Ölmeden mezara konulanların destanı
Rivayet odur ki, iki büyük mutasavvıf Mevlana ve Yunus Emre hazretleri zamanın birinde karşılaşırlar. Hz. Mevlana Divan_ı Kebir adlı eserinden bahis açarak Yunus’a der ki;
- Hazret Divanımı nasıl buldunuz..?
Büyük Yunus:
- Çok güzel, ama biraz uzun tutmuşsunuz sanki, pirim..!
Pir-i Mevlevi yeniden sorar:
- Ya, nasıl olmalıydı sizce üstadım?
- Ben olsam "ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm der ve bitirirdim" diye karşılık verir Yunus, o kendisine mahsus halk bilgeliğiyle..!
İşte şu yukarıdaki ağıt/türkü de; ciltlere sığmayan şanlı zaferler tarihimizin ete kemiğe bürünmüş bir muhassalası olan Çanakkale Zaferinin, Hazreti Yunus gönüllü, belki okul görmemiş ama "güngörmüş" halkımızın Çanakkale’yi Yunusça özetleyen bilgeliğinin bir tezahürüdür. Bu bilgelik Anadolu’nun bağrı yanık fedailerinde öyle yer etmiştir ki, onlar cephelerde göğüs göğse savaştığı düşmanlarına karşı dahi bu bilgelikten asla vaz geçmemişlerdir.
İnsan sormadan edemiyor ..!
- Ey şanı kendinden, kendisi şanından yüce Mehmetçik..!
- Neydi sana o necip asaleti veren ki; bir saniye önce canına kast eden düşmanına bile merhamet gösterebildin..?
- Senin ruhunu hangi gönüller besledi ki; yağmur gibi yağan düşman kurşunlarının üstüne sevgiliye koşar gibi gidebildin…?
Çanakkale Deniz ve Kara Zaferi Mehmetçiğin onlarcası tarihte kayıtlı utkularından 20. Yüzyılın hemen başına tesadüf eden yeni bir destanıdır. Hem de her satırı kanla, imanla ve hatta iz’an ve insafla yazılmış bir destan..!
Çanakkale; bizim Orta Asya steplerinde tanışıp Ön Asya’nın bozkırlarında adeta ruhumuza nakşettiğimiz değerlerin tüm haşmetiyle rol aldığı bir sahnedir ki, her anı bir insaniyet dersiyle doludur.
Çanakkale, Malazgirt’te başlayıp İznik’te eğlenen, Söğüt’te başlayıp Viyana önlerinde dinlenen milletimizin kendisini ölmeden mezara koymak isteyenlere karşı şahlanışının adıdır. Bu şahlanış o kadar azimdir ki, milletimize sadece Çanakkale Zaferini değil Kurtuluş Savaşını bile kazanmaya yetecek bir ruh kudreti vermiştir. Onun içindir ki Cihan Harbi sonrasındaki İstiklal Mücadelemiz için, askeri safhası itibariyle Çanakkale’de başlayıp Dumlupınar’da bitmiş bir muharebedir dersek yanlış söylemiş olmayız.
Yıl 2001, Kırklareli-Babaeski’de kısa dönem askerlik yapıyorum. Rutin sabah içtimalarından birisinde Binbaşı rütbeli kışla komutanımız bölükleri teftiş ediyor. Her birimize isimlerimizi ve bilhassa kısa dönem erlere mesleklerini soruyor. Sıra bana geldiğinde Binbaşının;
- "Mesleğin nedir, asker..?" sorusuna;
- "Tarih Öğretmeniyim, komutanım..!" diye mukabelede bulununca aramızda tarihe dair küçük bir musahabe cereyan ediyor. Aylardan Mart ayı ve Çanakkale Deniz Zaferimizin sene-i devriyesinin hemen sonrası bir zaman diliminde olduğumuzdan sözü dönüp dolaşıp Çanakkale Savaşlarına getiriyor komutan;
- "Çanakkale’de 250.000 Mehmetçiği boş yere şehit verdik tarihçi, bana sorarsan..!" diyor.
- "Niçin komutanım..?" diye karşılık veriyorum. Komutanımız:
- "Biz İtilaf Devletleri İstanbul’u işgal etmesinler diye kurban etmedik mi o kadar Mehmetçiği...?" diyor, ben başımla tasdik edince de devam ediyor sözlerine:
- "Yıl 1915 "Çanakkale Geçilmez" dedik; düşman yol bulamadı İstanbul’a; ama bundan üç sene sonra tarihler 1918’i gösteriyordu ve düşman "Geçilmez" denilen Çanakkale’yi elini kolunu sallayarak geçmişti ve İstanbul’daydı!"
- …
- "Şimdi söyler misin bana Hoca, Çanakkale nasıl geçilmez..?"
