş.Gör. Pelin Atakan Ambarcı, “İnsanlar enerji için çok fazla tahıl ve şeker tüketiyor. Bu da dengesiz ve yetersiz beslenmemize neden oluyor. Proteinleri az miktarda ve sadece belli başlı bazı ürünlerden alıyoruz. Tahıllar ihtiyacımız olan vitaminler yönünden yeterli değil. Bu beslenme türü “gizli açlık” veya obeziteye neden oluyor” dedi.
Konu ile ilgili geçtiğimiz günlerde Yunanistan’ın Girit adasındaki Hanya Akdeniz Tarımsal Araştırmalar Enstitüsü’nde “Yeterince Değerlendirilmeyen ve Genetik Çeşitliliğe Sahip Gıdaların Tüketici Tarafından Kabulünde Davranışsal Engellerin Rolü” başlıklı bir seminer veren Araş.Gör. Pelin Atakan Ambarcı yürüttükleri proje ile ilgili şu bilgileri verdi: “26 ülkeden 130 katılımcı ile ‘İklim değişikliği ve gıda güvenliği tehditlerini engellemek için tarımsal gıda zincirlerine yeniden yön verilmesi’ başlığı ile gerçekleşen Avrupa Tarım Ekonomistleri Derneği 188. Semineri’nde Ege Üniversitesi’nden hocalarımız Cihat Günden, Murat Yercan ayrıca Konstadinos Mattas ve Marija Knez ile birlikte üzerine çalıştığımız ‘Yeterince değerlendirilmeyen ve genetik çeşitliliğe sahip gıdaların tüketici tarafından kabulünde davranışsal engellerin rolü’ adı altında bir sunum yaptık.
Projenin adı, AB-HORIZON-2020 kapsamında desteklenen ‘BIOVALUE: Tarım-gıda değer zincirinde biyoçeşitliliği artıran çataldan çiftliğe ajan tabanlı simülasyon aracı’. Projede biyoçeşitliliği destekleyecek bazı ürünleri yani yetim türleri bu hedef beslenmenin içine nasıl dahil edebileceğimizi, tüketiciyi bu yola nasıl sokacağımızı araştırıyoruz.”
Şevketi bostan, deniz rezenesi lif, vitamin ve mineral deposu
NUS diye tanımlanan bu yetim türleri beslenmeye dahil etmenin birçok artısı olduğunu belirten Araş.Gör. Pelin Atakan Ambarcı, “Eskiden beslenmemizde yer alan unuttuğumuz ya da çok fazla üretilmeyen yetim türleri beslenme sistemimize dahil ettiğimizde biyoçeşitliliğin desteklenmesi yoluyla, tarım dirençliliğinin artmasına katkı sağlayabiliyoruz. İkim değişikliğinin kuraklık, sel gibi felaketlere karşı bir direnç sağlar. Topraktaki su, azot getirdiği dengesi ve toprağın kalitesi korunur. İnsan sağlığı açısından da yeterli ve dengeli beslenme sağlanır” dedi.
Lif, vitamin ve mineral yönünden oldukça zengin olan bu türlere örnekler veren Araş.Gör. Pelin Atakan Ambarcı, “Yetim türler her bölgeye göre değişir. Ege bölgesi için şevketi bostan, deniz rezenesi ve bazı börülce türlerini örnek olarak verebiliriz. Bu türler bölgeye çeşitlilik getirir ve besleyici özellikleri çok yüksektir. Bu ürünlerin genellikle bulundukları bölgede geniş üretimi yapılmaz. Yetim türlere odaklanarak beslenme sistemimize dahil etmeliyiz. Bu unuttuğumuz türleri yeniden keşfetmeliyiz” diye konuştu.
Araş.Gör. Pelin Atakan Ambarcı ayrıca, “Kinoa ve chia tohumu son yıllarda popülerleşerek üretimi artmış eskiden yetim olarak adlandırabileceğimiz türler arasındadır. Bu ürünler bitkisel protein, lif, antioksidan ve mineral deposudur. Ancak son zamanlarda bu türlerin de monokültür tarzı üretiminin yaygınlaşması da tarımsal sürdürülebilirlik açısından soru işaretleri oluşturmaktadır” dedi.
Bariyerler var
“Aslında toplumda NUS dediğimiz bu tür besinleri faydaları bilinse de çeşitli önyargılar ya da alışkanlıklardan dolayı tüketilmiyor” diyen Araş.Gör. Pelin Atakan Ambarcı şöyle devam etti: “Bu besinler faydaları bilinse de çeşitli önyargılar ya da alışkanlıklardan dolayı tüketilmiyor. Tüketici bazı bariyerlerle karşılaşıyor. Bu ürünleri bulamıyor, fiyatı fazla gelebiliyor bazen de pişirmeyi ya da hangi ürünlerle birlikte tüketebileceğini bilmiyor. Hatta zaman zaman bu ürünleri tüketmek fakirlik veya alt kültürle eşleştiriliyor. Bilgi düzeyini artırarak ve bu besinleri kullanmayı öğreterek bu önyargıları aşmalıyız.
Gıda güvenliği için alternatif ’yetim’ besinler
İklim değişikliği ve gıda güvenliği tehditlerini en aza indirmek ve tarımda sürdürülebilirliği sağlamak için tarımsal gıda zincirlerine yeniden yön verilmesi gerektiğini ifade eden Yaşar Üniversitesi Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Araş.Gör. Pelin Atakan Ambarcı, yeterince değerlendirilmeyen yetim türlerin sofralara yeniden getirilmesi ile bu açığın önemli ölçüde kapanabileceğini söyledi.