Bütün kadınların kafası karışıktır!
Sezonun önemli ve iddialı yapımlarından olan “Bütün Kadınların Kafası Karışıktır”da Aysa bünyesinde çıkan oyunlardan biri. Ece Temelkuran’ın aynı adlı eserinden Seray Şahiner tarafından tiyatroya uyarlanan oyun, Selen Uçer’in yazımıyla sahneye aktarılmış.
“Kadın oyunu” diye adlandırılan ve hatta “kadınların yaşadığı ve karşılaştığı sorunları çok başarılı şekilde aktaran bir oyun” diye sahneye konulan oyunlara benzemiyor. “Bütün Kadınların Kafası Karışıktır” oyunu olayı derinlemesine alan ve işin daha çok psişik boyutunu ön plâna çıkaran bir çalışma. Oyunu izlemek için belli bir entelektüel birikimde olmak ve oyunda atıfta bulunulan olgulara ve kişilere dair az da olsa bilgi sahibi olmak gerekir. Oyun salt bir kadın penceresinden duruma el atıp, kadınların belli başlı sorunlarını öne çıkarma kaygısı gütmüyor. Bilinen ve ne yazık ki önlenmesi konusunda bir türlü ileriye gidemediğimiz, kadının her platformda erkeğin gerisinde durması gerektiği anlayışı, kadının kendini sadece erkekle anlamlandırma anlayışı, erkek tarafından uygulanan ağır psikolojik ve fiziksel şiddet, cinsel meta olarak kullanılması ve erkeğin her an kadının hemen hemen her hareketini direkt cinselliğe yorumlaması sorunlarının ele alınmasının yanı sıra insana ait türlü çelişkilerin de yer aldığı türlü temelleri de bulunan bir oyun. Zor durumlarda, karşılaştığımız türlü güçlüklerde, sorun çözme becerilerimizde bilinçaltımızın devreye girişini, geriye ittiğimiz, üstünü örttüğümüz nice bitirilmemiş ve hesabı kesilmemiş olayların ve dahi duyguların ileriki yıllarda daha acımasız bir yüzleşmeyle karşımıza çıkışını, çocukluk döneminde yaşanan duygusal travmaların etkisinin kişi hangi makama yada konuma gelirse gelsin bir ömür sürebileceğini, bir başkasının düştüğü negatif durumdan bile kendi payımıza menfaat üretme çabamızı ve üstelik bunun yardım kisvesi altında ikiyüzlü biçimde yapılmasını, ne yazık ki ince düşünmenin ve irdelemenin değil de yüzeyselliğin ve bayağılığın geçer akçe oluşunu, aydın diye adlandırılan ve kendilerini toplumun üst katmanından gören ve neredeyse her şeyi küçümseyen kimi insanların kendilerini dış dünyadan neredeyse tamamen soyutlayarak yaşadığının altının çizilmesi de oyunun derinliğini gösteren başka boyutları... Oyunda ayrıca, kültür-sanat ve yazın dünyasındaki kişilerin, birbirlerine karşı gösterdikleri acımasız ve birbirlerini aşağı çekmeye çalışan yüzleri ve edebiyat dünyasında âdeta mafyöz bir biçimde işleyen yapıların varlığı da ele alınmış. Bütün bunlara rağmen bir kitaptan tiyatroya uyarlanan oyun, teatral metin olarak belli sıkıntıları da taşıyor. Zira kitap olarak başarılı olan bir düşünce ve kurgu, kimi zaman hayâlde “Bu kitaptan çok iyi oyun olur.” şeklinde tezahür ediyor ancak iş sahneye dökülmeye gelince her zaman aynı sonucu vermiyor. Çünkü kitapta hoşumuza giden ve kendimizle baş başa kalarak okuduğumuz kimi paragraflar, canlandırma esnasında beylik lâflar şeklinde kalabiliyor. Öte yandan kör göze parmak mesaj niteliğine de dönüşebiliyor. O yüzden özellikle bu oyun özelinde ana karakterin tiratları olayın içine yerleştirilerek bir düzenleme yapılabilirse daha iyi olur kanısındayım.
