Dört Yapraklı Yonca ve 'Artist Pakize'
Ekibin kurucularından olan Asuman Çakır’ın yazıp yönettiği oyun, Yeşilçam’ın dört yapraklı yoncası diye bildiğimiz ve sinemamızın en önemli isimlerinden olan Türkan Şoray, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit ve Fatma Girik üzerinden hepimize göndermeler yapıp hatırlatmalarda bulunuyor.
Pakize, özelde Yeşilçam’a, genel mânâda ise sinemaya âşık bir kadındır. Gecesi gündüzü adeta sinemadır. Nasıl ki herkes hayata bağlanmak için bir dala tutunuyorsa, Pakize’nin tutunduğu dal da sinemadır. Bir film senaryosu yazar. Bu filmde, Yeşilçam’ın dört ünlü güzeli olan Gül’ü (Türkan Şoray), Menekşe’yi (Fatma Girik), Nilüfer’i (Hülya Koçyiğit) ve Lale’yi (Filiz Akın) oynatmak ister. Kendilerine teklifler gider, yapılan maddî teklif dördünün de reddedemeyeceği boyuttadır. Dördü, Pakize’nin evinde görüşmeye gelir. Basın mensupları da görüşmeye davet edilmiştir. Herkes basın mensuplarını beklerken bir yandan da filmle alâkalı ve çekim sürecine dair şartlar görüşmeye devam ederler. Bu konuşmalar sürerken, dört sanatçının da hayatı ile ilgili gerçekler de yavaş yavaş ortaya dökülmeye başlar. Herkes kendi zaaflarını, komplekslerini, çekmiş oldukları sıkıntıları, anneliği, güzelliği, hayatlarındaki erkekleri, ailelerini, aşka ve sevgiye dair bakış açılarını dillendirir. Pakize de bunlara dair kendince yorumlar getirir. Her şey iyi gibi giderken, Lale, türlü nedenlerle filmde oynamak istemediğini, vazgeçtiğini söyler.
Yepyeni bir hayat kurmak ister çünkü. Oysa imza atılan anlaşmadaki maddelere hiç göz atmamıştır. Anlaşmaya göre, vazgeçmek gibi bir durum neredeyse imkânsızdır . Diğer oyuncular da Lale’nin vazgeçmesine engel olmak isterler. Zira birinin vazgeçmesi durumunda diğer üçünün de anlaşması feshedilecektir. Kimse, sunulan imkânları kaybetmek istemez. Bu tepkileri, sadece sunulan imkânları kaybetme kaygısından değil; anlaşmaları bile kendi başlarına yapıp kendi başlarına bozabilecek özgürlükte değillerdir, her yerinden adeta görünmez zincirlerle bağlıdırlar da ondan. fakat tartışmaların sonunda diğer oyuncular da vazgeçme noktasına gelirler. Sonunda Asuman pes eder. Ve o gün bambaşka bir şekilde sona erer.
Pakize’nin Dünyası Hepimizin Aynası…
Artist Pakize, kaba biçimde baktığımız zaman sanki salt Yeşilçam özlemini deşen, o günlere selam çakan keyifli bir yapım gibi gözükebilir lâkin irdeleyici bir gözle değerlendirdiğimizde, içinde daha derin noktaları da barındırıyor.
Pakize’nin, çok sevdiği sinemayla, orada sunulmak istenen dünyayla ve o dünyanın işaret ettiği yaşamlarla hesabı var. Oyun, bu hesap üzerinden şekilleniyor.
