Ustalarla 'Sanat'
AYSA’nın oyun konusunda oldukça seçici davrandığını, bugüne dek destek verdiği veya bizzat kendi prodüksiyonu olan oyun arşivine bakarak görebiliriz. İşte bu arşive enfes bir oyun daha eklendi: SANAT.
Oyunun isminden dolayı gidip gitmemekte kararsız kalabilirsiniz lâkin oyun, isminin ağırlığını onu izlemeye başladıktan kısa bir süre sonra üstünden sıyırıp atıyor ve bildiğiniz eğlenceli bir hâl alıyor. Elbette değindiği ve ele aldığı konular itibariyle ağırlığı olan bir oyun ancak salt ismine bakıldığında âdeta ağdalı cümlelerin ve uzun uzun sessizliklerin olduğu, anlaşılması güç bir oyunmuş gibi algılanabilir. Oyunda çağdaş sanata imalı ve çoğu zaman da eleştirel göndermeler yapılırken kurduğumuz dostluklar sorgulanıyor ve gündelik ilişkilerimize el atılıyor. Keyifli kısmı, tam da bu noktada ortaya çıkıyor.
Ya Gülmeseydi?
Oyun, Fransız yazar Yasmina Reza’nın gerçek hayatında yaşadığı bir olayın farklı sonuçlanmasını düşünmesiyle doğuyor. Oyunda yaşanan olaylar tamamen yazar Reza’nın başından geçenler. Reza, bir gün arkadaşı Serge’nin evine gittiğinde, onun bembeyaz bir fonun üzerine beyaz çizgilerin çekildiği bir tabloyu satın almış olduğunu görür ve onun bu tabloyu satın almasına şaşkınlığını gizleyemeyerek gülmeye başlar. Hatta yetinmez hakaretamiz bir biçimde aşağılamaya başlar. Elbette arkadaşı bozulur ve tartışmaya başlarlar. Olayı, salt bir eser eleştirisinden çıkıp aralarındaki dostluğu sorgulama noktasına getirir, birbirlerinin hayata bakış açılarını masaya yatırmaya kadar vardırırlar. Ardından diğer bir arkadaşları devreye girer ve o da kendi veçhesinden durumu değerlendirmeye kalkar. Önce birine, ardından ötekine hak vermeye başlar. Sonra da durumu idare etme ve olayın büyümesine engel olma gayreti ile tarafsızmış gibi davranır. Zaten ilk etaptaki bu tutarsız tavrından dolayı arkadaşlarına tepki gösteren Reza ve Serge, akabinde aynı kişinin göstermiş olduğu tarafsız tutumdan dolayı daha da kızarlar ve okları ona doğru çevirir ve ikisi birden onun kararlarını, kişiliğini, işlerini irdelemeye başlarlar. Derken bir müddet sonra hepsi Reza’nın verdiği ilk tepki noktasında buluşurlar. İki arkadaşı da Reza gibi bu tabloya gülmeye başlar. Peki ya gülmeselerdi? Gülmeseydi “SANAT” olacaktı!
Oyunda üç karakter var: Marc (Cihan Ünal), Serge (Can Gürzap) ve Ivan (Mutlu Güney) üç eski arkadaştır. Her şey Serge’nin soyut bir tablo almasıyla başlar. Tablonun fiyatı ve değeri arasında da ciddi bir ironi söz konusudur. “Sanatkârların, eserlerine yatırım olarak bakmasını mı yoksa sanatseverlerin gösteriş yarışı mı” sorusu bu ironiyi oluşturuyor. Ivan’ın sorduğu tek bir soruyla sanatın altına atılan imzanın fiyatı belirleyebileceğini görüyor, aslında böyle mi olmalı deyip çağdaş sanattan dem vurulurken drama gerçek varlığını göstermeye başlıyor ve arkadaşlar arasında geçen diyaloglarda sürekli onların yerine kendimizi koymaya başlıyoruz. Oyun o kadar hayatın içinden ki tam Marc beni yansıtıyor dediğimizde, birden Serge’ye hak veriyor; ani bir manevrayla Ivan’ın vücudunda hayat buluyoruz.
Tartışmak, Umut Etmektir!
