Yalancının ustası, doğruyu taşlatır…
Bir zaman, bir diyarda yalancılığı ile meşhur bir adama oğlu sitem eder.
Evlat;
“Baba, artık bırak yalan konuşmayı. Yaşını başını aldın, saçın sakalın ağardı.
Senin yalanların yüzünden utancımızdan toplum içine çıkamaz olduk.
Bırak artık Allah aşkına...”
Baba sakin sakin dinler ve aynı sükûnet ve ciddiyetle cevap verir;
“Evladım, beni herkesle karıştırma.
Ben sıradan yalan söyleyen bir adam değilim.
Yalan konuşmak o kadar basit, sıradan bir iş değildir, herkes yalan konuşmayı beceremez...”
Evlat;
“Hadi baba ya...
Yalanı herkes söyler. Yalan söylemeyi marifetmiş gibi anlatıyorsun, yalanda marifet mi olurmuş...”
Baba;
“Tamam o halde...
O kadar kolaysa git, milletin içinde bir yalan da sen söyle de görelim bakalım.”
Bu sohbetten birkaç gün sonra köy kahvesinde delikanlı konuşmaya başlar;
“Geçen gün ava gitmiştim. Elli metre var yok, bir tavşan gördüm…
O beni görüp kaçmasına fırsat vermeden silaha davrandım, çektim tetiği, tavşanı vurdum…
Gittim yanına, baktım saçma tavşanın arka ayağından girmiş, kulağından çıkmış. “
Kahvede oturanlar hep cahil insanlar değil elbette, avdan, avcılıktan silahtan, mermiden anlayanlardan bazıları kahkahayla gülmüş.
İçlerinden biri, “Evladım yalan konuş ta doğru yalan söyle, yutması kolay olsun” gibi laflar edip delikanlıyı sıkıştırmaya başlayınca oğlunun zor durumda kaldığını gören baba söze karışmış;
“Yahu komşular amma da cahilsiniz. Tavşan, arka ayağıyla kulaklarını kaşıyormuş... “
Yalan söylemek te maharettir, uzmanlık işidir. Herkes yüzü kızarmadan, sesi titremeden yalan söyleyemez.
Yalanlar bazen üç, beş, on bilinmeyenli denklem gibidir.
Bazıları tüm bilinmeyenleri hesaplayarak yalan söyler.
Her yalancının mumu yatsıda sönmeyebilir.
Şer işler de uzmanlık ister
Herkes rahat rahat çalamaz.
Kötü olmak kolaydır belki ama bazı kötüler ordinaryüstür, kötülüğün, şerrin, fitnenin, ihanetin, fırıldaklığın, kaypaklığın, dalaverenin, zulmün, katilliğin, caniliğin kitabını, ansiklopedisini yazmıştır…
İyiler kötülüğün cahilidir. Zulmetmeyi bilemez, ihanet etmeyi, yalanı, iftirayı, demagojiyi bilemez, beceremez, eline yüzüne bulaştırır.
Onların adı çıkar, millet onları yuhalarken, taşlarken, öbür tarafta kötülükte uzman olan kötülüğünü güle oynaya yapmaya devam eder.
Hokus - Pokus yapar her daim… Sosyal algı oyunları, psikolojik algı oyunları yapar.
Ve bizler hayran hayran bakarız, hatta alkış ta tutarız…
"İnsanlar şerde ilerledikçe kuvvetten hileye yönelirler der" merhum Cemil Meriç.
Toplumların en basit şerlileri kaba kuvvet kullananlarıdır. En uzman şerlileri ise çoğu zaman toplum tarafından saygı gören şahıslar arasından çıkar.
Dünyanın en şerlileri kimlerdir diye yüz kişiye sorsak, kimse Afrika kabilelerini, yamyamları, sokak serserilerini, mahalle kabadayılarını, mafyaları vb. saymaz.
Çünkü onların her biri küçücük oyuncaklardır.
Arkada devletlerin, milletlerin kaderiyle oynayacak kadar güçlü, zengin, sinsi, kalleş, kahpe örgütler, şahıslar vardır…
Bunların çoğunun tahmin edilmez servetleri vardır. Medyaları vardır. Dünyanın her yerinde okutup eğittikleri sonra belli yüksek mevkilere, belli sektörlere vb. yerleştirdikleri elemanları, emir erleri vardır. Uyuyan hücreler diyorlar sanki buna…
Uyuyan virüs gibi, mikrop gibi, bünyenin zayıfladığını hissettiği an son sürat saldırıya ve üremeye başlarlar…
Bunlar ciddi kurumlar adına konuşan, iş yapan ciddi adam pozlarını asla bozmazlar.
En büyük yalanları çok büyük cesaretle, sükûnetle ve ciddiyetle konuşurlar…
Yalan demeye cesaret etmek yürek ister.
