Tarsus Şehir Tiyatrosu ve Çehov Vodvil…
Özellikle de tiyatrocular, sahnelerin kapalı olmasından, açık olduğu zamanlarda da hem salon kapasitesi sorununun hem de insanlarda oluşan veya oluşturulan hastalık korkusunun beraberinde getirdiği seyirci yokluğundan ve verilen maddî desteklerin yetersiz kalmasından ciddi sıkıntı çektiler ve maalesef hâlâ çekiyorlar. Çare olması adına türlü destek platformları oluşturulsa da gerek oluşturulan platformların yapı ve üslup yanlışlığı gerek merkezî yönetimin ve yerel yönetimlerin birçoğunun sanata destek bağlamında eksik kalması bu girişimi de büyük ölçüde akim bıraktı. Kimi gruplar ve tiyatrocular, her şeyin dijitalleşmeye başladığı bu süreçte dijital mecralarda sanatlarını icra etmeye gayret ettiler. Her ne kadar tiyatro birebir, karşı karşıya, nefes nefese yapılsa da ve sayısız nedenden, nice faydasından dolayı öyle olması gerekse de ne yazık ki zorlayıcı durumlar geçici de olsa bu yola tevessül etmeye sebebiyet verdi. Bu dönemde, haklı da olsa devamlı şikâyet eden, durup seyreden, sadece söylenen değil; sesini çıkarıp hakkı olanı istemeyle beraber fiilî olarak mücadelesine yani işini yapmaya odaklananlar en doğrusunu yaptı. Onların hem tiyatroya hem seyirciye hem de kendilerine katkıları daha çok oldu.
Bir yandan pandeminin sanat faaliyetleri dâhil toplumsal hayatın neredeyse tüm alanlarına olumsuz sirayeti, diğer yandan birçok kişiyi sarsan ekonomik sıkıntıların varlığı, öte yandan doğanın adeta kendisine yapılan yanlışa karşı verdiği sert tepki, yaklaşık son iki yılımızı sarmalarken, yukarıda sıraladığımız nice olumsuzluğa rağmen yine de güzel gelişmelere imza atan güzel insanların varlığı ve onların yaydığı umut ışığı içimizi hem aydınlatıyor hem ısıtıyor. O ışığın ve sıcaklığın merkezi niteliğindeki yerlerden biri olan Tarsus Belediyesi Şehir Tiyatrosunun davetlisi olarak geçtiğimiz hafta oradaydım.
Bir yer, ne kadar köklü ne kadar tarihî ve turistik bir kent olsa da kentin başında bulunan yönetici ve o yöneticinin bakış açısı, şehrin kaderini tayin etmek hususunda birinci derecede sorumludur. Yönetici, kadim bir kenti köhne ve uğranılmayan bir yer hâline de getirebilir; alıp çok daha ilerilere de taşıyabilir. Tarsus bu anlamda şanslı. Belediye Başkanı Dr. Halûk Bozdoğan ile birlikte halktan yana bir tutumla ilçeyi yönetmeye gayret eden belediye yöneticileri ve personeli, sanata ve şehrin kültürüne katkı sağlamanın o kenti şahlandıran en önemli taraf olduğunun bilinciyle müzeler, tiyatrolar, sanat evleri ve kurslar açıyor; yaşadıkları yere ve o yerdeki komşularına hem borçlarını ödüyor hem de onlarla beraber Tarsus gibi halen gizemler barındıran medenî ve derinlikli bir kenti hak ettiği yere taşımaya çalışıyorlar.
Bütün bunlara şahit olmak bilhassa türlü sıkıntılarla mücadele ettiğimiz bu evrede, gönlümüze genişlik getirdi.
Tarsus’a Bir Güzellik Daha; Şehir Tiyatrosu…
2019 senesinde kurulan Tarsus Belediyesi Şehir Tiyatrosu, bir birimin altında veya bir taşeron firmanın tekelinde değil, bizzat belediyeye bağlı bir müdürlük. Bu, başlı başına olayın önemine ne denli vakıf olunduğunun ve tiyatronun ne denli ciddiye alındığının göstergesi. Birimin sanat yönetmeni, genel koordinatörü, sekreterliği, oyuncuları, sahne arkası ekibi, hâsılı bir tiyatro müdürlüğünde bulunması gereken tüm ekibi var.
Kendisi de tiyatro eğitimi alan ve tiyatronun kurulmasında büyük gayretler sarf eden belediyenin Özel Kalem Müdürü Nihat Çapar, Sanat Yönetmeni Murat Çapar, ekibin Genel Koordinatörü Emre Akçiçek, Sahne Amiri Ozan Nazlı ve tiyatronun neredeyse her bir üyesi, sanatçısı ve personelinin heyecanı, isteği ve sevinçleri çok yüksek. Tam bir profesyonellik içinde davranıyorlar ancak profesyonelliğin kimi kurumlarda oluşturduğu bayağılık yani işe sadece bir an önce bitirilmesi gereken bir iş olarak bakılması durumu hiçbirinde yok. Profesyonellikle beraber amatör ruhu da işlerine katıyor ekip; -burada da bir ancak ekleyeceğim- ancak amatörlüğün getirdiği beceriksizlik içinde de değiller. Hem gönüllü hem profesyonel bir ekip demek daha doğru olur kendileri için. Tabi ki bütün bunların üstünde, Belediye Başkanı Halûk Bozdoğan’ın kendilerine olan güveni ve desteği her olumlu gelişmenin başlangıcı ve tetikleyicisi niteliğinde.
