Araştırmadan, okumadan iş yapıyoruz
Aslında daha önce pek çok yazımda okuma oranlarının düşüklüğünden bahsetmiştim. Fakat okumamak ayrı bir dert, işi okumadan iş yapmak bambaşka bir dert. Bireyin şahsi olarak okuma yapmaması kendine zarar verir. Örneğin; kitap okumayan, gündemden bihaber, kendini geliştirmekten uzak bir birey sadece kendi yaşamını olumsuz etkiler. İş bulamaz, arkadaş problemi yaşar vs. Gerçi bunlar da uzun vadede ülkeye mâl olacak sorunlar çıkarabilir ama bir işin başındaki kişi o işten bihaberse işte o zaman bu ülke zarar görür, bu toplum zarar görür.
Gelişen dünyada her işin bir standardı, bir kılavuzu, bir rehberi, bir kanunu, yönetmeliği, yönergesi var. Fakat okumamak ruhumuza o kadar sirayet etmiş ki okumadan, anlamadan, araştırmadan el yordamı ile iş yapıyoruz. Tabiri caizse zifiri karanlık bir sokaktayız, elimizde el fenerimiz var ama el yordamıyla yolu bulmak için inat ediyoruz. Fakat bu sadece bizi değil, bizimle yola çıkan, bize güvenip o sokaktan geçen kişileri de etkiliyor…
Yaşım genç olmasına rağmen birçok toplulukta hem profesyonel anlamda hem de gönüllülük esasıyla görev aldım, almaya da devam ediyorum. Hadi iş ilişkisi olan kurumlar maddi kaygılarla işi profesyonel olarak kitabına, usulüne uygun yapmaya çalışıyorlar veya buna mecbur kalıyorlar ama özellikle gönüllülerle çalışan birkaç kalbur üstü sivil toplum kuruluşu hariç sivil toplum örgütleri atadan, dededen duydukları ve oradan buradan gördükleriyle iş yürütmeye çalışıyor. Fakat amaca ve hedefe göre uygulanacak metodun, yapılacak faaliyetin değiştiği unutuluyor. Ne tüzük okunuyor ne yönetmelik ne yönerge… Sadece diğer yapılardan kopyala-yapıştır usulüyle veya "Ben yaptım oldu" mantığıyla iş yürütülüyor…
Hani bir söz vardır ya "Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp" diye. Bizim bu kişileri eleştirmemizin sebebi bilmemeleri değil, öğrenmemeleri… Bir örnek üzerinden gidelim. Bir gençlik STK'sında görev değişikliği oluyor, yönetim değişiyor. Yeni gelen yönetimin normalde yapması gereken bu yapının bir tüzüğünü alıp okumak, bu yapının faaliyet alanı ile ilgili araştırmalar yapmak, makaleler okumaktır. Fakat bunlar bir "angarya" olarak görüldüğünden akıllarına ne gelirse onu yapıyorlar. Ya hu biz 21. yüzyıldayız… Fikirler değişiyor, insan yapıları değişiyor, uygulama esasları değişiyor. Ama sen inatla bu yapıyı 20 yıl önceki esaslara göre yönetmeye kalkarsan bu yapı çöker.
Günümüzde en çok konuşulan mevzu Z Kuşağı. Fakat Z kuşağından ve isteklerinden bihaber "gençlik" yapılanmaları var, katılımcılık ilkesinden bihaber STK'lar var. Oysaki STK'ların vazgeçilmez ilkelerindendir katılımcılık ilkesi. Ama bizler inatla yukarıda da verdiğim örnekteki gibi el fenerini yakmadan, "Ben kendi hislerimle yolu bulurum" diyerek iş yapma niyetindeyiz.
Artık değişmemiz gerekiyor. Avrupa Birliği'ne girişi konuştuğumuz, ülkemizin kalkınmasını konuştuğumuz bu çağda el yordamıyla hareket edemeyiz. Kalkınma da AB'ye üyelik de sadece devletlerin, hükümetlerin, siyasilerin çalışmalarıyla olmaz; toplumun bütün kesimlerinin bu uğurda çabalaması ile olur. Aldığımız görevlerin hakkını vermek boynumuzun borcudur. Bunun için de araştırmak, okumak, uyarlamak, uygulamak gerekir.
Gençlik STK'ları üzerinden örnek vermeye devam edecek olursak bir gençlik yapılanması; Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın politikaları ve çalışmalarının ne olduğu, gençlik çalışmalarının ne olduğu, gençlik politikalarının ne olduğu, bu süreçlere gençlerin nasıl entegre edilebileceği, gençlerin daha katılımcı olması için kapasitelerinin nasıl geliştirileceği, Avrupa'da bu bağlamda neler yapıldığı konusunda araştırmalar yapması, bilgi sahibi olması gerekir. Elbette ki bu "Onlar ne yapıyorsa biz de onu yapalım" anlamına gelmez. Burada da sentezlemek işin içine girer. Araştırmadan elde edilen sonuçlar, hedef kitlenin mevcut durumu, değerleri vs. ile karşılaştırılır ve mevcut kitleye uygun bir strateji ortaya çıkar.