Yukarıda zikrettiğim her bir kadın, sinemamız özelinde büyük bir değere karşılık gelseler de aslında salt sinemayla sınırlı tuttuğumuz bir yerde değiller. Hayatımızda da mühim yerlere karşılık geliyorlar. Her birine oynadıkları filmlerde türlü anlamlar yükleniyor. Yapımcılar, senaristler ve yönetmenler tarafından biçilen bu roller, toplumdaki diğer kadınların hangi sınırlarda kalmaları gerektiğine dair de bir çember oluşturuyor. Yada tam tersi; toplumda kadına yöneltilen bakış açısının ve biçilen rolün bir yansımasıdır sinema perdesine aktarılanlar. Sadece filmlerin belirleyici kadroları bu oyunculara bir anlam yüklemiyor, halk kitleleri de oyunculardan canlandırdıkları karakterler gibi olmaları gibi bir beklenti içine giriyorlar. Öte yandan onlarla bir özdeşim kuruyor ve o karakterlerin tavırları, hâlleri, bakış açıları ve davranışları üzerinden kendi hayatlarında da hangi rolleri nasıl oynamaları gerektiğine dair çıkarımlarda bulunuyorlar. Ve bir gerçeği daha tokat gibi yüzümüze yiyoruz: Gerçek hayatta da rol dünyasında da nerede durmamız gerektiğine dair bir sınırlar ve kurallar sarmalı içindeyiz. Öğretilen ve uyulması hususunda kolay kolay kaçamadığımız bir sarmal. Sistemlerin maruz bıraktığı haksızlıklar, dayattığı anlayışlar ve ayrımcılıklar hep bu sarmalda karşımıza çıkıyor. Hayâllerde bile özgür değiliz neredeyse; belli ölçüler dâhilinde hayâl kuruyoruz. Bundan dolayıdır ki kimse kolay kolay kendi olamadığı gibi, kendisinin aslında ne olduğuna, ne istediğine dair soru sorma imkânı bile bulamıyor. Bu da sorunlar yumağı içinde debelenen, sahici olmayan, hep kendisini saklamak zorunda kalan, gerçekle yalanı iç içe yaşayan ve temelinde mutsuz olan insanları çokça görmemize neden oluyor. Aksini başarmak isteyen insanlar ise binbir türlü sorunla baş etmek durumunda kalıyor.
Oyunda daha çok kadınlar üzerinden bu dertler anlatılmaya çalışılmış ancak erkekler için de aynı sorun mevcut. Toplumda belli erkek yada kadın tipleri oluştuğu gibi, bu tiplerden de beklendik davranışlar var. Şayet bu beklendik davranışlara uyulmaz ise hemen katı ve acımasız bir dışlama devreye giriyor.
Oyun Ekibi…
Yukarıda da bahsettiğim gibi oyunda daha çok Yeşilçam dünyasının ve o dönemin ögeleri kullanılmış. Bu da işlenmek istenen konuları daha keyifli bir hâle getirmiş. Ancak bu keyif daha da arttırılabilirdi. Oyunun yazarı olan Asuman Çakır, aynı zamanda rejiyi de yapmış. Destekleyici unsur olarak müziği az kullanmayı tercih etmiş. Belki de vermek istediği mesajların altını çizmek adına böyle bir tercihte bulunmuş ancak oyunda kullandığı Ah Azize gibi, Gümüş Gerdanlık gibi dönemi hatırlatan müzikleri ve şarkılari kullanması, yer yer durağanlaşan oyunu zenginleştirebilirdi.
Yönetmenin, Pakize’nin tahayyülündeki sahici dünya ile oyunculara ait roller dünyası arasındaki farkı gerek özenle seçtiği kostümlerle gerek jest ve mimiklerle vurgulaması manidar olmuş. Pakize’nin oyun boyunca neredeyse hep bir köşede durması, o kirlenmişliğin içine dâhil olmak istememesinin göstergesiydi ancak bir yandan da bize yönetmen sıfatında olan kişilerin, hep bir dikte etme ve hayatları yönlendirme arzusu içinde davranarak, köşelerinden ahkâm kestikleri gerçeğini de hatırlatıyordu.