Azimleri, gayretleri ve heyecanları daim olur umarım.
Çehov Vodvil…
Gelelim izlediğimiz oyuna… Rus edebiyatının öncü ve ünlü isimlerinden olan Anton Çehov’un iki oyunundan derlenen Çehov Vodvil, tiyatro seyircisinin keyifle izleyebileceği, güldürü ve dinamik yönü ağır basan bir oyun.
Eşini kaybeden ve bundan dolayı yasını tutmaya çalışan Popova’nın birden hayatına Smirnov isminde asker emeklisi olduğunu söyleyen yabancı birinin girmesiyle bütün düzeni altüst olur. Smirnov, Popova’nın ölen eşinin kendisine borçlarının olduğunu, bu borcu tahsil etmeye geldiğini belirtir, parayı almadan da kesinlikle oradan gitmeyeceğini söyler. Lâkin Popova, kendisinde o kadar para olmadığını söyledikçe, Smirnov o evde kalma ısrarını sürdürür. Arada bu çekişmeye dâhil olan tam bir tiyatro sevdalısı olan evin yardımcısı Luka, bütün bu olup bitene anlam vermeye gayret eder. Derken Smirnov ve Popova arasında aniden gelişen bir aşk belirir. Fakat öncesinde Popova’nın yardımcısı aracılığıyla kendilerine destek olması maksadıyla çağrılan Çubukov ve kızı Natalya’nın da gelmesiyle işler daha bir çıkmaza dönüşür. Ardından genç bir âşık olan Lomov da olaylara eklemlenince olay başka bir boyuta evrilir ve hikâye içinde bir başka hikâye daha belirir.
Oyun Ekibi…
Yönetmen Nihat Çapar, 80 dakika süren tek perdelik oyunda seyircinin dimağının ve dikkatinin yoğun bir şekilde sahneye kilitlemesini sağlayacak bir reji koymuş sahneye. Bir an bile kopmaya müsaade etmeyecek bir tempo ve devinim var oyunda.
Vodvil ve benzeri oyunlarda sahne giriş çıkışlarını kotarmak çok önemlidir. Çapar, kurduğu matematikle giriş çıkışları düzenli bir hâle sokmuş ki küçük sahnelerde ve bir de üstüne geniş dekorlarla bunu başarmak hakikaten zordur. Sadece sahneyle sınırlı kalmayan yönetmen, salonu da kullanarak kendisine geniş bir alan yaratmış ve seyirciyi de işin içine dâhil etmiş. Ve bu sayede, temponun daha anlaşılır ve ayak uydurulabilir hâle gelmesini sağlamış. Yabancılaştırma olgusunu da iyi kullanan Çapar, her yönüyle gerçek olan oyunun ve oyunun içinde yer alan ilişkiler yumağının başka bir boyutla da düşünülmesini sağlamış. Karakterlerdeki gelgitleri ve duygu geçişlerini o karakterlere ait kimi replikleri tekrar ettirerek seyirciye sunması ise çok doğru bir tercih olmuş. Zira oyun kişilerinin normalde daha geniş zamana yayılabilecek çelişkilerini ve duygu dönüşümlerini kısacık sürede ve oyunun akıp giden ritmine zarar vermeden yapması kolay olmayacaktı. Bütün bunların yanı sıra, Çehov gibi artık klâsikleşmiş yazarların metinlerinin değiştirilmesini, üzerine eklemeler yapılmasını, hele ki kör göze parmak politik ifadeler yerleştirilmesini pek doğru bulmuyorum. Zaten Çehov’un hayatını ve söylemlerini okuduğumuzda kendisinin de buna, yani eserlerine eklemeler yapılmasına sıcak bakmadığını görebiliriz. Belki güncel kılmak ve bir takım problemlere de parmak basmak bağlamında yapıldığı iddia edilebilir ancak Çehov gibi dâhilerin metinleri tek başına sorunları işlemek adına hayli hayli yeterli olduğu gibi, eklemlenen ibareler bazen oyunun kıymetine ve ortaya konan çalışmaya zarar verebiliyor. Oyunda zorlama bulduğum bazı aktüel ifadeler, yerindelik hususunda da sorun yarattığı gibi, “gerek var mıydı” sorusuna da neden oluyor çünkü eğreti duruyor.
Yönetmene yardımcı olarak Seçil Dedeyi, reji asistanı olarak da Tuğçe Nur Açıkalın eşlik ediyor.