Oyun, Ebru Uysal adında bir yazarın çocukluğundan bu yana getirdiği, derununda sakladığı yalnızlığın ve kendini ispat çabasının kocasının kendisini terk etmesinden sonra artık dayanılmaz boyuta varmasından ötürü kesin olarak intihara kalkışmasıyla başlıyor. İntihar etmek için balkona çıkan kadının komşuları, pencerelerden duruma müdahale ediyor ve kadını intihardan vazgeçirmeye çalışıyorlar. Derken o esnada biri sessizce içeri giriyor ve kadını balkondan içeri çekiyor. Balkon sahnesinden sonra iç mekân sahnesinde yazarın neden intihar etmek istediği daha net bir biçimde anlaşılıyor. Diğer komşuları da bu nedenlere dair kendi fikirlerini ortaya koyuyor ve kendi yaşadıkları olaylardan örnekler vermeye başlıyorlar. Esasında hepsi bu intihar girişimine dair getirdikleri açıklamalarla beraber kendi hayatlarını sorguluyorlar. Yazar birbirinden farklı kültürlerden gelen komşularının bu hikâyelerini gördükçe daha da şaşkına dönüyor. İlk etapta anlatılanları kabullenemiyor ancak daha sonra olayları bir başka boyuttan anlamaya çalışıyor. Oyunun sonunda karşılaştığı bir gerçek de kendisini bunalıma sürükleyen temel yüzleşmelerden birisinin arka plânını görmesine neden oluyor.
Reji Selen Uçer’e ait. Oyunun daha çok fikrî bir boyutu olduğu için rejiye çok da imkân tanıyan yapısı yok. Uçer’in oyun çok durağan olmasın diye bir devinim katma maksadını güttüğü aşikâr ancak ortaya yer yer abartılı ve aslında seyirciyi oyundan koparacak sahneler çıkarmış. Olaya basın mensuplarının karışması ve basının bu tarz olaylara bakışının da eleştirel bir gözle oyun içine yerleştirilmesi, oyundaki derinlikli yapıdan ve ev içinde dönen “gerçek” sohbetten kopmaya sebebiyet veriyor. Belki rejisör hayat içindeki bu çelişkileri de vermek istemiş olabilir ancak bir oyun içinde birden çok derdin anlatılması bazen kaosa sebebiyet verebiliyor. Burada Haldun Taner’in reji yaparken oyuncularına söylediği cümleyi akla getirmekte fayda var; “Bir oyunda bir tek derdi anlatın. Bu derdi de önce kendinize bir cümleyle ifade edin. Çok şey anlatma gayretine girdiğiniz anda hiçbir şey anlatamazsınız.” Yönetmenin, tek perdelik bir oyunda dekoru yenilemek için perdeyi kapattırması ve bu kapatmanın uzun sürmesi, ışığın karartılması anlarında fondan gelen cümlelerin bir anlam ifade etmemesi de oyundan kopmalara yol açabiliyor.
Oyunda Deniz Çakır, Şebnem Sönmez, Zeynep Kankonde, İpek Türktan Kaynak, Kadir Çermik rol alıyor.
Deniz Çakır’ın kimi zaman ağlamaklı bir sesle konuşmasından kaynaklı olarak bazı cümlelerin net anlaşılamamasını saymazsak performansı çok iyiydi. Özellikle majör depresyon geçiren tipin boşluklarını, anlam veremeyen ve bir türlü odaklanamayan bakışlarını, ara ara kendine geldiği anlarda güçlü görünmeye çalışan ve fakat depresif yapıdan dolayı da düştüğü güçsüz ve çocuksu yanlarını vermesi başarılıydı. Sürekli ağlak hâlde bulunması da doğru bir gözlemin sonucu. Zira intihar girişimlerinin en belirgin nedeni depresyondur. Bu karakterde de depresyonun olduğu bariz. Ve intihar girişimi sonrası depresyon türü manik de olsa majör de olsa birey ağlamaklı ve umutsuz bir modda olur. Sürekli çevresini suçlar. Bunu da alâkalı alâkasız bütün kişilerle ve olaylarla bağdaştırarak yapar. Çakır, karakterinin durumunun farkında olarak oynuyor. Ancak tekrar ediyorum; en önde oturmama rağmen bazı cümlelerini anlamakta güçlük çekiyorsam arka sıradaki seyirciler daha bir zorlanmıştır.
Şebnem Sönmez, yukarda bahsettiğim acımasız edebiyat gruplarının başındaki yarı bohem, entelektüel derinliği olan Mevhibe (Perran) karakterini canlandırıyor. Şebnem Sönmez inişleri çıkışları, ses tonu, ani parlamaları hep aynı olan bir oyuncu. Bu oyun içinde de yine aynı bakışları, tonlamaları, birden çıkışan hâllerini izliyoruz. Açıkçası şaşırtmıyor.
