Bir zamanlar pasaport çilesi
Bu hafta kaleme aldığım yazımda gene bu minval üzere sizlere eski günlerden,Türkiye’de bir pasaport almanın bile çileye dönüştüğü o günlerden bahsetmek istiyorum.
Genç kardeşlerimiz şimdi “Ne çilesi, pasaport almanın neresi zor?” diyeceklerdir. Haklılar. Ben de zaten günümüzden bahsetmiyorum.
Sene 1985. Evimize sarı renkli bir zarf gelmişti. Babamız Harun Efendi zarfı alıp açtı, gözlerinde biraz sevinç ve biraz da hüzün vardı.
Bizlere dönüp beş dakika yalnız kalmak istediğini söyledi. Validemiz merak içindeydi, mektupta ne vardı, babam neden yalnız kalmak istemişti?
Merakımı gidermek için dayanamayıp odanın kapısından hafifçe içeri baktım, babamız namaz kılıyordu. Henüz öğlen namazının vakti girmemişti. ”Bu ne namazı ki ?“ dedim kendi kendime.
Namazı bitince babamız kapıyı açarak bize o güzel müjdeyi verdi, ”Hadi bakalım, artık Türk vatandaşı olduk. Gelen zat valilikten, bizi vatandaşlığa kabul etmişler.”
9 sene gibi çileli ve uzun bir süreden sonra Allah’a şükür Türk Vatandaşı olmuştuk.
Hiç unutmuyorum o gün bizim için adeta bir bayram günüydü. İçimizdeki bu sevinç, hüzünle karışık buruk bir sevinçti.
Acı veren şey şuydu ki; Osmanoğlu ailesi 623 yıllık mazisi olan Türk oğlu Türk bir aile olmasına rağmen 1974’te çıkan af yasası vatandaşlık alma haklarımızı kapsamıyor, sadece Türkiye’ye giriş çıkışımıza izin veriyordu.
Biz vatandaşlık için ilk başvurumuzu 1976’da yaptık. 1979’da dosya kayboldu. 1980’de tekrar başvurduk ve dosya tekrar kayboldu.
Tabi başvurular da böyle burada yazdığım gibi basit olmuyor. Her biri için dilekçe yazılıyor, masrafı, eziyeti ayrı.
O dönem artık ümidimizi kesmiştik. Ta ki merhum Turgut Özal başbakan olana kadar. Sayın Özal’ın her nasılsa bizden haberi olmuş ve dönemin Cumhurbaşkanı olan Kenan Evren’e çıkarak “Bu ailenin vatandaşlığını verelim.” diyerek izin istemiş. Evren önce karşı çıkmış, tıpkı daha öncekilerde olduğu gibi.
“Tarih tekerrürdür“ derler ya, yıllar önce 1952 de rahmetli sayın Adnan Menderes kendi döneminde Osmanlı Hanedanını yurda getirmek için Cumhurbaşkanı Celal Bayar’dan izin istediğinde Bayar buna şiddetle karşı çıkarak “Aman başvekil Menderes Bey siz ne yapmak istersiniz, tekrar Osmanlı’yı getirmek mi istersiniz? Vallahi seni de beni de asarlar!..” diyerek reddetmiş .
Menderes ise “Bu izin çıkmazsa lütfen benim istifamı kabul edin” demiş ve nihayetinde 1952’de sadece kadınlara kısmi bir af çıkartılmıştı.
Celal Bayar söylediğinde haklıydı, o gün Menderese darbe yapan zihniyet öyleydi ve rahmetli Menderes’in asılma nedenlerinden biriydi Osmanlıcı oluşu.
İşte dostlarım, Merhum Turgut Özal da cumhurbaşkanı ile kapalı kapılar ardında neler konuştu bilinmez ama çok ısrar ettiğini daha sonra katıldığı özel bir sohbette dile getirmiş.
Velhasıl biz zarfı aldık doğruca valiliğe gittik ve artık Türk vatandaşı olduk. Benim asla unutamayacağım tarihlerden biridir bu tarih, Kasım 1985.