Oyunun dekorlarında imzası bulunan İsmail Demirel, “Ben oyunda göl yazdıysam, göl koyacaksınız” diyen Çehov’un tarzını özümseyerek, döneme ve olayların geçtiği ailenin yapısına uygun bir dekor tasarımı ortaya çıkarmış. Her ne kadar mobilyalarda ve perdelerde tercih ettiği renkler ve desenler küçük salonda kısmen bir renk karmaşasına sebebiyet verse de büyük salonlarda daha iyi duracaktır.
Işık tasarımını yapan Emine Tanır’ın ışığı çoğunlukla kenarlardan alıp ortaya odaklaması ve hafif loş bir tasarım yapması daha gerçekçi bir atmosfer oluşmasını sağlamış. Yerinde bir şekilde arada salonun ışıklarını aniden açması ise yabancılaştırmaya katkı sunmuş.
Popova rolünde Derya Güneri’nin diğer oyuncuların daha aksiyonel oyunculuklarına karşın sakin ve duru oynaması doğru bir tercih olmuş. Zira yaslı bir kadını canlandırıyor. Onca devinimin içinde apayrı bir yerde durması oyunu dengeliyor. Öte yandan kadının yasındaki samimiyetsizliği de küçük mimiklerle ve o kadının vakarına yaraşır şekilde vermesi de hayli başarılı.
Özmen Güvençli Smirnov rolüyle seyircinin karşısında… Güvençli’nin bir asker emeklisine uygun sergilediği yer yer artistik tavırları, sesini öne alarak kullanması, âşık olmayı güçsüzlük zanneden ancak onun da eksikliğini derinden hisseden mağrur erkek duruşu gayet iyi. Ancak oyuncunun esas dikkat çeken yönü, onca dik duruşun yanında aniden muzipleşebilmesi ve bunu yaparken de mimiklerini en arkadaki seyircinin dahi fark edebilecek derinlikte kullanabilmesi... İki ucu aynı bünyede barındırması, oyunculuğu açısından büyük avantaj olduğu gibi can verdiği karaktere de yakışır bir bütünlük ortaya koyuyor. Çünkü güçlü görünmeye gayret eden ve bunu iç sesiyle zorlama bir telkinle yapan birçok insanın derununda çocuksu bir yanın yattığını biliyoruz. Güvençli, teğmenin cama doğru seslendiği sahnede soruları çok hızlı ve biraz da soruların niyetinden uzak soruyor. Onları tane tane ve daha farkında olarak sorarsa, o epizottaki anlaşılırlık artacaktır.
Luka’ya can veren oyuncu Ertan Rüstem’in aynı zamanda müzisyen olması, sahne hâkimiyetini ve duruşunu sağlam kılıyor. Oyuncu, yarı kaçık bir tiyatro âşığı olan Luka’nın aniden gerçeğe dönmesi durumlarındaki duygu geçişlerini çok iyi veriyor. Oyunun başında önce seyircinin merakını celbediyor ki oyun açısından büyük avantaj, ardından sakince hem karakterini hem de oyunu çözdürüyor. Bu yönüyle oyunda önemli bir işlevi var. Rüstem, oyun boyunca yormayan bir oyunculuk sergiliyor.
Çubukov rolüyle seyirciyle buluşan Murat Çapar, kendinden ve karakterinin duygularından emin bir duruşa sahip. Çapar da Özmen Güvençli’de belirttiğim gibi, mimik kullanımı başarılı olan bir oyuncu. Fakat yer yer fazlaca bağırarak oynaması kendisini de seyirciyi de zora sokuyor. Sesini ve nefesini daha ölçülü ve tasarruflu kullanması, bazı kelimelerin ve hatta cümlelerin boğulmasını engelleyecektir. Özellikle de Lomov’la yerde olan sahnelerinde bağırmaya dönüşen konuşmalarda daha kontrollü olmaları gerekiyor.
Natalya’yı canlandıran Hacer Öner, genç kız tiplemesine heyecan katarak ve agresif bir oyunculuk sergileyerek karakteri daha görünür kılıyor. Sadece, oynadığı karakterin ebleh ve şapşal mı yoksa tepkileri gayet normal olan bir kadın mı olduğuna karar vermesi lâzım. Zira karakteri için yer yer yaptığı abartılı ve bir yanıyla kaba olan gülmesiyle kimi zaman sergilediği tavırlar arasında çelişki var.
Ozan Karabulut acemi ve şaşkın âşık Lomov’u oynuyor. Oyunun komik tarafını sürükleyen oyuncu, tam bir tip. Seyirciyi çeken bir sempatisi var. Temposu ve enerjisi çok yüksek. Bu yönünü oyunda çoğunlukla dengeli kullanan Karabulut, bazen kendisini yorup nefes nefese bırakacak hâle dönüştürmese daha iyi olacaktır.
Ekip olarak birbirini tamamlayan ve tiyatroseverlerin beğenerek izleyeceği keyifli bir oyun sahneye koyan oyuncuların daha nice sahnelerde çokça oyunlarını görmeyi ümit ediyorum. Hem bulundukları kentin hem de dünyamızın yaptıkları sanata ve yılmaz inançlarına ihtiyacı var.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.