Çok hayırsever-sever insanlar
Skeçte bir dilenci yerde oturmuş önünden geçen insanlara:
-Allah'ın rızası için ağabey! diyordu. Oradan geçen fanatik bir Beşiktaşlı taraftar "Rıza" ismini duyunca birden galeyana gelir ve dilenciye sadaka verir.
Dilenci de adamın Beşiktaş'a olan zaafını anlayıp durumu fark edince başlar saymaya:
-Allah'ın Metin'i için ağabey, Allah'ın Ali'si için ağabey, Allah'ın Feyyaz'ı için ağabey. Fanatik taraftar isimleri duydukça bastırır parayı dilenciye.
O yıllarda çok konuşulmuştu bu skeç ve herkesin diline dolanmıştı. Ama bugün bu skeci hatırlamamın sebebi neymiş ondan bahsedeyim size.
Son yıllarda spor kulüplerinin yardım kampanyası düzenlemesine alışır olduk. Şimdi bu kervana bir de Beşiktaş Spor Kulübü katıldı. Yardım kampayasına verdikleri isim de "Bırakmam seni". (Skeçteki dilencinin taraftarı bırakmaması gibi.) Güya koskoca kulüp oldukça sıkıntılı bir dönem yaşıyormuş. Başkan Ahmet Nur Çebi'nin dediğine göre halihazırda borç 3.3 milyar TL'imiş, hatta yılsonuna kadar yeni gelir kalemleri yaratılmaz ise bu rakam 4 milyar TL olabilirmiş.
Şimdi gerçekten benim aklım almıyor bu işi. Tek işleri gelir toplamak olan bir kulüp nasıl olur da zarar eder ve hatta 3-4 milyar TL borç biriktirir. Tribün gelirleri, sponsorluk gelirleri, yayın gelirleri, lisans gelirleri, Kartal Yuvası gelirleri, fulbolcu satış ve kiralama gelirleri, bonservis gelirleri ve daha sayamadığım bir sürü gelirler nerelere harcanıyor da bu kadar borç birikiyor. Yani bir de bu kulüpleri yönetenler çok başarılı ve saygın iş insanları olarak biliniyor. Ben kendimi bildim bileli büyük takımlar sürekli borç batağında. Ya bu yöneticiler sanıldıkları kadar başarılı insanlar değillermiş ya da bu işin içinde bir bit yeniği var.
Sözlerim sadece Beşiktaş için değil, tüm büyük kulüplerde bunlarla karşılaşıyoruz. Her yeni gelen yönetici bir öncekini suçlayarak işe başlıyor. Sanki kulübü borçsuz devir alsaymış adam gibi yönetecekmiş gibi hepsi birbirlerini suçlamaktan öte başka bir şey yapmıyor. Daha geçen sene Fenerbahçe Spor Kulübü de "Fener ol" kampanyası düzenlemiş ve para toplamıştı. İşin trajikomik tarafı şu ki; Türkiye'nin en zengin ailesinin ve Türkiye'nin en zengin iş insanlarından biri olan Ali Koç'un yönettiği Fenerbahçe için asgari ücretle evini geçindiren ya da orta direk insanlardan yardım toplanmak isteniyor. Sonuçta kulübün açıklamasına göre 300 binden fazla taraftardan 15 milyon TL tutarında yardım toplanmış. Anlaşılan bu rakamlar Beşiktaşlı yöneticilerin de iştahını kabartmış.
Öyle de fiyakalı isimler buluyorlar ki yardım kampanyaları için, sanki kulüp batmış-bitmiş, yardım eden olmazsa yok olup gidecekmiş gibi trajik bir ortam hazırlanıyor. Futbolcuları için servet ödeyen kulüplerin yöneticileri, o büyük iş insanları ve aldıkları servet değerinde ücretlerini lüks otomobillere, pahalı giyim-kuşama ve gece hayatlarına harcayan futbolcular hiç utanmadan, sıkılmadan milletten yardım isteyebiliyorlar. Sanki çok kazandıkları zaman milleti kârlarına ortak ediyorlarmış da zarar ettikleri zaman milleti zararlarına ortak etmek için kampanyalar düzenliyorlar.