O tarihte ben bir çocuk giyim firmasında ihracata bakıyor ve tercümanlık yapıyordum. Patronlarım beni kaçak çalıştırıyorlardı, bu onlar için de bir sorundu, benim için de.
Bazen diğer arap ülkelerine gidip mal satmamı istiyorlardı ama bu mümkün olmuyordu, ne kimlik vardı, ne pasaport, ne vatandaşlık.
Taşıdığım kimlik yerine geçen belgenin ise oturumu bittiğinde Türkiye dışına çıktığım anda polisler tutuklayıp beni Suriye’ye gönderirlerdi.
İşte biz böyle bir zamanda vatandaş olduk.
Ben kimliğimi aldığım gibi ertesi gün hemen pasaport almak için yola koyuldum.
O zamanlar pasaport veren tek bir yer vardı o da İstanbul’da valiliğin yanındaki binaydı. Yabancılar şubesi.
Şubeye gittim iki resim ve kimliğim de yanımdaydı. İçeri girebilmem 20 dakikayı buldu. Öyle bir sıra vardı ki, giriş tıklım tıklımdı. İçeri girdikten sonra bir polis memuruna sordum beni tersleyerek “Git başımdan, duvardaki talimatı oku” dedi.
Duvarda bir talimat yoktu, fakat girişte bir talimat vardı. Pasaport almak için istenen belgeler diye sıralanmış;
1- Sarı bir zarf
2- Bilgi formu (5 sayfalık)
3- Nüfus cüzdanı aslı ve fotokopisi
4- Altı resim
5- Nüfus kütüğünü gösteren belge
6- Askerlik durumunu gösterir belge
7- Ne iş yaptığınıza dair bir belge
8- Öğrenciyseniz öğrencilik durumunuzu gösterir belge
9- Neden pasaport aldığınıza dair ve hangi ülkelere gideceğinizi belirten bir dilekçe
10- Harç ücreti makbuzu
Evet dostlarım bunların hepsi gerçek ve bizzat kendi şahit olduğum bir olaydır. Sizlere tuhaf gelebilir ama 1980 Türkiyesinde pasaport almak için bütün bunlar gerekliydi. O dönemde yaşamış olanlarınız hatırlayacaktır.
Evrakları hazırlamaya başladım. İlk olarak form doldurma işlemi şubede yapılıyordu, form ve zarflar şubede parayla satılıyordu.
Sonrasında tek tek diğerlerini hazırladım. Hepsini tamam etmek ise neredeyse bir haftamı almıştı.
Pasaport alabilmek için bu on maddeyi hazırlayıp Cuma günü Cuma namazını kıldıktan sonra tekrar şubeye gittim. Şubeye girdiğimde saat 13.30 civarıydı. Her zamanki gibi sıra vardı ve sıranın bana gelmesi tam üç saat sürdü. 16.30 gibi sıra bana geldi, evrakları memura uzattım fakat memur “Kapattık pazartesi gelin” dedi. Ben “bir haftadır evrak temini için uğraştım, mesaiyi beşte bitirin bunları da alıverin” desem de dinlemedi.
Çok canım sıkılmıştı. Aklıma Suriye gelmişti. Suriye’de o yıllarda geri kalmış bir ülke olmasına rağmen böyle eziyet görmemiştik.
Pazartesi sabahı tam 8.30’da tekrar geldim. Kalabalık aynı kalabalıktı hatta hafta başı olduğu için daha fazlaydı. Sanki bütün İstanbul pasaport almaya gelmişti, uzun uzun kuyruklar vardı.
Tam sıra bana geldiğinde saat 12 oldu ve memur öğle tatili diyerek kapattı. Öğle tatilinin ardından nihayet evrakları memura verdim.
Polis memuru evrakları tek tek inceledi. Elinde kırmızı bir kalem vardı. Sıra doldurduğum forma gelince “Evrakların tamam lakin forma gideceğin yeri yazmamışsın” dedi.