İpek Türktan Kaynak, sadece magazin boyutuyla öne çıkan lümpen şarkıcı Meltem Kaya’yı oynuyor. Karaktere yerinde nüanslar vermiş. Cümlelerdeki vurgusundan bedenindeki kıvrak hallerine, TV’lerde gördüğümüz “ablan kurban olsun sana” tiplemelerinin verdiği seksapeliteden büyük mimiklerle bezemesine kadar bütün detayları işlemiş.
Kadir Çermik, emlakçı rolünde. Oyundaki vasat karakterlerden. Gündelik sorunlarla uğraşan, küçücük dünyasında uğraş veren, derdi sadece birilerine ev kiralamak ve satmak bir tip. Mahallelerdeki küçük emlakçıların çoğu daha çok uyanıklıkla iş yapmaya gayret ederler. Oyundaki karakter de öyle ancak Çermik’in oyunculuğunda bu durum belirginleşmemiş. Daha sade bir oyunculuğu tercih etmiş.
Oyunun yıldızı Zeynep Kankonde, temizlikçi Aysel’i sahneye taşıyor. Bu tiplerin elbette avantajlı yanı vardır. Çünkü oyundaki en kontr ama en sempatik karakterlerdir. Ancak bazen abartıldığında antipati de oluşturabilir. Kankonde karakterin avantajını yerli yerince kullanmış. Saf kadının yer yer uyanışını verip ama karakterin kendi gerçekliğinin farkında oluşunu bir an olsun geriye itmemesi ve bunu da sadece anlık mimiklerle vermesi gözden kaçmıyor.
Dekor ve kostümde Natali Yeres imzası var. Kostümler karakterlerin yaşadıkları dünyaya uygun, sıradan kostümler. Zaten bu oyunda altı çizili kostümlere pek yer verilemezdi. Ancak açık söylemek gerekirse Aysa’nın ilk defa bir oyununda özensiz bir dekor görüyorum. Oyunu Caddebostan Kültür Merkezinde izledim ki bu tarz büyük ve derinliği fazla olan sahnelerde bu dekor daha da güdük kalıyor.
“Bütün Kadınların Kafası Karışıktır”, buhranlı durumları eğlenceli dille anlatan bir oyun görmek isteyen seyircilerin gidebileceği oyunlardan.
“Kadın oyunu” diye adlandırılan ve hatta “kadınların yaşadığı ve karşılaştığı sorunları çok başarılı şekilde aktaran bir oyun” diye sahneye konulan oyunlara benzemiyor. “Bütün Kadınların Kafası Karışıktır” oyunu olayı derinlemesine alan ve işin daha çok psişik boyutunu ön plâna çıkaran bir çalışma. Oyunu izlemek için belli bir entelektüel birikimde olmak ve oyunda atıfta bulunulan olgulara ve kişilere dair az da olsa bilgi sahibi olmak gerekir. Oyun salt bir kadın penceresinden duruma el atıp, kadınların belli başlı sorunlarını öne çıkarma kaygısı gütmüyor. Bilinen ve ne yazık ki önlenmesi konusunda bir türlü ileriye gidemediğimiz, kadının her platformda erkeğin gerisinde durması gerektiği anlayışı, kadının kendini sadece erkekle anlamlandırma anlayışı, erkek tarafından uygulanan ağır psikolojik ve fiziksel şiddet, cinsel meta olarak kullanılması ve erkeğin her an kadının hemen hemen her hareketini direkt cinselliğe yorumlaması sorunlarının ele alınmasının yanı sıra insana ait türlü çelişkilerin de yer aldığı türlü temelleri de bulunan bir oyun. Zor durumlarda, karşılaştığımız türlü güçlüklerde, sorun çözme becerilerimizde bilinçaltımızın devreye girişini, geriye ittiğimiz, üstünü örttüğümüz nice bitirilmemiş ve hesabı kesilmemiş olayların ve dahi duyguların ileriki yıllarda daha acımasız bir yüzleşmeyle karşımıza çıkışını, çocukluk döneminde yaşanan duygusal travmaların etkisinin kişi hangi makama yada konuma gelirse gelsin bir ömür sürebileceğini, bir başkasının düştüğü negatif durumdan bile kendi payımıza menfaat üretme çabamızı ve üstelik bunun yardım kisvesi altında ikiyüzlü biçimde yapılmasını, ne yazık ki ince düşünmenin ve irdelemenin değil de yüzeyselliğin ve bayağılığın geçer akçe oluşunu, aydın diye adlandırılan