Aslında bu sadece spor kulüplerinin de değil, bu ülkede herhangi bir yerde yönetici olan herkes için geçerli bir durum. Ne için bu ülkede her zaman vatandaşlardan yardım toplanır ki? Deprem olur, sel olur, salgın olur ekonomik kriz çıkar devlet hemen "biz bize yeteriz" der ve milletten yardım toplamak ister, belediye başkanları "askıda fatura" "yardım kumanyası" diye isimlerle yardım toplamak ister, cemaatler, tarikatlar, örgütler ve bunlara ait vakıflar, dernekler, yardım kuruluşları zaten her zaman yardım toplamak için hazır ve nâzır beklemektedirler, bir de son yıllarda milyon dolarlık spor kulüpleri eklendi yardım toplama işlerine. Nasıl bir memleket olduk biz ya? Bu millet ne zaman kendisine "yardım eder misin" diye soran değil de "yardıma ihtiyacın var mı" diye soran yöneticiler ya da insanlar görecek.
Allah aşkına! bir kez olsun göreydim de öyle öleydim gözüm arkada kalmazdı böylece. Ya bir kez olsun bir göreyim şu cemaatlerin ve tarikatların liderlerinin, vatandaşların kapısını çalarak "yardıma ihtiyacınız var mı" diye sorduğunu. Bir spor kulübünün yöneticisinin de bir gün mağdur bir taraftarının kapısını çalıp "yardım ister misin" diye sormasını ya da devletin, vatandaşlarına bir numara vererek, "bu numaraya SMS atın, yardım kapınıza kadar gelsin" diye kampanya düzenlemesini ah bir göreydim, ne kadar çok mutlu olurdum.
Bakın şimdi göreceksiniz, Kurban Bayramı'na bir aydan biraz fazla bir zaman kaldı. Şimdi bu yardım istismarcılarına gün doğacak yine. Özellikle dini cemaatler ve tarikatlar daha şimdiden ellerini ovuşturmaya başlamışlardır. Kurbanlık satışları, hisse satışları, kesim ücretleri, canlı hayvan, hisse, sakatat ve deri bağışları derken bu işlerde dönen parayı çok merak ediyorum gerçekten. Bu adamlar ne için bu kadar çok istiyorlar bu vatandaşların kurban kesmesini ya da “hayırsever" olmasını bilen var mı? Daha önce de yazmıştım bu konuyla ilgili, ilkel "Avcı-toplayıcı" atalarımızdan kalan mirası bugün "tarikatlar ve cemaatler" üstlenmişler. Sanki cemaat ya da tarikat olmanın ilk ve olmazsa olmaz şartı bir "yardım derneği" kurmakmış gibi, üç kişi bir araya gelip bir cemaat kurmuş olsa hemen başlıyorlar yardım toplama faaliyetlerine. Kermesler, hayır çarşıları, burs yardımları, adak kurban bağışları, zekat, fitre, fidye, sadaka ve infak derken uzayıp gidiyor liste. Seç beğen bağışla. Sen "hayırsever" ol cemaatler ve tarikatlar da "hayırsever-sever" olsunlar.
Bu işler için harcanan emek ve özveri diğer işlere harcansaydı emin olun ki çok farklı bir ülke olurduk. Ama bu ülkenin insanlarını onlarca yıldır "sadaka ekonomisi" ile yönetmenin bir sonucu olarak, bu ülkede her kim bir makamda bir göreve gelse hemen "hayırsever-sever" damarları çıkıyor gün yüzüne. "En iyi yönetici en fazla yardım toplayabilen yöneticidir" gibi bir anlayış hakim toplumumuzda. Başka konuştuğumuz ne var ki zaten. Ülkenin en zengin iş insanları milyar dolarlık servetlerine servet katarken, her türlü lüks, şatafat ve israf üzerine kurulu yaşantıları ekonomi sayfalarının manşetlerini süslerken, zenginler için "vergiden kaçınma" yolları icat edip fakirlerin maaşları daha ellerine geçmeden vergileri tahsil edilirken, çıkıp bir de vatandaşlardan yardım toplamak, ilkel avcı-toplayıcı atalarımızın bile akıl edemeyeceği bir şeydir diye düşünüyorum.