Ben çok şaşırdım. Bu uygulama dikta komünist rejimlerde olurdu. Mesela Suriye’de sorarlardı çünkü Irak gibi, İsrail gibi gidilmesi yasak ülkeler vardı.
Ne tuhaftı. Burdaki uygulamanın da öyle olup olmadığını sordum, polis beni azarladı “Sen bana işimi mi öğreteceksin? Gideceğin ülkeleri yazman lazım!” diyerek dosyayı önüme fırlattı. ”Doldur öyle gel” dedi.
Ben nazikçe özür dileyerek “Şimdi doldurup vereyim, çok sıra bekledim“ dedim. Memnuniyetsiz de olsa ses çıkarmadı. Ben hemen doldurmaya başladım.
Aklıma gelen ilk ülke Suudi Arabistan ve Dubai’ydi. Ben onları yazarken memur hemen atılıp “cahil çocuk bu ülkeler vize ister“ dedi. Çok şaşırmıştım, o anda ”evet vize isterler ama size ne, sen pasaportu ver vize sonraki iş“ demek istedim ama demedim.
Bana dosyayı tekrar fırlattı, geri aldım ve kendi kendime “Ne yapacağım Allahım ben, bu nasıl bir eziyet” diyordum. Dosyayla birlikte bekleme salonuna döndüm ki hınca hınç doluydu her zamanki gibi.
İnsanlar içeride sigara içiyorlar ve dumandan durulaccak gibi değildi.
Bir ara çaycı geldi, çay dağıtıyordu. Tabi ki bizlere değil, görevlilere, memurlara. Tepsisinde ıhlamur, çay, adaçayı ve önlüğünün cebinde ise sigara paketleri vardı. Geleneksel bir mahalle kahvesi gibiydi ortam.
Çaycıyı çağırdım, bir ıhlamur istedim “yasak!“ dedi. Ben artık yasak masak dinlemedim, çaycıya “kaç liraysa iki katını vereyim” dedim. Çaycı bunu duyunca hemen uzattı ve bana neden üzgün olduğumu sordu. Ben durumumu anlattım dinledi ve güldü.
Bana “Güzel kardeşim sen varlıklı bir çocuğa benziyorsun, baksana ıhlamur için bile iki kat ödedin. Sen bana para ver ben dosyanı içeri sokarım, bu benim ek işim.” dedi.
Neden niçin diye sormadım, tek istediğim pasaportu almaktı. Çıkarıp verdim, dosyayı aldı beş dakika sonra bana bir fiş getirdi ve “Hadi hayırlı olsun, onbeş gün sonra gel pasaportunu al” dedi. Fişin üzerinde de onbeş gün sonraki yani pasaportun verileceği tarih yazıyordu.
Değerli dostlarım işte ben ilk pasaportumu böylesine zor ve çileli bir şekilde almıştım. O yıllar insanların hastane kuyruklarında fenalaştığı hatta öldüğü yıllardı.
2010‘ da yeni pasaport almamız gerekiyordu ama benim aklım o beklediğim kuyruklarda olduğu için aynısı olur diye korkuyordum. Fakat çok daha kolay oldu.
Sadece ilçe emniyetine gittim nüfus cüzdanı, 4 resim ve harç ücretini verip bir form doldurduktan sonra on gün içinde pasaportum eve geldi. Çok şaşırmıştım tabi.
Sonra bu pasaportumun sayfalarında yer kalmadığı için ikinci bir pasaport başvurusu yaptım. Tabi ki ikinci pasaportu taşıma yasası 1985-90’da yoktu. Eski pasaportu alırlar ya da üzerine iptal yazıp öyle verirlerdi.
Evet dostlarım çok fazla uzatıp sizleri sıkmak istemiyorum. Günümüzde pasaport almak ne kadar kolay hepiniz bilirsiniz. Ben burda anlatmayacağım lakin şunu söylemek istiyorum ki her iki dönemi yaşamış biri olarak Allah bu ülkeye, bu millete o günleri bir daha yaşatmasın.