Tutkulu ve uzun soluklu arkadaşlıklarda iniş çıkışlar her zaman vardır. Bu oyunda da bir tabloya biçilen değerle başlayan tartışmalar, hiç ummadık yerlere kadar gidebiliyor. Tam arkadaşlık koptu kopacak, bu kadarı da söylenmez ama dediğimiz noktada bir lokma ekmeği beraber bölüşme anı beliriveriyor. Bu tür dostlukların en hararetli ve sert tartışma anlarında bile, dostluk bağlarının ne denli kuvvetli olduğunu görebiliyoruz. Zaten bir ilişkide tartışmanın olması karşılıklı bir kıymetin, birbirine dair umudun varlığını gösteriyor. Zaten tartışma yoksa orada sorun ciddi demektir. Artık neredeyse bütün ümitler tükenmiş, herkes birbirinde elini eteğini çekmiştir. Oyunda aslen vurgulanan ve en çok hoşuma giden şey, hayattaki ilişkilerimizin birer yolculuk olduğu ve mükemmellik barındırmadığı. İnsanız, hepimiz hata yapabiliriz. Zaten o hâllerimizle insan oluyor ve iyinin, doğrunun, güzelin kıymetini anlıyoruz. Yaşanan onca olumsuz şey, eğer ders alabilirsek hem kendi kişiliğimizin hem de ilişkilerimizin yeniden can bulup tazelenmesine sebep olabilir ve daha da gerçekçi kılabilir. Oyundan çıktıktan sonra replikleri aklımızdan geçirip şöyle bir silkelenirsek, kendimizi sadece farklı düşündüğü veya farklı hissettiği için yarım bıraktığı ya da bitirdiği arkadaşlık ilişkilerini düşünürken bulabiliriz.
Usta Kadro…
Yönetmen koltuğunda, aynı zamanda oyunu Türkçeye çeviren usta tiyatrocu Gencay Gürün var. Gürün, üst paragrafta özetlemeye çalıştığım oyundaki bütün duyguların, iniş çıkışları, gelgitlerin tamamını ustalıkla işlemiş. Oyunda çokça söz varken, seyirciyi duyguların derununa çekerek, söz kalabalığının arasında boğulmasına engel olmuş. Epizotlar arasındaki giriş çıkışları çok iyi hesap etmiş ve tempoyu ayarında tutmuş. Oyunu çok daha dinamik bir reji ile sahneleseydi ki kaldırabilir bir yanı var fakat o vakit de oyun tamamen güldürüye dayalı olabilir, hattâ belki de laubali bir hâle bürünebilirdi. Veyahut daha ağır, her sözün hakkını verme kaygısı güderek bir reji yapmış olsaydı ki hakikaten her söz üzerinde saatlerce konuşmayı kaldırabilir nitelikte, o vakit de seyirciyi bunaltabilirdi.
Oyunda, izlediğimiz zaman ne kadar şanslı olduğumuzu hissettiren üç dev isim var: Cihan Ünal, Can Gürzap ve Mutlu Güney. Gerçekten bu oyunu izleyenler ne kadar doğru bir iş yaptıklarını anlayacaklar. Zîrâ bir daha bu üç isim ne zaman ve hangi oyunda yan yana gelecek ve izleme imkânı bulacağız ki. Üç ustayı beraber aynı sahnede buluşmuşken kaçırmamak gerek. 20 sene evvelde sahnelenen bu oyunda karakterlerin ikisine yine Cihan Ünal ve Can Gürzap can veriyordu lâkin o vakit ikiliye aramızdan ayrılan rahmetli Cüneyt Türel de eşlik ediyordu. Şimdi bu zor bakiyeyi, Ünal ve Gürzap’ın bir zamanlar öğrencisi olan Mutlu Güney devralıyor. Oyunu şahane kılan sadece senaryosu, gerçekliği değil; ekip çok başarılı, hattâ harikulade. Ustalar birbiriyle çok uyumlu ve karakterleri muazzam taşıyorlar. Sadece Mutlu Güney’in, tiratlarında biraz yavan kaldığı kanısındayım. Daha etkili olabilirdi diye düşünüyorum.
