Medyanın Gücü Nereye Kadar !
Her şeyden önce, nereden ve kimden gelirse gelsin medyaya baskıların, daima ''ters'' sonuçlar doğurduğunu da hatırlatmak icap ediyor.
Ne var ki, medya-siyaset-ticaret üçgeninde, tarafların birbirinden çok dikkatli ve dengeleri alt üst edecek davranışlarından, iddialardan, yayınlardan çekinmeleri bekleniyor.
Kaldı ki, kamuoyunun bu tür sürtüşme ve restleşmelerden ''kaygı'' duyduğu da biliniyor.
Biz bu satırları hiç bir tarafı tutmadan, eleştirmeden objektif olarak karalarken, özellikle medyaya düşenleri, yine bir medya ''üst'' kuruluşu olan Basın Konseyi'nin 8 Nisan 2008 tarihinde Üst Kurul Üyeleri'ne yayınlanan bildirisinin aktardığımız geniş bir bölümü, medyayı bir başka açıdan ''tesbit'' ediyor.
''Basın Meslek İlkelerinin en başında da belirtiliği gibi, iletişim özgürlüğü, ''Halkın Gerçekleri Öğrenme Hakkı''nın bir aracıdır.
Halkın gerçekleri öğrenme hakkının kaçınılmaz gereği, haberlerin tarafsız ve nesnel biçimde verilmesidir. Tarafsızlık ve nesnellik, bir yandan haberi alanın hakkının güvencesini oluştururken, diğer yandan da haberi verene kimi yükümlülükler yükler.
Halkın gerçekleri öğrenme hakkının gerçekleşebilmesi için, haber verenin uyması gereken ilkeler Basın Konseyi'nce belirlenmiştir.
Basının saygınlığını koruyabilmek için, haber verenin Basın Meslek İlkelerine uygun davranması gereklidir. Ancak, Basın Meslek İlkeleri'ne uymak, yalnızca yazılı kurallara uyma yükümlülüğünü değil, bunun ötesinde haberi verenin kişisel etik olarak bu ilkeleri tümüyle benimsemiş olmasını gerektirir.
Yoksa kurallar, hangi kuralların nasıl ihlal edilebileceğine yönelik bir uzmanlık alanı haline de gelebilir.
Türkiye gibi, başka ülkelerde de çeşitli dönemlerde basın özgürlüğünün halkın bazı gerçekleri öğrenmesi, bazılarını ise hiç öğrenmemesi biçiminde uygulandığı ve iktidarların halkın bazı şeyleri öğrenmemesi için çeşitli baskılar geliştirdiği bilinmektedir.
Yakın tarihimizde bunun çeşitli uygulamaları görülmüştür. İspat hakkı bunun en temel örneklerindendir. Ayrıca, olağandışı denetimler, kâğıt sınırlamaları vb. yollar da henüz hafızalardadır.
Hatta kimi dönemlerde herhangi bir ''baskı''ya gerek bıraktırmadan, iktidara yakın basın kuruluşlarının ''gönüllü'' biçimde bu görevi yerine getirdiği de bir vakıadır.
Türkiye yine bir tek parti iktidarı dönemi yaşamaktadır ve bu dönemde basın özgürüğünün arkasına sığınarak, halkın gerçekleri öğrenme hakkının ihlaledildiği olaylar artmaktadır.
Basın özgürlüğü, kamuoyunu yönlendirme özgürlüğü değildir.
Basının saygınlığını koruma çabasının, bazen basın özgürlüğü ile çelişen durumlar yaratması ve etik bir ikilem doğurması olanaklıdır.
Özgürlüğün sınırı var mıdır; kimi durumlarda özgürlüğe sığınarak, özgürlüğün ortadan kaldırılmasına yol açacak haberler yapıldığında nasıl tavır alınacaktır gibi sorular yanıtlaması zor sorulardır.
Ancak, bu durumda basının özgürlüğünü koruma ilkesi ile bu özgürlüğü kullanarak halkın haber alma hakkını zedeleyen, halkın belirli bir görüş doğrultusunda bilgilendirerek yönlendirilmesine neden olan haberleri ve habercileri kesin biçimde birbirinden ayırtmak ve bu tür davranışların basın özgürlüğüne dâhil olmadığını açıkça belirtmek gerekir.
Basın özgürlüğü, basını ve kamuoyunu yönlendirme özgürlüğü değildir.
Basın özgürlüğü tarafsız ve nesnel haber verme sorumluluğudur.
Basının, özgür ve saygın bir basından beklenecek düzeyde görevini sürdürmeleri bu yolla sağlanabilir. Aksi takdirde, bu tür yayınlar ''gelenekselleşir'' ve yaygınlaştıkça kendi hukukunu yaratır.''
Nereden bakılırsa bakılsın, Erdoğan-Doğan sürtüşmesi gittikçe, taraflara olduğu kadar ''ortama'' da ''zarar'' verme ölçüsünü artırıyor.
Kutsal Ramazan'ın ruhani havası içinde, en azından, artık ''durma''nın, durabilmenin tam zamanı yaşanıyor.
Türk kamuoyu bunu bir bayram armağanı olarak istiyor ve bekliyor.
kakin@ogunhaber.com
OGÜN/05-11.Ekim.2008/Sayı:93/Sayfa:06
Gazete baskısı için tıklayınız.