ve kendilerini toplumun üst katmanından gören ve neredeyse her şeyi küçümseyen kimi insanların kendilerini dış dünyadan neredeyse tamamen soyutlayarak yaşadığının altının çizilmesi de oyunun derinliğini gösteren başka boyutları... Oyunda ayrıca, kültür-sanat ve yazın dünyasındaki kişilerin, birbirlerine karşı gösterdikleri acımasız ve birbirlerini aşağı çekmeye çalışan yüzleri ve edebiyat dünyasında âdeta mafyöz bir biçimde işleyen yapıların varlığı da ele alınmış. Bütün bunlara rağmen bir kitaptan tiyatroya uyarlanan oyun, teatral metin olarak belli sıkıntıları da taşıyor. Zira kitap olarak başarılı olan bir düşünce ve kurgu, kimi zaman hayâlde “Bu kitaptan çok iyi oyun olur.” şeklinde tezahür ediyor ancak iş sahneye dökülmeye gelince her zaman aynı sonucu vermiyor. Çünkü kitapta hoşumuza giden ve kendimizle baş başa kalarak okuduğumuz kimi paragraflar, canlandırma esnasında beylik lâflar şeklinde kalabiliyor. Öte yandan kör göze parmak mesaj niteliğine de dönüşebiliyor. O yüzden özellikle bu oyun özelinde ana karakterin tiratları olayın içine yerleştirilerek bir düzenleme yapılabilirse daha iyi olur kanısındayım.
Oyun, Ebru Uysal adında bir yazarın çocukluğundan bu yana getirdiği, derununda sakladığı yalnızlığın ve kendini ispat çabasının kocasının kendisini terk etmesinden sonra artık dayanılmaz boyuta varmasından ötürü kesin olarak intihara kalkışmasıyla başlıyor. İntihar etmek için balkona çıkan kadının komşuları, pencerelerden duruma müdahale ediyor ve kadını intihardan vazgeçirmeye çalışıyorlar. Derken o esnada biri sessizce içeri giriyor ve kadını balkondan içeri çekiyor. Balkon sahnesinden sonra iç mekân sahnesinde yazarın neden intihar etmek istediği daha net bir biçimde anlaşılıyor. Diğer komşuları da bu nedenlere dair kendi fikirlerini ortaya koyuyor ve kendi yaşadıkları olaylardan örnekler vermeye başlıyorlar. Esasında hepsi bu intihar girişimine dair getirdikleri açıklamalarla beraber kendi hayatlarını sorguluyorlar. Yazar birbirinden farklı kültürlerden gelen komşularının bu hikâyelerini gördükçe daha da şaşkına dönüyor. İlk etapta anlatılanları kabullenemiyor ancak daha sonra olayları bir başka boyuttan anlamaya çalışıyor. Oyunun sonunda karşılaştığı bir gerçek de kendisini bunalıma sürükleyen temel yüzleşmelerden birisinin arka plânını görmesine neden oluyor.
Reji Selen Uçer’e ait. Oyunun daha çok fikrî bir boyutu olduğu için rejiye çok da imkân tanıyan yapısı yok. Uçer’in oyun çok durağan olmasın diye bir devinim katma maksadını güttüğü aşikâr ancak ortaya yer yer abartılı ve aslında seyirciyi oyundan koparacak sahneler çıkarmış. Olaya basın mensuplarının karışması ve basının bu tarz olaylara bakışının da eleştirel bir gözle oyun içine yerleştirilmesi, oyundaki derinlikli yapıdan ve ev içinde dönen “gerçek” sohbetten kopmaya sebebiyet veriyor. Belki rejisör hayat içindeki bu çelişkileri de vermek istemiş olabilir ancak bir oyun içinde birden çok derdin anlatılması bazen kaosa sebebiyet verebiliyor. Burada Haldun Taner’in reji yaparken oyuncularına söylediği cümleyi akla getirmekte fayda var; “Bir oyunda bir tek derdi anlatın. Bu derdi de önce kendinize bir cümleyle ifade edin. Çok şey anlatma gayretine girdiğiniz anda hiçbir şey anlatamazsınız.” Yönetmenin, tek perdelik bir oyunda dekoru yenilemek için perdeyi kapattırması ve bu kapatmanın uzun sürmesi, ışığın karartılması anlarında fondan gelen cümlelerin bir anlam ifade etmemesi de oyundan kopmalara yol açabiliyor.