Sezonun bir an önce izlenmesi gereken oyunlarından olduğunun altını çizdiğim “Sanat”, muhteşem kadrosuyla birçok merkezde sahnelenmeye devam edecek.
Oyunun isminden dolayı gidip gitmemekte kararsız kalabilirsiniz lâkin oyun, isminin ağırlığını onu izlemeye başladıktan kısa bir süre sonra üstünden sıyırıp atıyor ve bildiğiniz eğlenceli bir hâl alıyor. Elbette değindiği ve ele aldığı konular itibariyle ağırlığı olan bir oyun ancak salt ismine bakıldığında âdeta ağdalı cümlelerin ve uzun uzun sessizliklerin olduğu, anlaşılması güç bir oyunmuş gibi algılanabilir. Oyunda çağdaş sanata imalı ve çoğu zaman da eleştirel göndermeler yapılırken kurduğumuz dostluklar sorgulanıyor ve gündelik ilişkilerimize el atılıyor. Keyifli kısmı, tam da bu noktada ortaya çıkıyor.
Ya Gülmeseydi?
Oyun, Fransız yazar Yasmina Reza’nın gerçek hayatında yaşadığı bir olayın farklı sonuçlanmasını düşünmesiyle doğuyor. Oyunda yaşanan olaylar tamamen yazar Reza’nın başından geçenler. Reza, bir gün arkadaşı Serge’nin evine gittiğinde, onun bembeyaz bir fonun üzerine beyaz çizgilerin çekildiği bir tabloyu satın almış olduğunu görür ve onun bu tabloyu satın almasına şaşkınlığını gizleyemeyerek gülmeye başlar. Hatta yetinmez hakaretamiz bir biçimde aşağılamaya başlar. Elbette arkadaşı bozulur ve tartışmaya başlarlar. Olayı, salt bir eser eleştirisinden çıkıp aralarındaki dostluğu sorgulama noktasına getirir, birbirlerinin hayata bakış açılarını masaya yatırmaya kadar vardırırlar. Ardından diğer bir arkadaşları devreye girer ve o da kendi veçhesinden durumu değerlendirmeye kalkar. Önce birine, ardından ötekine hak vermeye başlar. Sonra da durumu idare etme ve olayın büyümesine engel olma gayreti ile tarafsızmış gibi davranır. Zaten ilk etaptaki bu tutarsız tavrından dolayı arkadaşlarına tepki gösteren Reza ve Serge, akabinde aynı kişinin göstermiş olduğu tarafsız tutumdan dolayı daha da kızarlar ve okları ona doğru çevirir ve ikisi birden onun kararlarını, kişiliğini, işlerini irdelemeye başlarlar. Derken bir müddet sonra hepsi Reza’nın verdiği ilk tepki noktasında buluşurlar. İki arkadaşı da Reza gibi bu tabloya gülmeye başlar. Peki ya gülmeselerdi? Gülmeseydi “SANAT” olacaktı!
Oyunda üç karakter var: Marc (Cihan Ünal), Serge (Can Gürzap) ve Ivan (Mutlu Güney) üç eski arkadaştır. Her şey Serge’nin soyut bir tablo almasıyla başlar. Tablonun fiyatı ve değeri arasında da ciddi bir ironi söz konusudur. “Sanatkârların, eserlerine yatırım olarak bakmasını mı yoksa sanatseverlerin gösteriş yarışı mı” sorusu bu ironiyi oluşturuyor. Ivan’ın sorduğu tek bir soruyla sanatın altına atılan imzanın fiyatı belirleyebileceğini görüyor, aslında böyle mi olmalı deyip çağdaş sanattan dem vurulurken drama gerçek varlığını göstermeye başlıyor ve arkadaşlar arasında geçen diyaloglarda sürekli onların yerine kendimizi koymaya başlıyoruz. Oyun o kadar hayatın içinden ki tam Marc beni yansıtıyor dediğimizde, birden Serge’ye hak veriyor; ani bir manevrayla Ivan’ın vücudunda hayat buluyoruz.
Tartışmak, Umut Etmektir!