Artık Kurban Bayramları'nın da tadı kalmadı. İnsanlar işin kolayına kaçıyor. Pek çok vatandaş kesilen kurbanlık hayvanı bir kez olsun bile görmüyor. Hem daha ucuza geliyor diye hem de zahmetsiz olduğu için kurbanını ya yurt içinde veya dışında kesilmesi için bir yardım kuruluşuna bağışlıyor ya da marketlerden veya cemaatlerden hisse satın alarak, hiç görmediği bir kurbanlığın etini kutu içinde evine teslim edildiğinde görüyor. Bu şekilde bayramın manevi atmosferi de hiç yaşanmamış ve hissedilmemiş olarak kalıyor. Ama bakıyorum ki bundan pek de şikayetçi olan kimse görünmüyor. Herkes ya yediği ete bakıyor ya da günün sonunda bu işten kazandığı paraya. Ve ben bundan çok rahatsızlık duyuyorum. Yıllar geçtikçe bayramların ne için bayram olduğu da asıl anlamını kaybediyor ya tatil için ya da ziyafet sofraları için bir fırsat olarak görülüyor.
Umut ediyorum, inşallah bir gün bayramlarımızı olması gerektiği gibi bir atmosferde ve olması gerektiği gibi bir manevi haz ile kutlarız. Sadece paranın, etin, kanın ve çevre kirliliğinin konuşulmadığı daha güzel bayramlar görmeyi umut ediyorum ve bu duygularla yazıma son veriyorum.
Bir başka konuda yine buluşmak dileğiyle, sağlıklı ve keyifli kalın.
-Allah'ın rızası için ağabey! diyordu. Oradan geçen fanatik bir Beşiktaşlı taraftar "Rıza" ismini duyunca birden galeyana gelir ve dilenciye sadaka verir.
Dilenci de adamın Beşiktaş'a olan zaafını anlayıp durumu fark edince başlar saymaya:
-Allah'ın Metin'i için ağabey, Allah'ın Ali'si için ağabey, Allah'ın Feyyaz'ı için ağabey. Fanatik taraftar isimleri duydukça bastırır parayı dilenciye.
O yıllarda çok konuşulmuştu bu skeç ve herkesin diline dolanmıştı. Ama bugün bu skeci hatırlamamın sebebi neymiş ondan bahsedeyim size.
Son yıllarda spor kulüplerinin yardım kampanyası düzenlemesine alışır olduk. Şimdi bu kervana bir de Beşiktaş Spor Kulübü katıldı. Yardım kampayasına verdikleri isim de "Bırakmam seni". (Skeçteki dilencinin taraftarı bırakmaması gibi.) Güya koskoca kulüp oldukça sıkıntılı bir dönem yaşıyormuş. Başkan Ahmet Nur Çebi'nin dediğine göre halihazırda borç 3.3 milyar TL'imiş, hatta yılsonuna kadar yeni gelir kalemleri yaratılmaz ise bu rakam 4 milyar TL olabilirmiş.
Şimdi gerçekten benim aklım almıyor bu işi. Tek işleri gelir toplamak olan bir kulüp nasıl olur da zarar eder ve hatta 3-4 milyar TL borç biriktirir. Tribün gelirleri, sponsorluk gelirleri, yayın gelirleri, lisans gelirleri, Kartal Yuvası gelirleri, fulbolcu satış ve kiralama gelirleri, bonservis gelirleri ve daha sayamadığım bir sürü gelirler nerelere harcanıyor da bu kadar borç birikiyor. Yani bir de bu kulüpleri yönetenler çok başarılı ve saygın iş insanları olarak biliniyor. Ben kendimi bildim bileli büyük takımlar sürekli borç batağında. Ya bu yöneticiler sanıldıkları kadar başarılı insanlar değillermiş ya da bu işin içinde bir bit yeniği var.