Allah’a emanet olunuz!
Genç kardeşlerimiz şimdi “Ne çilesi, pasaport almanın neresi zor?” diyeceklerdir. Haklılar. Ben de zaten günümüzden bahsetmiyorum.
Sene 1985. Evimize sarı renkli bir zarf gelmişti. Babamız Harun Efendi zarfı alıp açtı, gözlerinde biraz sevinç ve biraz da hüzün vardı.
Bizlere dönüp beş dakika yalnız kalmak istediğini söyledi. Validemiz merak içindeydi, mektupta ne vardı, babam neden yalnız kalmak istemişti?
Merakımı gidermek için dayanamayıp odanın kapısından hafifçe içeri baktım, babamız namaz kılıyordu. Henüz öğlen namazının vakti girmemişti. ”Bu ne namazı ki ?“ dedim kendi kendime.
Namazı bitince babamız kapıyı açarak bize o güzel müjdeyi verdi, ”Hadi bakalım, artık Türk vatandaşı olduk. Gelen zat valilikten, bizi vatandaşlığa kabul etmişler.”
9 sene gibi çileli ve uzun bir süreden sonra Allah’a şükür Türk Vatandaşı olmuştuk.
Hiç unutmuyorum o gün bizim için adeta bir bayram günüydü. İçimizdeki bu sevinç, hüzünle karışık buruk bir sevinçti.
Acı veren şey şuydu ki; Osmanoğlu ailesi 623 yıllık mazisi olan Türk oğlu Türk bir aile olmasına rağmen 1974’te çıkan af yasası vatandaşlık alma haklarımızı kapsamıyor, sadece Türkiye’ye giriş çıkışımıza izin veriyordu.
Biz vatandaşlık için ilk başvurumuzu 1976’da yaptık. 1979’da dosya kayboldu. 1980’de tekrar başvurduk ve dosya tekrar kayboldu.
Tabi başvurular da böyle burada yazdığım gibi basit olmuyor. Her biri için dilekçe yazılıyor, masrafı, eziyeti ayrı.
O dönem artık ümidimizi kesmiştik. Ta ki merhum Turgut Özal başbakan olana kadar. Sayın Özal’ın her nasılsa bizden haberi olmuş ve dönemin Cumhurbaşkanı olan Kenan Evren’e çıkarak “Bu ailenin vatandaşlığını verelim.” diyerek izin istemiş. Evren önce karşı çıkmış, tıpkı daha öncekilerde olduğu gibi.
“Tarih tekerrürdür“ derler ya, yıllar önce 1952 de rahmetli sayın Adnan Menderes kendi döneminde Osmanlı Hanedanını yurda getirmek için Cumhurbaşkanı Celal Bayar’dan izin istediğinde Bayar buna şiddetle karşı çıkarak “Aman başvekil Menderes Bey siz ne yapmak istersiniz, tekrar Osmanlı’yı getirmek mi istersiniz? Vallahi seni de beni de asarlar!..” diyerek reddetmiş .
Menderes ise “Bu izin çıkmazsa lütfen benim istifamı kabul edin” demiş ve nihayetinde 1952’de sadece kadınlara kısmi bir af çıkartılmıştı.
Celal Bayar söylediğinde haklıydı, o gün Menderese darbe yapan zihniyet öyleydi ve rahmetli Menderes’in asılma nedenlerinden biriydi Osmanlıcı oluşu.
İşte dostlarım, Merhum Turgut Özal da cumhurbaşkanı ile kapalı kapılar ardında neler konuştu bilinmez ama çok ısrar ettiğini daha sonra katıldığı özel bir sohbette dile getirmiş.
Velhasıl biz zarfı aldık doğruca valiliğe gittik ve artık Türk vatandaşı olduk. Benim asla unutamayacağım tarihlerden biridir bu tarih, Kasım 1985.