Oyun içinde, sinema dünyasına, kimliklere ve sınırlandırmalara dair çok fazla beylik söz var. O sözler, kör göze parmak mesaj niteliği taşıdığı için, oyunun dramatik tesirini azaltıyor. Hem Pakize, parmak sallamalara karşı duruş sergileyen bir kadın iken aynı dilin oyun yazarı tarafından kullanılması tenakuz oluşturuyor. Oyunun yazarı aynı zamanda yönetmeni de olunca yazarken dert edindiği şeyleri sahnede birebir vermek hususunda çok kararlı davranmış sanki. Bu durum, genelde oyunu yazan ve yöneten kişinin aynı isim olması durumunda ortaya çıkan bir handikaptır. Oysa tiyatro metni salt metin iken bir edebî türdür ama sahneye aktarıldığında biçim değişir ve yazıda yer alanlar sahnede eğreti durabilir. Her şeye rağmen Asuman Çakır’ı özel olarak takdir etmek lâzım çünkü grubun kurucusu, oyunun yazarı, yönetmeni ve oyuncusu olarak her birinin yükü ayrı ayrı omuzlarında olmasına rağmen başarılı bir iş çıkmış.
Dekoru tasarlayan Özlem Belükbaş Ayaz, oyunun sonunda anlayacağımız gerçeğe uygun bir biçimde her nesneyi düzenlemiş. Bir yandan da dönemin eşyalarındaki tarzı başarıyla yansıtmış.
Ustaca kullanılan ışıkların tasarımı Murat Bakır’a ait. Pakize’ye özel ışıklar yapması, âdeta onun dünyasının resmi gibiydi. Son sahnedeki ışık oyunu da duyguyu zirveye taşıyor.
Oyunda rolleri Gözde Akın, Rabia Kaya, Sena Tuğçe Güner, Özge Öztürk ve Asuman Çakır paylaşıyor. Oyuncular, oynadıkları karakterin belirginleşmiş ve hafızalara kazınan tavırlarını iyi gözlemiş ve özümsemişler. Her biri sahne üstünde oyunculuklarındaki kalitenin yanında gözlem güçlerinin de ne denli yüksek olduğunu sergiliyor. Ancak salt bir taklit içinde değiller ve böyle olmamaları da ayrı bir başarı. Canlandırdıkları müşahhas kişiliklerle beraber, onların iç dünyalarına dair nüansları verirken bir başka kimlikten esintileri de önümüze getiriyorlardı. Aksini yapsalardı gerçekten çok itici olabilirlerdi.
Balkonda Sanat ekibi, bir yandan Kadıköy’deki mekânlarında sanat atölyelerine devam ederken, bir yandan da oyunlarını İstanbul’un hattâ Türkiye’nin birçok yerinde sahnelemeye devam ediyor.
Pakize, özelde Yeşilçam’a, genel mânâda ise sinemaya âşık bir kadındır. Gecesi gündüzü adeta sinemadır. Nasıl ki herkes hayata bağlanmak için bir dala tutunuyorsa, Pakize’nin tutunduğu dal da sinemadır. Bir film senaryosu yazar. Bu filmde, Yeşilçam’ın dört ünlü güzeli olan Gül’ü (Türkan Şoray), Menekşe’yi (Fatma Girik), Nilüfer’i (Hülya Koçyiğit) ve Lale’yi (Filiz Akın) oynatmak ister. Kendilerine teklifler gider, yapılan maddî teklif dördünün de reddedemeyeceği boyuttadır. Dördü, Pakize’nin evinde görüşmeye gelir. Basın mensupları da görüşmeye davet edilmiştir. Herkes basın mensuplarını beklerken bir yandan da filmle alâkalı ve çekim sürecine dair şartlar görüşmeye devam ederler. Bu konuşmalar sürerken, dört sanatçının da hayatı ile ilgili gerçekler de yavaş yavaş ortaya dökülmeye başlar. Herkes kendi zaaflarını, komplekslerini, çekmiş oldukları sıkıntıları, anneliği, güzelliği, hayatlarındaki erkekleri, ailelerini, aşka ve sevgiye dair bakış açılarını dillendirir. Pakize de bunlara dair kendince yorumlar getirir. Her şey iyi gibi giderken, Lale, türlü nedenlerle filmde oynamak istemediğini, vazgeçtiğini söyler.