Komutanımızın bu fikri ilk duyulmuş bir iddia değildi benim için. Hatta bu açıdan bakılınca kendi içinde iddia doğru olmasa dahi hiç olmazsa tutarlı sayılabilirdi. Namlularını Devletimizin Boğaz’a nazır sarayına çevirerek, "Mondros’a/Sevr’e mugayir bir hareketiniz olursa sarayınızı da tüm şehri de hak ile yeksan ederim!" dercesine tüm Osmanlı’yı tehdit eden İngiliz ve Fransız ağırlıklı işgal donanması nihayetinde 16 Mart 2020’de fiili işgali resmiye dönüştürmüş ve İstanbul işgal de dilmişti. Bu sebeple biraz düşünüp;
- "Komutanım, ifade ettiğiniz zaviyeden belki söyledikleriniz de haklılık payı vardır ama, bilmez misiniz ki Çanakkale Zaferi olmasaydı Kurtuluş Savaşı olamazdı. Çünkü millet; Kurtuluş Savaşında mücadele edecek gücü, morali, azmi ve hatta imanı ancak bu zaferle kendisinde bulabilmiştir. Yıllar süren gaflet uykusundan bu milleti topyekûn uyandıran Çanakkale mucizesinden başkası değildir. Eğer ki, bizim üzerimize hesap yapanların bu hesabı Kurtuluş Savaşından evvel Çanakkale’de şanı "tarihe bile sığmayan" kahraman Mehmetçik tarafından hak ile yeksan edilmeseydi ne olurdu tahmin edebiliyor musunuz?” dedim.
- …
- "En basitinden İstiklal Mücadelesinde karşımızda fiili olarak sadece Yunan askerini değil belki ondan ziyade; Çanakkale Müdafaamız dolayısıyla yardım alamayıp tarihe gömülen Moskof’u, yine Çanakkale’de yedikleri tokatın tesirinden kurtulamadıkları için harp sahasına inemeyen İngiliz’i, Fransız’ı ve hempalarını görecektik. Yunan’a karşı kazandığımız zafer bile çetin şartlar ibraz etmişken diğerlerinin hepsinin doğudan batıdan işgalci olduğu bir atmosfer bizim Misak-ı Milli hedefimizi nasıl etkilerdi bir düşünmek lazım?”
- "İşte bizim kahraman Mehmetçiğimizin Çanakkale’de kanıyla, canıyla yazdığı bu destan; milletimizin en zor zamanda bile neler yapmaya muktedir olduğunu düşmana öğretmiştir. Malazgirt’ten bu kadar yıl sonra Anadolu’dan bizi atmak hülyası güdenleri öyle bir sarsmıştır ki Çanakkale’de yedikleri darbe yüzünden bir daha kendileri direkt karşımıza çıkma cesareti gösteremeyip Türklerin Anadolu’dan atılması projesini Yunan’a havale etmişler ve bizzat kendileri sahaya inme cesareti gösterememişlerdir" dedim.
Hakikaten de biz daha tasarlanıp dayatılmamış Sevr’i Çanakkale’de yırttığımız gibi; henüz başarılmamış Lozan’ı Kurtuluş Savaşı’ndan evvel bu cephede akıttığımız kanların mürekkebiyle imzaladık.
105.dönüm yılını yaşadığımız bu kutlu zaferlerin sene-i devriyesinde değinilmeden geçilmeyecek diğer bir konu da millet olarak bizim bu destanı yeterince bugünkü nesillerin nazarı dikkatine sunup sunamadığımız meselesidir.
Ne diyordu neredeyse Çanakkale Zaferi kadar iman kokan destansı şiirinde Milli Şairimiz Mehmet Akif :
"Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın..?
Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın..!"
Çanakkale cephesinde bulunmadığı halde cepheye dair her şeyi sanki görmüşçesine his ve ifade edebilme kabiliyetini şu şiirde Milli Şaire veren değerle, kahraman Mehmetçiğe savaşı kazanma azmini veren değer aynıdır. O zaman sorulması gereken soru şu olsa gerek:
Çanakkale Deniz ve Kara Zaferlerimizin 105. Yıl dönümünde Çanakkale’yi bize zafer kılan değerlerle barışık Akif gibi kaç tane sanatkâr çıkarabildik.
Bugün Çanakkale’nin ruhu her şeye rağmen hala bizimleyken, neden o ruhun yansıdığı dünya çapında bir roman, bir şiir, bir sinema-tiyatro eseri, hatta bir tarih çalışması bulmakta zorlanıyoruz?
Çanakkale’yi daha iyi anlamak ve anlatmak biraz da bu sorulara verilecek cevaplarda mündemiçtir diye düşünüyorum.
Hâsıl-ı kelam, Çanakkale savaşı ordularının başkumandan vekili Harbiye Nazırı Enver ve Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevkii Komutanı Albay Cevat (Çobanlı) Paşaların, Yüzbaşı Tophaneli Hakkı Bey ve Müstahkem Mevkii Mayın Grup Komutanı Yüzbaşı Hafız Nazmi (Akpınar) Beylerin, Kınalı Alilerin, Seyyid Onbaşıların, Ezineli Yahya Çavuşların, Conkbayırı’nda, Anafartalar’da, Kireçtepe ve Arıburnu’nda “ askerlerine savaşmayı değil, ölmeyi emreden” Mustafa Kemal ve onun bu cephe savaşlarında bağlı olduğu komutan olarak Esat Paşaların denizde ve karada devrin tüm teknik imkânını kuşanmış gelmiş düşmanına karşı adeta Calut karşısındaki Davut gibi iman dolu göğüslerini düşmana siper ederek elde ettikleri Çanakkale Deniz ve Kara Zaferlerimizin 105. sene-i devriyesi münasebetiyle tüm şehit ve gazilerimizi tekrar rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.
Kendilerine layık olma bilinç ve kararlılığımızın hiçbir zaman sona ermemesini de hassaten temenni ediyorum.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.