O tarihte ben bir çocuk giyim firmasında ihracata bakıyor ve tercümanlık yapıyordum. Patronlarım beni kaçak çalıştırıyorlardı, bu onlar için de bir sorundu, benim için de.
Bazen diğer arap ülkelerine gidip mal satmamı istiyorlardı ama bu mümkün olmuyordu, ne kimlik vardı, ne pasaport, ne vatandaşlık.
Taşıdığım kimlik yerine geçen belgenin ise oturumu bittiğinde Türkiye dışına çıktığım anda polisler tutuklayıp beni Suriye’ye gönderirlerdi.
İşte biz böyle bir zamanda vatandaş olduk.
Ben kimliğimi aldığım gibi ertesi gün hemen pasaport almak için yola koyuldum.
O zamanlar pasaport veren tek bir yer vardı o da İstanbul’da valiliğin yanındaki binaydı. Yabancılar şubesi.
Şubeye gittim iki resim ve kimliğim de yanımdaydı. İçeri girebilmem 20 dakikayı buldu. Öyle bir sıra vardı ki, giriş tıklım tıklımdı. İçeri girdikten sonra bir polis memuruna sordum beni tersleyerek “Git başımdan, duvardaki talimatı oku” dedi.
Duvarda bir talimat yoktu, fakat girişte bir talimat vardı. Pasaport almak için istenen belgeler diye sıralanmış;
1- Sarı bir zarf
2- Bilgi formu (5 sayfalık)
3- Nüfus cüzdanı aslı ve fotokopisi
4- Altı resim
5- Nüfus kütüğünü gösteren belge
6- Askerlik durumunu gösterir belge
7- Ne iş yaptığınıza dair bir belge
8- Öğrenciyseniz öğrencilik durumunuzu gösterir belge
9- Neden pasaport aldığınıza dair ve hangi ülkelere gideceğinizi belirten bir dilekçe
10- Harç ücreti makbuzu
Evet dostlarım bunların hepsi gerçek ve bizzat kendi şahit olduğum bir olaydır. Sizlere tuhaf gelebilir ama 1980 Türkiyesinde pasaport almak için bütün bunlar gerekliydi. O dönemde yaşamış olanlarınız hatırlayacaktır.
Evrakları hazırlamaya başladım. İlk olarak form doldurma işlemi şubede yapılıyordu, form ve zarflar şubede parayla satılıyordu.
Sonrasında tek tek diğerlerini hazırladım. Hepsini tamam etmek ise neredeyse bir haftamı almıştı.
Pasaport alabilmek için bu on maddeyi hazırlayıp Cuma günü Cuma namazını kıldıktan sonra tekrar şubeye gittim. Şubeye girdiğimde saat 13.30 civarıydı. Her zamanki gibi sıra vardı ve sıranın bana gelmesi tam üç saat sürdü. 16.30 gibi sıra bana geldi, evrakları memura uzattım fakat memur “Kapattık pazartesi gelin” dedi. Ben “bir haftadır evrak temini için uğraştım, mesaiyi beşte bitirin bunları da alıverin” desem de dinlemedi.
Çok canım sıkılmıştı. Aklıma Suriye gelmişti. Suriye’de o yıllarda geri kalmış bir ülke olmasına rağmen böyle eziyet görmemiştik.
Pazartesi sabahı tam 8.30’da tekrar geldim. Kalabalık aynı kalabalıktı hatta hafta başı olduğu için daha fazlaydı. Sanki bütün İstanbul pasaport almaya gelmişti, uzun uzun kuyruklar vardı.
Tam sıra bana geldiğinde saat 12 oldu ve memur öğle tatili diyerek kapattı. Öğle tatilinin ardından nihayet evrakları memura verdim.
Polis memuru evrakları tek tek inceledi. Elinde kırmızı bir kalem vardı. Sıra doldurduğum forma gelince “Evrakların tamam lakin forma gideceğin yeri yazmamışsın” dedi.
