Kanal İstanbul'un gerekçesi!
*İçerik resmi temsili resimdir. Herhangi bir konum/güzergah bilgisi vermemektedir.
Gelir gelmez ilk demeci: “Çılgın proje Kanal İstanbulu yaptırmam, Erdoğan elini İstanbul'dan çeksin, biz yönetelim” demek oldu!
Eski ata sözü der ki,'Para alan, emir alır.'
Kimden?
Parayı kim almışsa ondan!
Bu durumda, İngiltere, Fransa ve Almanya'dan.
Peki, bu zat, durup dururken Kanal İstanbul'a niye saldırır?
Çünkü efendileri öyle istiyor da ondan!
Çünkü birileri, halen boğazlara sahip olma fantezilerini bırakmış değil de ondan.
Bakınız, Türkiye Boğazlardan geçen her gemiden, alması gereken meblağların ancak %25'ini tahsil edebiliyor.
O da tahsil edebilirse tabii!
1983'den beri bu böyle ve zararımız milyonlarca dolara çıkıyor!
Sebebi ise 1936 Montreux anlaşması!
Fazla teknik detaylara sıkmadan izah edeyim:
Montreux anlaşması, Boğazları Türkiye'nin karasuları olarak tescilliyor.
Ortalama senelik geçen gemi sayısı 50000, yük tonajı ise 300 milyon net ton!
Her geminin anlaşmaya göre ödemesi gereken üç kalem formalite bedeli var.
Boğazlarda bulunan 54 Fener'in bakımı için, 800 net tona kadar 0.33 dolar, fazlası için ton başı 0.169 dolar.
Tahlisiye bedeli (Sahil Güvenlik vb.) ton başı 0.8063 dolar.
Patenta yani sağlık hizmetleri için ton başı 0.064 dolar!
Yine anlaşmaya göre, bu bedellerin Altın Frank üzerinden ödenmesi kararlaştırılmış!
1936'da 1,20 TL olan Altın Frank kuru, 1982'ye kadar bu kur da bırakılmış, yani 62 yıl boşuna geçmiş, heba olmuş.
1982 de Bülent Uslu Başbakanlığında, bu kurun yeniden belirlenmesi masaya yatırılmış.
Ancak tabii artık Altın Frank tedavülden kalmış.
Kur, Altın fiyatı karşılığında dolara vurulmuş.
Tabii bedeller bir anda 10 kat artmış!!!
Rusya ve Yunanistan başta olmak üzere, İngiltere, Fransa isyan etmişler tabiiki.
Ve Boğazlardan, herhangi bir bedel ödemeden geçmeye başlamışlar.
Gerekçelerini ise, IMO, yani Uluslararası Denizcilik Örgütünün “Montreux anlaşmasında belirtilen seyir güvenliğini Türkiye sağlamıyor” demesi.
Rusya, Yunanistan, İngiltere'nin başını çektiği, konsorsiyum ise hemen devreye girip, iş bu sebeplerden dolayı, Boğazları, Türk Karasuları statüsünden çıkartıp, tekrar uluslararası bir komisyonun idaresine vermeyi masaya yatırmaya çağırıyorlar.
Türkiye ise bu durumda, geri adım atarak, bedellere %75 indirim uyguladığını deklare ediyor.
1983'de Bakanlar Kurulu bunu gizli bir karar (6138 nolu karar) yapıyor.
Ogündür, bugündür, bu uygulama böyle devam ediyor.
Türkiye'nin yıllık kaybı yaklaşık, ortalama 45 milyon dolar!
Yani ortalama 270 Milyon ₺!
1983'den bu yana bu meblağ nerdeyse 10 milyar TL!
Tabii ki de asıl meseleleri para değil, Boğazların kontrolü.
Ve bu IMO kozu.
“İstanbul çok ışıklı, fenerlerin görüş mesafesi 1,9 mile iniyor, manevra kabiliyeti kalmıyor”!
Arkadaşım geçmeyin İstanbul boğazından.
Ne yapalım, sizin gemileriniz geçecek diye, İstanbul'da karartma mı uygulayalım?
Radar sisteminiz yok mu?
Sadece şantaj malzemesi!
Ama tabii 1936 çok geride kaldı.
O senelerin gemi trafiği, bugünlerin %1'i bile değil.