Tutkulu ve uzun soluklu arkadaşlıklarda iniş çıkışlar her zaman vardır. Bu oyunda da bir tabloya biçilen değerle başlayan tartışmalar, hiç ummadık yerlere kadar gidebiliyor. Tam arkadaşlık koptu kopacak, bu kadarı da söylenmez ama dediğimiz noktada bir lokma ekmeği beraber bölüşme anı beliriveriyor. Bu tür dostlukların en hararetli ve sert tartışma anlarında bile, dostluk bağlarının ne denli kuvvetli olduğunu görebiliyoruz. Zaten bir ilişkide tartışmanın olması karşılıklı bir kıymetin, birbirine dair umudun varlığını gösteriyor. Zaten tartışma yoksa orada sorun ciddi demektir. Artık neredeyse bütün ümitler tükenmiş, herkes birbirinde elini eteğini çekmiştir. Oyunda aslen vurgulanan ve en çok hoşuma giden şey, hayattaki ilişkilerimizin birer yolculuk olduğu ve mükemmellik barındırmadığı. İnsanız, hepimiz hata yapabiliriz. Zaten o hâllerimizle insan oluyor ve iyinin, doğrunun, güzelin kıymetini anlıyoruz. Yaşanan onca olumsuz şey, eğer ders alabilirsek hem kendi kişiliğimizin hem de ilişkilerimizin yeniden can bulup tazelenmesine sebep olabilir ve daha da gerçekçi kılabilir. Oyundan çıktıktan sonra replikleri aklımızdan geçirip şöyle bir silkelenirsek, kendimizi sadece farklı düşündüğü veya farklı hissettiği için yarım bıraktığı ya da bitirdiği arkadaşlık ilişkilerini düşünürken bulabiliriz.
Usta Kadro…
Yönetmen koltuğunda, aynı zamanda oyunu Türkçeye çeviren usta tiyatrocu Gencay Gürün var. Gürün, üst paragrafta özetlemeye çalıştığım oyundaki bütün duyguların, iniş çıkışları, gelgitlerin tamamını ustalıkla işlemiş. Oyunda çokça söz varken, seyirciyi duyguların derununa çekerek, söz kalabalığının arasında boğulmasına engel olmuş. Epizotlar arasındaki giriş çıkışları çok iyi hesap etmiş ve tempoyu ayarında tutmuş. Oyunu çok daha dinamik bir reji ile sahneleseydi ki kaldırabilir bir yanı var fakat o vakit de oyun tamamen güldürüye dayalı olabilir, hattâ belki de laubali bir hâle bürünebilirdi. Veyahut daha ağır, her sözün hakkını verme kaygısı güderek bir reji yapmış olsaydı ki hakikaten her söz üzerinde saatlerce konuşmayı kaldırabilir nitelikte, o vakit de seyirciyi bunaltabilirdi.
Oyunda, izlediğimiz zaman ne kadar şanslı olduğumuzu hissettiren üç dev isim var: Cihan Ünal, Can Gürzap ve Mutlu Güney. Gerçekten bu oyunu izleyenler ne kadar doğru bir iş yaptıklarını anlayacaklar. Zîrâ bir daha bu üç isim ne zaman ve hangi oyunda yan yana gelecek ve izleme imkânı bulacağız ki. Üç ustayı beraber aynı sahnede buluşmuşken kaçırmamak gerek. 20 sene evvelde sahnelenen bu oyunda karakterlerin ikisine yine Cihan Ünal ve Can Gürzap can veriyordu lâkin o vakit ikiliye aramızdan ayrılan rahmetli Cüneyt Türel de eşlik ediyordu. Şimdi bu zor bakiyeyi, Ünal ve Gürzap’ın bir zamanlar öğrencisi olan Mutlu Güney devralıyor. Oyunu şahane kılan sadece senaryosu, gerçekliği değil; ekip çok başarılı, hattâ harikulade. Ustalar birbiriyle çok uyumlu ve karakterleri muazzam taşıyorlar. Sadece Mutlu Güney’in, tiratlarında biraz yavan kaldığı kanısındayım. Daha etkili olabilirdi diye düşünüyorum.
Sezonun bir an önce izlenmesi gereken oyunlarından olduğunun altını çizdiğim “Sanat”, muhteşem kadrosuyla birçok merkezde sahnelenmeye devam edecek.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.