Vel hasıl; gelişmek istiyorsak okumalı, araştırmalı, sentezlemeli, uyarlamalı ve uygulamalıyız. Çok güzel bir söz duymuştum. Diyor ki "Daha önce yapılanları taklit ederek farklı bir sonuca ulaşamazsınız". Araştırdığımız, okuduğumuz ve gösteriş için değil, gerçekten çalıştığımız görevlerde bulunmak, buluşmak dileğiyle…
Gelişen dünyada her işin bir standardı, bir kılavuzu, bir rehberi, bir kanunu, yönetmeliği, yönergesi var. Fakat okumamak ruhumuza o kadar sirayet etmiş ki okumadan, anlamadan, araştırmadan el yordamı ile iş yapıyoruz. Tabiri caizse zifiri karanlık bir sokaktayız, elimizde el fenerimiz var ama el yordamıyla yolu bulmak için inat ediyoruz. Fakat bu sadece bizi değil, bizimle yola çıkan, bize güvenip o sokaktan geçen kişileri de etkiliyor…
Yaşım genç olmasına rağmen birçok toplulukta hem profesyonel anlamda hem de gönüllülük esasıyla görev aldım, almaya da devam ediyorum. Hadi iş ilişkisi olan kurumlar maddi kaygılarla işi profesyonel olarak kitabına, usulüne uygun yapmaya çalışıyorlar veya buna mecbur kalıyorlar ama özellikle gönüllülerle çalışan birkaç kalbur üstü sivil toplum kuruluşu hariç sivil toplum örgütleri atadan, dededen duydukları ve oradan buradan gördükleriyle iş yürütmeye çalışıyor. Fakat amaca ve hedefe göre uygulanacak metodun, yapılacak faaliyetin değiştiği unutuluyor. Ne tüzük okunuyor ne yönetmelik ne yönerge… Sadece diğer yapılardan kopyala-yapıştır usulüyle veya "Ben yaptım oldu" mantığıyla iş yürütülüyor…
Hani bir söz vardır ya "Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp" diye. Bizim bu kişileri eleştirmemizin sebebi bilmemeleri değil, öğrenmemeleri… Bir örnek üzerinden gidelim. Bir gençlik STK'sında görev değişikliği oluyor, yönetim değişiyor. Yeni gelen yönetimin normalde yapması gereken bu yapının bir tüzüğünü alıp okumak, bu yapının faaliyet alanı ile ilgili araştırmalar yapmak, makaleler okumaktır. Fakat bunlar bir "angarya" olarak görüldüğünden akıllarına ne gelirse onu yapıyorlar. Ya hu biz 21. yüzyıldayız… Fikirler değişiyor, insan yapıları değişiyor, uygulama esasları değişiyor. Ama sen inatla bu yapıyı 20 yıl önceki esaslara göre yönetmeye kalkarsan bu yapı çöker.
Günümüzde en çok konuşulan mevzu Z Kuşağı. Fakat Z kuşağından ve isteklerinden bihaber "gençlik" yapılanmaları var, katılımcılık ilkesinden bihaber STK'lar var. Oysaki STK'ların vazgeçilmez ilkelerindendir katılımcılık ilkesi. Ama bizler inatla yukarıda da verdiğim örnekteki gibi el fenerini yakmadan, "Ben kendi hislerimle yolu bulurum" diyerek iş yapma niyetindeyiz.
Artık değişmemiz gerekiyor. Avrupa Birliği'ne girişi konuştuğumuz, ülkemizin kalkınmasını konuştuğumuz bu çağda el yordamıyla hareket edemeyiz. Kalkınma da AB'ye üyelik de sadece devletlerin, hükümetlerin, siyasilerin çalışmalarıyla olmaz; toplumun bütün kesimlerinin bu uğurda çabalaması ile olur. Aldığımız görevlerin hakkını vermek boynumuzun borcudur. Bunun için de araştırmak, okumak, uyarlamak, uygulamak gerekir.
Gençlik STK'ları üzerinden örnek vermeye devam edecek olursak bir gençlik yapılanması; Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın politikaları ve çalışmalarının ne olduğu, gençlik çalışmalarının ne olduğu, gençlik politikalarının ne olduğu, bu süreçlere gençlerin nasıl entegre edilebileceği, gençlerin daha katılımcı olması için kapasitelerinin nasıl geliştirileceği, Avrupa'da bu bağlamda neler yapıldığı konusunda araştırmalar yapması, bilgi sahibi olması gerekir. Elbette ki bu "Onlar ne yapıyorsa biz de onu yapalım" anlamına gelmez. Burada da sentezlemek işin içine girer. Araştırmadan elde edilen sonuçlar, hedef kitlenin mevcut durumu, değerleri vs. ile karşılaştırılır ve mevcut kitleye uygun bir strateji ortaya çıkar.
Vel hasıl; gelişmek istiyorsak okumalı, araştırmalı, sentezlemeli, uyarlamalı ve uygulamalıyız. Çok güzel bir söz duymuştum. Diyor ki "Daha önce yapılanları taklit ederek farklı bir sonuca ulaşamazsınız". Araştırdığımız, okuduğumuz ve gösteriş için değil, gerçekten çalıştığımız görevlerde bulunmak, buluşmak dileğiyle…
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
Yusuf ÖZEN