Sözlerim sadece Beşiktaş için değil, tüm büyük kulüplerde bunlarla karşılaşıyoruz. Her yeni gelen yönetici bir öncekini suçlayarak işe başlıyor. Sanki kulübü borçsuz devir alsaymış adam gibi yönetecekmiş gibi hepsi birbirlerini suçlamaktan öte başka bir şey yapmıyor. Daha geçen sene Fenerbahçe Spor Kulübü de "Fener ol" kampanyası düzenlemiş ve para toplamıştı. İşin trajikomik tarafı şu ki; Türkiye'nin en zengin ailesinin ve Türkiye'nin en zengin iş insanlarından biri olan Ali Koç'un yönettiği Fenerbahçe için asgari ücretle evini geçindiren ya da orta direk insanlardan yardım toplanmak isteniyor. Sonuçta kulübün açıklamasına göre 300 binden fazla taraftardan 15 milyon TL tutarında yardım toplanmış. Anlaşılan bu rakamlar Beşiktaşlı yöneticilerin de iştahını kabartmış.
Öyle de fiyakalı isimler buluyorlar ki yardım kampanyaları için, sanki kulüp batmış-bitmiş, yardım eden olmazsa yok olup gidecekmiş gibi trajik bir ortam hazırlanıyor. Futbolcuları için servet ödeyen kulüplerin yöneticileri, o büyük iş insanları ve aldıkları servet değerinde ücretlerini lüks otomobillere, pahalı giyim-kuşama ve gece hayatlarına harcayan futbolcular hiç utanmadan, sıkılmadan milletten yardım isteyebiliyorlar. Sanki çok kazandıkları zaman milleti kârlarına ortak ediyorlarmış da zarar ettikleri zaman milleti zararlarına ortak etmek için kampanyalar düzenliyorlar.
Aslında bu sadece spor kulüplerinin de değil, bu ülkede herhangi bir yerde yönetici olan herkes için geçerli bir durum. Ne için bu ülkede her zaman vatandaşlardan yardım toplanır ki? Deprem olur, sel olur, salgın olur ekonomik kriz çıkar devlet hemen "biz bize yeteriz" der ve milletten yardım toplamak ister, belediye başkanları "askıda fatura" "yardım kumanyası" diye isimlerle yardım toplamak ister, cemaatler, tarikatlar, örgütler ve bunlara ait vakıflar, dernekler, yardım kuruluşları zaten her zaman yardım toplamak için hazır ve nâzır beklemektedirler, bir de son yıllarda milyon dolarlık spor kulüpleri eklendi yardım toplama işlerine. Nasıl bir memleket olduk biz ya? Bu millet ne zaman kendisine "yardım eder misin" diye soran değil de "yardıma ihtiyacın var mı" diye soran yöneticiler ya da insanlar görecek.
Allah aşkına! bir kez olsun göreydim de öyle öleydim gözüm arkada kalmazdı böylece. Ya bir kez olsun bir göreyim şu cemaatlerin ve tarikatların liderlerinin, vatandaşların kapısını çalarak "yardıma ihtiyacınız var mı" diye sorduğunu. Bir spor kulübünün yöneticisinin de bir gün mağdur bir taraftarının kapısını çalıp "yardım ister misin" diye sormasını ya da devletin, vatandaşlarına bir numara vererek, "bu numaraya SMS atın, yardım kapınıza kadar gelsin" diye kampanya düzenlemesini ah bir göreydim, ne kadar çok mutlu olurdum.