Oyunda Deniz Çakır, Şebnem Sönmez, Zeynep Kankonde, İpek Türktan Kaynak, Kadir Çermik rol alıyor.
Deniz Çakır’ın kimi zaman ağlamaklı bir sesle konuşmasından kaynaklı olarak bazı cümlelerin net anlaşılamamasını saymazsak performansı çok iyiydi. Özellikle majör depresyon geçiren tipin boşluklarını, anlam veremeyen ve bir türlü odaklanamayan bakışlarını, ara ara kendine geldiği anlarda güçlü görünmeye çalışan ve fakat depresif yapıdan dolayı da düştüğü güçsüz ve çocuksu yanlarını vermesi başarılıydı. Sürekli ağlak hâlde bulunması da doğru bir gözlemin sonucu. Zira intihar girişimlerinin en belirgin nedeni depresyondur. Bu karakterde de depresyonun olduğu bariz. Ve intihar girişimi sonrası depresyon türü manik de olsa majör de olsa birey ağlamaklı ve umutsuz bir modda olur. Sürekli çevresini suçlar. Bunu da alâkalı alâkasız bütün kişilerle ve olaylarla bağdaştırarak yapar. Çakır, karakterinin durumunun farkında olarak oynuyor. Ancak tekrar ediyorum; en önde oturmama rağmen bazı cümlelerini anlamakta güçlük çekiyorsam arka sıradaki seyirciler daha bir zorlanmıştır.
Şebnem Sönmez, yukarda bahsettiğim acımasız edebiyat gruplarının başındaki yarı bohem, entelektüel derinliği olan Mevhibe (Perran) karakterini canlandırıyor. Şebnem Sönmez inişleri çıkışları, ses tonu, ani parlamaları hep aynı olan bir oyuncu. Bu oyun içinde de yine aynı bakışları, tonlamaları, birden çıkışan hâllerini izliyoruz. Açıkçası şaşırtmıyor.
İpek Türktan Kaynak, sadece magazin boyutuyla öne çıkan lümpen şarkıcı Meltem Kaya’yı oynuyor. Karaktere yerinde nüanslar vermiş. Cümlelerdeki vurgusundan bedenindeki kıvrak hallerine, TV’lerde gördüğümüz “ablan kurban olsun sana” tiplemelerinin verdiği seksapeliteden büyük mimiklerle bezemesine kadar bütün detayları işlemiş.
Kadir Çermik, emlakçı rolünde. Oyundaki vasat karakterlerden. Gündelik sorunlarla uğraşan, küçücük dünyasında uğraş veren, derdi sadece birilerine ev kiralamak ve satmak bir tip. Mahallelerdeki küçük emlakçıların çoğu daha çok uyanıklıkla iş yapmaya gayret ederler. Oyundaki karakter de öyle ancak Çermik’in oyunculuğunda bu durum belirginleşmemiş. Daha sade bir oyunculuğu tercih etmiş.
Oyunun yıldızı Zeynep Kankonde, temizlikçi Aysel’i sahneye taşıyor. Bu tiplerin elbette avantajlı yanı vardır. Çünkü oyundaki en kontr ama en sempatik karakterlerdir. Ancak bazen abartıldığında antipati de oluşturabilir. Kankonde karakterin avantajını yerli yerince kullanmış. Saf kadının yer yer uyanışını verip ama karakterin kendi gerçekliğinin farkında oluşunu bir an olsun geriye itmemesi ve bunu da sadece anlık mimiklerle vermesi gözden kaçmıyor.
Dekor ve kostümde Natali Yeres imzası var. Kostümler karakterlerin yaşadıkları dünyaya uygun, sıradan kostümler. Zaten bu oyunda altı çizili kostümlere pek yer verilemezdi. Ancak açık söylemek gerekirse Aysa’nın ilk defa bir oyununda özensiz bir dekor görüyorum. Oyunu Caddebostan Kültür Merkezinde izledim ki bu tarz büyük ve derinliği fazla olan sahnelerde bu dekor daha da güdük kalıyor.
“Bütün Kadınların Kafası Karışıktır”, buhranlı durumları eğlenceli dille anlatan bir oyun görmek isteyen seyircilerin gidebileceği oyunlardan.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.