Yepyeni bir hayat kurmak ister çünkü. Oysa imza atılan anlaşmadaki maddelere hiç göz atmamıştır. Anlaşmaya göre, vazgeçmek gibi bir durum neredeyse imkânsızdır . Diğer oyuncular da Lale’nin vazgeçmesine engel olmak isterler. Zira birinin vazgeçmesi durumunda diğer üçünün de anlaşması feshedilecektir. Kimse, sunulan imkânları kaybetmek istemez. Bu tepkileri, sadece sunulan imkânları kaybetme kaygısından değil; anlaşmaları bile kendi başlarına yapıp kendi başlarına bozabilecek özgürlükte değillerdir, her yerinden adeta görünmez zincirlerle bağlıdırlar da ondan. fakat tartışmaların sonunda diğer oyuncular da vazgeçme noktasına gelirler. Sonunda Asuman pes eder. Ve o gün bambaşka bir şekilde sona erer.
Pakize’nin Dünyası Hepimizin Aynası…
Artist Pakize, kaba biçimde baktığımız zaman sanki salt Yeşilçam özlemini deşen, o günlere selam çakan keyifli bir yapım gibi gözükebilir lâkin irdeleyici bir gözle değerlendirdiğimizde, içinde daha derin noktaları da barındırıyor.
Pakize’nin, çok sevdiği sinemayla, orada sunulmak istenen dünyayla ve o dünyanın işaret ettiği yaşamlarla hesabı var. Oyun, bu hesap üzerinden şekilleniyor.
Yukarıda zikrettiğim her bir kadın, sinemamız özelinde büyük bir değere karşılık gelseler de aslında salt sinemayla sınırlı tuttuğumuz bir yerde değiller. Hayatımızda da mühim yerlere karşılık geliyorlar. Her birine oynadıkları filmlerde türlü anlamlar yükleniyor. Yapımcılar, senaristler ve yönetmenler tarafından biçilen bu roller, toplumdaki diğer kadınların hangi sınırlarda kalmaları gerektiğine dair de bir çember oluşturuyor. Yada tam tersi; toplumda kadına yöneltilen bakış açısının ve biçilen rolün bir yansımasıdır sinema perdesine aktarılanlar. Sadece filmlerin belirleyici kadroları bu oyunculara bir anlam yüklemiyor, halk kitleleri de oyunculardan canlandırdıkları karakterler gibi olmaları gibi bir beklenti içine giriyorlar. Öte yandan onlarla bir özdeşim kuruyor ve o karakterlerin tavırları, hâlleri, bakış açıları ve davranışları üzerinden kendi hayatlarında da hangi rolleri nasıl oynamaları gerektiğine dair çıkarımlarda bulunuyorlar. Ve bir gerçeği daha tokat gibi yüzümüze yiyoruz: Gerçek hayatta da rol dünyasında da nerede durmamız gerektiğine dair bir sınırlar ve kurallar sarmalı içindeyiz. Öğretilen ve uyulması hususunda kolay kolay kaçamadığımız bir sarmal. Sistemlerin maruz bıraktığı haksızlıklar, dayattığı anlayışlar ve ayrımcılıklar hep bu sarmalda karşımıza çıkıyor. Hayâllerde bile özgür değiliz neredeyse; belli ölçüler dâhilinde hayâl kuruyoruz. Bundan dolayıdır ki kimse kolay kolay kendi olamadığı gibi, kendisinin aslında ne olduğuna, ne istediğine dair soru sorma imkânı bile bulamıyor. Bu da sorunlar yumağı içinde debelenen, sahici olmayan, hep kendisini saklamak zorunda kalan, gerçekle yalanı iç içe yaşayan ve temelinde mutsuz olan insanları çokça görmemize neden oluyor. Aksini başarmak isteyen insanlar ise binbir türlü sorunla baş etmek durumunda kalıyor.
Oyunda daha çok kadınlar üzerinden bu dertler anlatılmaya çalışılmış ancak erkekler için de aynı sorun mevcut. Toplumda belli erkek yada kadın tipleri oluştuğu gibi, bu tiplerden de beklendik davranışlar var. Şayet bu beklendik davranışlara uyulmaz ise hemen katı ve acımasız bir dışlama devreye giriyor.