Bakın şimdi göreceksiniz, Kurban Bayramı'na bir aydan biraz fazla bir zaman kaldı. Şimdi bu yardım istismarcılarına gün doğacak yine. Özellikle dini cemaatler ve tarikatlar daha şimdiden ellerini ovuşturmaya başlamışlardır. Kurbanlık satışları, hisse satışları, kesim ücretleri, canlı hayvan, hisse, sakatat ve deri bağışları derken bu işlerde dönen parayı çok merak ediyorum gerçekten. Bu adamlar ne için bu kadar çok istiyorlar bu vatandaşların kurban kesmesini ya da “hayırsever" olmasını bilen var mı? Daha önce de yazmıştım bu konuyla ilgili, ilkel "Avcı-toplayıcı" atalarımızdan kalan mirası bugün "tarikatlar ve cemaatler" üstlenmişler. Sanki cemaat ya da tarikat olmanın ilk ve olmazsa olmaz şartı bir "yardım derneği" kurmakmış gibi, üç kişi bir araya gelip bir cemaat kurmuş olsa hemen başlıyorlar yardım toplama faaliyetlerine. Kermesler, hayır çarşıları, burs yardımları, adak kurban bağışları, zekat, fitre, fidye, sadaka ve infak derken uzayıp gidiyor liste. Seç beğen bağışla. Sen "hayırsever" ol cemaatler ve tarikatlar da "hayırsever-sever" olsunlar.
Bu işler için harcanan emek ve özveri diğer işlere harcansaydı emin olun ki çok farklı bir ülke olurduk. Ama bu ülkenin insanlarını onlarca yıldır "sadaka ekonomisi" ile yönetmenin bir sonucu olarak, bu ülkede her kim bir makamda bir göreve gelse hemen "hayırsever-sever" damarları çıkıyor gün yüzüne. "En iyi yönetici en fazla yardım toplayabilen yöneticidir" gibi bir anlayış hakim toplumumuzda. Başka konuştuğumuz ne var ki zaten. Ülkenin en zengin iş insanları milyar dolarlık servetlerine servet katarken, her türlü lüks, şatafat ve israf üzerine kurulu yaşantıları ekonomi sayfalarının manşetlerini süslerken, zenginler için "vergiden kaçınma" yolları icat edip fakirlerin maaşları daha ellerine geçmeden vergileri tahsil edilirken, çıkıp bir de vatandaşlardan yardım toplamak, ilkel avcı-toplayıcı atalarımızın bile akıl edemeyeceği bir şeydir diye düşünüyorum.
Artık Kurban Bayramları'nın da tadı kalmadı. İnsanlar işin kolayına kaçıyor. Pek çok vatandaş kesilen kurbanlık hayvanı bir kez olsun bile görmüyor. Hem daha ucuza geliyor diye hem de zahmetsiz olduğu için kurbanını ya yurt içinde veya dışında kesilmesi için bir yardım kuruluşuna bağışlıyor ya da marketlerden veya cemaatlerden hisse satın alarak, hiç görmediği bir kurbanlığın etini kutu içinde evine teslim edildiğinde görüyor. Bu şekilde bayramın manevi atmosferi de hiç yaşanmamış ve hissedilmemiş olarak kalıyor. Ama bakıyorum ki bundan pek de şikayetçi olan kimse görünmüyor. Herkes ya yediği ete bakıyor ya da günün sonunda bu işten kazandığı paraya. Ve ben bundan çok rahatsızlık duyuyorum. Yıllar geçtikçe bayramların ne için bayram olduğu da asıl anlamını kaybediyor ya tatil için ya da ziyafet sofraları için bir fırsat olarak görülüyor.
Umut ediyorum, inşallah bir gün bayramlarımızı olması gerektiği gibi bir atmosferde ve olması gerektiği gibi bir manevi haz ile kutlarız. Sadece paranın, etin, kanın ve çevre kirliliğinin konuşulmadığı daha güzel bayramlar görmeyi umut ediyorum ve bu duygularla yazıma son veriyorum.
Bir başka konuda yine buluşmak dileğiyle, sağlıklı ve keyifli kalın.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
A.rezzak.demircan
ABDUREEZAK. Demircan