Ne var ki, medya-siyaset-ticaret üçgeninde, tarafların birbirinden çok dikkatli ve dengeleri alt üst edecek davranışlarından, iddialardan, yayınlardan çekinmeleri bekleniyor.
Kaldı ki, kamuoyunun bu tür sürtüşme ve restleşmelerden ''kaygı'' duyduğu da biliniyor.
Biz bu satırları hiç bir tarafı tutmadan, eleştirmeden objektif olarak karalarken, özellikle medyaya düşenleri, yine bir medya ''üst'' kuruluşu olan Basın Konseyi'nin 8 Nisan 2008 tarihinde Üst Kurul Üyeleri'ne yayınlanan bildirisinin aktardığımız geniş bir bölümü, medyayı bir başka açıdan ''tesbit'' ediyor.
''Basın Meslek İlkelerinin en başında da belirtiliği gibi, iletişim özgürlüğü, ''Halkın Gerçekleri Öğrenme Hakkı''nın bir aracıdır.
Halkın gerçekleri öğrenme hakkının kaçınılmaz gereği, haberlerin tarafsız ve nesnel biçimde verilmesidir. Tarafsızlık ve nesnellik, bir yandan haberi alanın hakkının güvencesini oluştururken, diğer yandan da haberi verene kimi yükümlülükler yükler.
Halkın gerçekleri öğrenme hakkının gerçekleşebilmesi için, haber verenin uyması gereken ilkeler Basın Konseyi'nce belirlenmiştir.
Basının saygınlığını koruyabilmek için, haber verenin Basın Meslek İlkelerine uygun davranması gereklidir. Ancak, Basın Meslek İlkeleri'ne uymak, yalnızca yazılı kurallara uyma yükümlülüğünü değil, bunun ötesinde haberi verenin kişisel etik olarak bu ilkeleri tümüyle benimsemiş olmasını gerektirir.
Yoksa kurallar, hangi kuralların nasıl ihlal edilebileceğine yönelik bir uzmanlık alanı haline de gelebilir.
Türkiye gibi, başka ülkelerde de çeşitli dönemlerde basın özgürlüğünün halkın bazı gerçekleri öğrenmesi, bazılarını ise hiç öğrenmemesi biçiminde uygulandığı ve iktidarların halkın bazı şeyleri öğrenmemesi için çeşitli baskılar geliştirdiği bilinmektedir.
Yakın tarihimizde bunun çeşitli uygulamaları görülmüştür. İspat hakkı bunun en temel örneklerindendir. Ayrıca, olağandışı denetimler, kâğıt sınırlamaları vb. yollar da henüz hafızalardadır.
Hatta kimi dönemlerde herhangi bir ''baskı''ya gerek bıraktırmadan, iktidara yakın basın kuruluşlarının ''gönüllü'' biçimde bu görevi yerine getirdiği de bir vakıadır.
Türkiye yine bir tek parti iktidarı dönemi yaşamaktadır ve bu dönemde basın özgürüğünün arkasına sığınarak, halkın gerçekleri öğrenme hakkının ihlaledildiği olaylar artmaktadır.
Basın özgürlüğü, kamuoyunu yönlendirme özgürlüğü değildir.
Basının saygınlığını koruma çabasının, bazen basın özgürlüğü ile çelişen durumlar yaratması ve etik bir ikilem doğurması olanaklıdır.
Özgürlüğün sınırı var mıdır; kimi durumlarda özgürlüğe sığınarak, özgürlüğün ortadan kaldırılmasına yol açacak haberler yapıldığında nasıl tavır alınacaktır gibi sorular yanıtlaması zor sorulardır.
Ancak, bu durumda basının özgürlüğünü koruma ilkesi ile bu özgürlüğü kullanarak halkın haber alma hakkını zedeleyen, halkın belirli bir görüş doğrultusunda bilgilendirerek yönlendirilmesine neden olan haberleri ve habercileri kesin biçimde birbirinden ayırtmak ve bu tür davranışların basın özgürlüğüne dâhil olmadığını açıkça belirtmek gerekir.
Basın özgürlüğü, basını ve kamuoyunu yönlendirme özgürlüğü değildir.
Basın özgürlüğü tarafsız ve nesnel haber verme sorumluluğudur.
Basının, özgür ve saygın bir basından beklenecek düzeyde görevini sürdürmeleri bu yolla sağlanabilir. Aksi takdirde, bu tür yayınlar ''gelenekselleşir'' ve yaygınlaştıkça kendi hukukunu yaratır.''
Nereden bakılırsa bakılsın, Erdoğan-Doğan sürtüşmesi gittikçe, taraflara olduğu kadar ''ortama'' da ''zarar'' verme ölçüsünü artırıyor.
Kutsal Ramazan'ın ruhani havası içinde, en azından, artık ''durma''nın, durabilmenin tam zamanı yaşanıyor.
Türk kamuoyu bunu bir bayram armağanı olarak istiyor ve bekliyor.
kakin@ogunhaber.com
OGÜN/05-11.Ekim.2008/Sayı:93/Sayfa:06
Gazete baskısı için tıklayınız.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.