Boğazların doğal dokusu, bu trafikten olumsuz etkilenmekte!
(Her fırsatta çevrecilik kasanlar için…)
Onun için de Kanal İstanbul şarttır!
Hatta şart oğlu şarttır.
Çünkü boğazların eşsiz doğal dokusu koruma altına alınıp, gemi, şilep trafiğine kapatılacaktır.
Bu yük trafiği tamamen Kanal İstanbul a yönlendirilecek ve geçiş ücretlerini Türkiye Cumhuriyeti, kendi standartlarına göre belirleyecektir.
Çünkü elini, kolunu bağlayan, her türlü şantaja açık bir anlaşma olmayacaktır.
Tabii, yük masrafları artacak, bu rotaları kullanan şirketler ise zam yapmak durumunda kalacaklar, en önemlisi ise hiçbir yabancı ülke, bu kanala asla katılamayacak.
Elbette ki, bu durum, Boğazları kullanmak zorunda olan ülkelerin, hiçbir şekilde hoşuna gitmiyor.
Emin olun, son beş yıldır tüm kudurmaları bundan.
Çünkü Türkiye, Uluslararası taşımacılığın en önemli bağlantı noktası olma yolunda.
İstanbul Yeni Havalimanı, Yavuz Sultan Selim Köprüsü ile şimdiden, hava, kara ve tren yoku taşımacılığını birleştirecek.
Kanal İstanbul ile buna deniz yolu taşımacılığı da eklenince, Çin'den Londra'ya kadar uzanan, bir geniş bölgeye hizmet verecek bu yeni İpek Yolu.
Hava taşımacılığında ise Uzakdoğu ve Asya ülkelerinin en gözde noktası olacak.
Yani şimdilik bu bağlamda ün yapmış, Rotterdam, Amsterdam, Hamburg, Frankfurt gibi noktalar, bir nevi önemsizliğe itilecek.
Hele ki Transatlantik uçuşlarında.
İşte tam da bunun için, son zamanlarda ihanetin odağı olduğunu kanıtlayan CHP'nin yeni ümidi, İmamoğlu, kendine emredileni yaparak, bu projenin karşısında yer alıyor.
Ancak, rüzgar, fırtına da olsa, kayadan ancak toz götürür.
Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam
Gelir gelmez ilk demeci: “Çılgın proje Kanal İstanbulu yaptırmam, Erdoğan elini İstanbul'dan çeksin, biz yönetelim” demek oldu!
Eski ata sözü der ki,'Para alan, emir alır.'
Kimden?
Parayı kim almışsa ondan!
Bu durumda, İngiltere, Fransa ve Almanya'dan.
Peki, bu zat, durup dururken Kanal İstanbul'a niye saldırır?
Çünkü efendileri öyle istiyor da ondan!
Çünkü birileri, halen boğazlara sahip olma fantezilerini bırakmış değil de ondan.
Bakınız, Türkiye Boğazlardan geçen her gemiden, alması gereken meblağların ancak %25'ini tahsil edebiliyor.
O da tahsil edebilirse tabii!
1983'den beri bu böyle ve zararımız milyonlarca dolara çıkıyor!
Sebebi ise 1936 Montreux anlaşması!
Fazla teknik detaylara sıkmadan izah edeyim:
Montreux anlaşması, Boğazları Türkiye'nin karasuları olarak tescilliyor.
Ortalama senelik geçen gemi sayısı 50000, yük tonajı ise 300 milyon net ton!
Her geminin anlaşmaya göre ödemesi gereken üç kalem formalite bedeli var.
Boğazlarda bulunan 54 Fener'in bakımı için, 800 net tona kadar 0.33 dolar, fazlası için ton başı 0.169 dolar.
Tahlisiye bedeli (Sahil Güvenlik vb.) ton başı 0.8063 dolar.
Patenta yani sağlık hizmetleri için ton başı 0.064 dolar!
Yine anlaşmaya göre, bu bedellerin Altın Frank üzerinden ödenmesi kararlaştırılmış!
1936'da 1,20 TL olan Altın Frank kuru, 1982'ye kadar bu kur da bırakılmış, yani 62 yıl boşuna geçmiş, heba olmuş.
1982 de Bülent Uslu Başbakanlığında, bu kurun yeniden belirlenmesi masaya yatırılmış.
