Gönül Coğrafyamız 'Yüreğimden Selam Olsun Beyrut'a..!
Fikri âcizanemce bugünkü yaşadığımız tüm sorunların membaında yatan husus şudur:
Mazi, hal ve istikbal birliği içerisinde olduğumuz milletimizin fertleri arasında üzülerek ifade etmem gerekiyor ki gaye birliği, ülkü birliği, ideal birliği, yüksek amaç ve ulvi hedef birliğinin bir birlikten bahsedecek kadar kuvvetli olmaması gerçeğidir. Toplum olarak dâhili ve hârici her türlü dert karşısında daha güçlü olmamızı engelleyen de bu zaafımızdır.
Bu sebepledir ki yazıya başlık olarak koyduğum “Gönül Coğrafyamız” tabirinden de millet olarak hangi kesimimizin neyi anladığı veya bu tabirle kimin neyi anlatmaya çalıştığı hususunda da ortak bir kanaate sahip değiliz. Hatta toplumumuzun önemli bir kesiminin bu tabirden hoşlanmadığı ve tabirin çağrışımlarını oldukça tehlikeli bulduğu da herkesin bildiği bir gerçektir.
İlk defa kim, nerede ne maksatla kullandı tam olarak belirleyemediğim iş bu “Gönül Coğrafyamız” tabirinden sizler ne anlıyorsunuz bilmiyorum ama çok sevdiğim bu adlandırmadan benim anladığım ezcümle söyleyecek olursak, hassaten“İslam Coğrafyası” ve bilhassa uzak yakın bölgeleriyle “Osmanlı Coğrafyası”dır.
Farkındasınızdır herhalde ki yukarıda ne olduğunu, ne anladığımı kısaca da olsa izah etmeye gayret gösterdiğim “Gönül Coğrafyamız”ın şehirleri bir bir yanıyor..!
İşte Beyrut..
Hele ki Beyrut..!
Yazılarımda çok sıklıkla bahsettiğim için artık sizin de iyice tanıdığınızı sandığım rahmetli A. Haluk Dursun hocamızın tadına doyamadığımız her biri yüksek duygulu, yüksek ülkülü ve neredeyse eşine az rastlanır bir hitabet tarzıyla anlattığı derslerinden birisindeydik. Rahmetli hocamızın kendisinden duyduğumuz ve kullanmayı da çok sevdiği tabirle söyleyecek olursak “suigeneris” bu derslerin konusu çoğu zaman olduğu gibi yine “orta doğu”ydu. Yani ki yine mevzu “Gönül Coğrafyamız” olan bu unutulmaz derslerinin birisinde Haluk Hoca, koskoca liseleri bitirip devrine göre de bir hayli yüksek derecede puanlar alarak üniversiteye girmeyi başarmış istikbalin genç tarihçileri bizlere yekten soruvermişti:
“Hadi söyleyin bakalım, bayrağında sedir ağacı olan ülke hangisidir?”
Çoğumuzun suspus olduğu, bazı aklı evvellerimizin de çınar yaprağıyla sedir ağacını karıştırarak Kanada diye yanlış cevapladığı sorudan sonra o alperen hali, bitmek bilmez enerjisi, sonsuz coşkusu ve gençlerde bile zor bulunan o müthiş heyecanıyla başladı cevabını bilemediğimiz bayrağında sedir ağacı olan Lübnan’dan ve Lübnan’ın yakılan yıkılan kadim şehri Beyrut’tan anlatmaya. Doğrusu hocamızın bu tür sorulardan muradı, bizim suallerine verdiğimiz cevapların doğruluğu ya da yanlışlığı olmazdı hiç bir zaman. O zaten önceden anlatmak isteyip de zihninde belirlediği konuya bizlerin dikkatini çekmek amacıyla bu soruları sorar ve çoğu zaman da cevabını bilemediğimiz soruları karşısında kaldığımız sükût dolayısıyla da bizlere pek bir tepki göstermezdi. Yalnız bilmediği halde bol keseden; hani denir ya “işkembe-i kübra”dan, sallayanlara ve gereksiz yorum kalabalığı yapanlara karşı tahammül göstermez ve biraz da alaycı bir şekilde:
“Bizi tenvir ettiniz efendim..!” diyerek bilmediğini bilmeyen muhatabını kendi tarzıyla kibarca paylardı.
İşte aziz hocamızın Marunî’sinden Falanjist ’ine, Dürzi’sinden Hristiyan’ına, Ortodoks’undan Katolik’ine, Alevi’sinden Sünni’sine, Arap’ından Latin’ine muazzam tarih bilgisi, daha da mühimi tarih bilinci ve felsefesi yüklü bu derslerinde bizlere bahisler açtığı Lübnan’ın nazlı yurdu, bir zamanlar Orta Doğu’nun Paris’i denilen Beyrut bugünlerde yine ateşin ortasına düştü.“Osmanlı Barışı”nın farklı kültür, inanç ve mezhepteki bu renkli insan topluluğunu asırlarca huzur içerisinde yaşattığı, yüzlerce yıldır “ Pax Ottomana”nın bir kişinin burnunun bile kanamasına tahammül göstermediği kadim coğrafyanın başkenti Beyrut yine kana bulandı.
Peki, bu Akdeniz’in nazlı kızı Beyrut’u kim kıskandı dersiniz..?
Kendisine benzetildiği için fitnebaz Paris kıskanmış olmasın Beyrut’u…
Zaten o Paris’in efendileri değil mi Lübnan’a, Suriye’ye, Irak’a ayrılık tohumları eken.
İşte şimdi, Lübnanlı ünlü sanatçı Feyruz’a kulak verip o yakıcı dizelerle örülü “Li Beyrut” şarkısını dinleyip ağlaşmanın tam vaktidir. Yıllardır olduğu gibi bugünlerde de büyük bir yıkımla tekrar yakılan gönül coğrafyamızın nazlı kızı Beyrut uğruna erkekler gibi dövüşemiyoruz madem o halde kadınlar gibi ağlaşalım.
Biz ne zaman ki zaten fiilen ve hukuken bir bağımızın kalmadığı Şam’dan, Bağdat’tan, Kerkük’ten, Musul’dan, Halep’ten, Batum’dan, İskeçe’den, İşkodra’dan, Selanik’ten Filibe‘den, Üsküp’ten ve yine aziz hocamızın tabiriyle Balkanlar’ın Kudüs’ü Saraybosna’dan ve Kırım Diyarının nazlı yurdu Bahçesaray’dan maalesef kalbimizle de uzaklaştık, işte bu ata yadigârı şehirlerimizin bizden asıl kopuşu böylece olmuştur.
Sağa sola serpiştirilmiş inci taneleri gibi her biri medeniyetimizin büyük değerleri olan bu şehirlerimizi gönül coğrafyamızın birer uzantısı olarak yeniden hatırlar ve onlara kalbimizde olsun layık oldukları eski yerlerini tekraren sunabilirsek, hiç ummadığımız kadar yakın bir zamanda hayalini kurduğumuz o büyük “ittihat” kim bilir belki de vücut bulur.
Yazıyı, Beyrut’un son çığlığını duyunca yukarıda bahsettiğim Feyruz’un acı dolu Li Beyrut ağıtını hatırlayıp da uzun uzun dinledikten sonra etkilenip cesaret göstererek kaleme aldığım şiir denemesiyle nihayetlendirelim.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.