Ben çok şaşırdım. Bu uygulama dikta komünist rejimlerde olurdu. Mesela Suriye’de sorarlardı çünkü Irak gibi, İsrail gibi gidilmesi yasak ülkeler vardı.
Ne tuhaftı. Burdaki uygulamanın da öyle olup olmadığını sordum, polis beni azarladı “Sen bana işimi mi öğreteceksin? Gideceğin ülkeleri yazman lazım!” diyerek dosyayı önüme fırlattı. ”Doldur öyle gel” dedi.
Ben nazikçe özür dileyerek “Şimdi doldurup vereyim, çok sıra bekledim“ dedim. Memnuniyetsiz de olsa ses çıkarmadı. Ben hemen doldurmaya başladım.
Aklıma gelen ilk ülke Suudi Arabistan ve Dubai’ydi. Ben onları yazarken memur hemen atılıp “cahil çocuk bu ülkeler vize ister“ dedi. Çok şaşırmıştım, o anda ”evet vize isterler ama size ne, sen pasaportu ver vize sonraki iş“ demek istedim ama demedim.
Bana dosyayı tekrar fırlattı, geri aldım ve kendi kendime “Ne yapacağım Allahım ben, bu nasıl bir eziyet” diyordum. Dosyayla birlikte bekleme salonuna döndüm ki hınca hınç doluydu her zamanki gibi.
İnsanlar içeride sigara içiyorlar ve dumandan durulaccak gibi değildi.
Bir ara çaycı geldi, çay dağıtıyordu. Tabi ki bizlere değil, görevlilere, memurlara. Tepsisinde ıhlamur, çay, adaçayı ve önlüğünün cebinde ise sigara paketleri vardı. Geleneksel bir mahalle kahvesi gibiydi ortam.
Çaycıyı çağırdım, bir ıhlamur istedim “yasak!“ dedi. Ben artık yasak masak dinlemedim, çaycıya “kaç liraysa iki katını vereyim” dedim. Çaycı bunu duyunca hemen uzattı ve bana neden üzgün olduğumu sordu. Ben durumumu anlattım dinledi ve güldü.
Bana “Güzel kardeşim sen varlıklı bir çocuğa benziyorsun, baksana ıhlamur için bile iki kat ödedin. Sen bana para ver ben dosyanı içeri sokarım, bu benim ek işim.” dedi.
Neden niçin diye sormadım, tek istediğim pasaportu almaktı. Çıkarıp verdim, dosyayı aldı beş dakika sonra bana bir fiş getirdi ve “Hadi hayırlı olsun, onbeş gün sonra gel pasaportunu al” dedi. Fişin üzerinde de onbeş gün sonraki yani pasaportun verileceği tarih yazıyordu.
Değerli dostlarım işte ben ilk pasaportumu böylesine zor ve çileli bir şekilde almıştım. O yıllar insanların hastane kuyruklarında fenalaştığı hatta öldüğü yıllardı.
2010‘ da yeni pasaport almamız gerekiyordu ama benim aklım o beklediğim kuyruklarda olduğu için aynısı olur diye korkuyordum. Fakat çok daha kolay oldu.
Sadece ilçe emniyetine gittim nüfus cüzdanı, 4 resim ve harç ücretini verip bir form doldurduktan sonra on gün içinde pasaportum eve geldi. Çok şaşırmıştım tabi.
Sonra bu pasaportumun sayfalarında yer kalmadığı için ikinci bir pasaport başvurusu yaptım. Tabi ki ikinci pasaportu taşıma yasası 1985-90’da yoktu. Eski pasaportu alırlar ya da üzerine iptal yazıp öyle verirlerdi.
Evet dostlarım çok fazla uzatıp sizleri sıkmak istemiyorum. Günümüzde pasaport almak ne kadar kolay hepiniz bilirsiniz. Ben burda anlatmayacağım lakin şunu söylemek istiyorum ki her iki dönemi yaşamış biri olarak Allah bu ülkeye, bu millete o günleri bir daha yaşatmasın.
Allah’a emanet olunuz!
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.