Ancak tabii artık Altın Frank tedavülden kalmış.
Kur, Altın fiyatı karşılığında dolara vurulmuş.
Tabii bedeller bir anda 10 kat artmış!!!
Rusya ve Yunanistan başta olmak üzere, İngiltere, Fransa isyan etmişler tabiiki.
Ve Boğazlardan, herhangi bir bedel ödemeden geçmeye başlamışlar.
Gerekçelerini ise, IMO, yani Uluslararası Denizcilik Örgütünün “Montreux anlaşmasında belirtilen seyir güvenliğini Türkiye sağlamıyor” demesi.
Rusya, Yunanistan, İngiltere'nin başını çektiği, konsorsiyum ise hemen devreye girip, iş bu sebeplerden dolayı, Boğazları, Türk Karasuları statüsünden çıkartıp, tekrar uluslararası bir komisyonun idaresine vermeyi masaya yatırmaya çağırıyorlar.
Türkiye ise bu durumda, geri adım atarak, bedellere %75 indirim uyguladığını deklare ediyor.
1983'de Bakanlar Kurulu bunu gizli bir karar (6138 nolu karar) yapıyor.
Ogündür, bugündür, bu uygulama böyle devam ediyor.
Türkiye'nin yıllık kaybı yaklaşık, ortalama 45 milyon dolar!
Yani ortalama 270 Milyon ₺!
1983'den bu yana bu meblağ nerdeyse 10 milyar TL!
Tabii ki de asıl meseleleri para değil, Boğazların kontrolü.
Ve bu IMO kozu.
“İstanbul çok ışıklı, fenerlerin görüş mesafesi 1,9 mile iniyor, manevra kabiliyeti kalmıyor”!
Arkadaşım geçmeyin İstanbul boğazından.
Ne yapalım, sizin gemileriniz geçecek diye, İstanbul'da karartma mı uygulayalım?
Radar sisteminiz yok mu?
Sadece şantaj malzemesi!
Ama tabii 1936 çok geride kaldı.
O senelerin gemi trafiği, bugünlerin %1'i bile değil.
Boğazların doğal dokusu, bu trafikten olumsuz etkilenmekte!
(Her fırsatta çevrecilik kasanlar için…)
Onun için de Kanal İstanbul şarttır!
Hatta şart oğlu şarttır.
Çünkü boğazların eşsiz doğal dokusu koruma altına alınıp, gemi, şilep trafiğine kapatılacaktır.
Bu yük trafiği tamamen Kanal İstanbul a yönlendirilecek ve geçiş ücretlerini Türkiye Cumhuriyeti, kendi standartlarına göre belirleyecektir.
Çünkü elini, kolunu bağlayan, her türlü şantaja açık bir anlaşma olmayacaktır.
Tabii, yük masrafları artacak, bu rotaları kullanan şirketler ise zam yapmak durumunda kalacaklar, en önemlisi ise hiçbir yabancı ülke, bu kanala asla katılamayacak.
Elbette ki, bu durum, Boğazları kullanmak zorunda olan ülkelerin, hiçbir şekilde hoşuna gitmiyor.
Emin olun, son beş yıldır tüm kudurmaları bundan.
Çünkü Türkiye, Uluslararası taşımacılığın en önemli bağlantı noktası olma yolunda.
İstanbul Yeni Havalimanı, Yavuz Sultan Selim Köprüsü ile şimdiden, hava, kara ve tren yoku taşımacılığını birleştirecek.
Kanal İstanbul ile buna deniz yolu taşımacılığı da eklenince, Çin'den Londra'ya kadar uzanan, bir geniş bölgeye hizmet verecek bu yeni İpek Yolu.
Hava taşımacılığında ise Uzakdoğu ve Asya ülkelerinin en gözde noktası olacak.
Yani şimdilik bu bağlamda ün yapmış, Rotterdam, Amsterdam, Hamburg, Frankfurt gibi noktalar, bir nevi önemsizliğe itilecek.
Hele ki Transatlantik uçuşlarında.
İşte tam da bunun için, son zamanlarda ihanetin odağı olduğunu kanıtlayan CHP'nin yeni ümidi, İmamoğlu, kendine emredileni yaparak, bu projenin karşısında yer alıyor.
Ancak, rüzgar, fırtına da olsa, kayadan ancak toz götürür.
Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
sforza