Oyun Ekibi…
Yukarıda da bahsettiğim gibi oyunda daha çok Yeşilçam dünyasının ve o dönemin ögeleri kullanılmış. Bu da işlenmek istenen konuları daha keyifli bir hâle getirmiş. Ancak bu keyif daha da arttırılabilirdi. Oyunun yazarı olan Asuman Çakır, aynı zamanda rejiyi de yapmış. Destekleyici unsur olarak müziği az kullanmayı tercih etmiş. Belki de vermek istediği mesajların altını çizmek adına böyle bir tercihte bulunmuş ancak oyunda kullandığı Ah Azize gibi, Gümüş Gerdanlık gibi dönemi hatırlatan müzikleri ve şarkılari kullanması, yer yer durağanlaşan oyunu zenginleştirebilirdi.
Yönetmenin, Pakize’nin tahayyülündeki sahici dünya ile oyunculara ait roller dünyası arasındaki farkı gerek özenle seçtiği kostümlerle gerek jest ve mimiklerle vurgulaması manidar olmuş. Pakize’nin oyun boyunca neredeyse hep bir köşede durması, o kirlenmişliğin içine dâhil olmak istememesinin göstergesiydi ancak bir yandan da bize yönetmen sıfatında olan kişilerin, hep bir dikte etme ve hayatları yönlendirme arzusu içinde davranarak, köşelerinden ahkâm kestikleri gerçeğini de hatırlatıyordu.
Oyun içinde, sinema dünyasına, kimliklere ve sınırlandırmalara dair çok fazla beylik söz var. O sözler, kör göze parmak mesaj niteliği taşıdığı için, oyunun dramatik tesirini azaltıyor. Hem Pakize, parmak sallamalara karşı duruş sergileyen bir kadın iken aynı dilin oyun yazarı tarafından kullanılması tenakuz oluşturuyor. Oyunun yazarı aynı zamanda yönetmeni de olunca yazarken dert edindiği şeyleri sahnede birebir vermek hususunda çok kararlı davranmış sanki. Bu durum, genelde oyunu yazan ve yöneten kişinin aynı isim olması durumunda ortaya çıkan bir handikaptır. Oysa tiyatro metni salt metin iken bir edebî türdür ama sahneye aktarıldığında biçim değişir ve yazıda yer alanlar sahnede eğreti durabilir. Her şeye rağmen Asuman Çakır’ı özel olarak takdir etmek lâzım çünkü grubun kurucusu, oyunun yazarı, yönetmeni ve oyuncusu olarak her birinin yükü ayrı ayrı omuzlarında olmasına rağmen başarılı bir iş çıkmış.
Dekoru tasarlayan Özlem Belükbaş Ayaz, oyunun sonunda anlayacağımız gerçeğe uygun bir biçimde her nesneyi düzenlemiş. Bir yandan da dönemin eşyalarındaki tarzı başarıyla yansıtmış.
Ustaca kullanılan ışıkların tasarımı Murat Bakır’a ait. Pakize’ye özel ışıklar yapması, âdeta onun dünyasının resmi gibiydi. Son sahnedeki ışık oyunu da duyguyu zirveye taşıyor.
Oyunda rolleri Gözde Akın, Rabia Kaya, Sena Tuğçe Güner, Özge Öztürk ve Asuman Çakır paylaşıyor. Oyuncular, oynadıkları karakterin belirginleşmiş ve hafızalara kazınan tavırlarını iyi gözlemiş ve özümsemişler. Her biri sahne üstünde oyunculuklarındaki kalitenin yanında gözlem güçlerinin de ne denli yüksek olduğunu sergiliyor. Ancak salt bir taklit içinde değiller ve böyle olmamaları da ayrı bir başarı. Canlandırdıkları müşahhas kişiliklerle beraber, onların iç dünyalarına dair nüansları verirken bir başka kimlikten esintileri de önümüze getiriyorlardı. Aksini yapsalardı gerçekten çok itici olabilirlerdi.
Balkonda Sanat ekibi, bir yandan Kadıköy’deki mekânlarında sanat atölyelerine devam ederken, bir yandan da oyunlarını İstanbul’un hattâ Türkiye’nin birçok yerinde sahnelemeye devam ediyor.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.