İşte biz böylesi bir zamanda yaşıyoruz.
Her şer işin en büyük uzmanlarının kol gezdiği bir dünyada yaşıyoruz.
Nasibimize bu zamanda yaşamak düştü.
Bizim de doğrulukta, sadakatte, hak ve hakikatte, hayırda en büyük uzmanlar olmamız gerek ki mücadele edebilelim...
Onlara benzemek bizim haddimiz değil. Onların silahıyla onları yenmek te mümkün değil.
Yalanı yalan öldürmez, yok etmez. Yalanı gerçek öldürür.
İhaneti, münafıklığı, sadakat ve doğruluk öldürür.
İftirayı iftira temizlemez, hakikat temizler.
Zulmü zulüm değil adalet, merhamet öldürür.
Cehaleti bilgi değil, ilim öldürür. Bilgi her yerde, herkeste var.
"Allah adıyla" öğrenilen ilim öldürür cehaleti...
Fakat, vernik-cila atölyesinde uzun süre çalışan birinin kafayı bulması gibi, her gün etrafa salınan 'yalan gazı' ile sersemlemiş, sarhoş olmuş insanları uyarmak, uyandırmak, onlara doğruyu anlatmak, kabul ettirmek çok zor.
Toplumları bilerek bu hale getiriyorlar.
Zira kurtlar dumanlı havayı sever. Avlanabilmeleri için havanın puslu, suyun bulanık olması lazım. Ve bulandırmayı çok iyi biliyorlar, yapıyorlar.
Bu bulanık, puslu havayı bu millet çok yaşadı, çok gördü. Siste yol almayı epeyce öğrendi.
**
Aşkın gözü kördür.
Sevdiği adamın yalancı olduğu herkes tarafından bilinse bile, o ara sıra konuştuğu doğruları görür, onlarla avunur, yine de onu savunur...
Nefretin gözü de kördür.
Sevmediği adamın bin doğrusunu bilse, görse bile o sadece nefretini besleyecek üç beş hatayı, ayıbı görür... Oradan vurur, onlarla vurur...
Aşk gönle girince akıl senelik izne çıktığı gibi, nefret, garaz girince de öyle olur; insaf, hürmet, saygı, adalet, merhamet, vicdan, sağduyu, basiret...
Hepsi çekilir bir köşeye, susar...
Hisler böyledir.
Hissi insanlar da böyledir,
Hisleriyle oynanan insanlar ve gruplar, toplumlar da öyle...
Kemal Sunal filmlerinde görülen üç kağıtçılar gibi...
Bul karayı, al parayı diye bağıran, üç kağıtçılar gibi, o üç kağıtçılara servet bırakan şaşkın vatandaşlar gibi...
Her defasında bu sefer bulacağım diye hırslanan ama her defasında da kaybeden insanımızla, bugün medya ve siyasetin üç kağıtçıları tarafından üç kâğıda getirilmek istenen insanımızın hali aynı aslında…
Bulabilirsen bul.
Üç kâğıda para kaptırmakla “oy” unu kaptırmanın farkı yok…
Aldanmak, aldatılmak, oyuna gelmek, her şekilde gurur kırıcı…
Evlat;
“Baba, artık bırak yalan konuşmayı. Yaşını başını aldın, saçın sakalın ağardı.
Senin yalanların yüzünden utancımızdan toplum içine çıkamaz olduk.
Bırak artık Allah aşkına...”
Baba sakin sakin dinler ve aynı sükûnet ve ciddiyetle cevap verir;
“Evladım, beni herkesle karıştırma.
Ben sıradan yalan söyleyen bir adam değilim.
Yalan konuşmak o kadar basit, sıradan bir iş değildir, herkes yalan konuşmayı beceremez...”
Evlat;
“Hadi baba ya...
Yalanı herkes söyler. Yalan söylemeyi marifetmiş gibi anlatıyorsun, yalanda marifet mi olurmuş...”
Baba;
“Tamam o halde...
O kadar kolaysa git, milletin içinde bir yalan da sen söyle de görelim bakalım.”
Bu sohbetten birkaç gün sonra köy kahvesinde delikanlı konuşmaya başlar;
“Geçen gün ava gitmiştim. Elli metre var yok, bir tavşan gördüm…
O beni görüp kaçmasına fırsat vermeden silaha davrandım, çektim tetiği, tavşanı vurdum…
Gittim yanına, baktım saçma tavşanın arka ayağından girmiş, kulağından çıkmış. “
Kahvede oturanlar hep cahil insanlar değil elbette, avdan, avcılıktan silahtan, mermiden anlayanlardan bazıları kahkahayla gülmüş.
İçlerinden biri, “Evladım yalan konuş ta doğru yalan söyle, yutması kolay olsun” gibi laflar edip delikanlıyı sıkıştırmaya başlayınca oğlunun zor durumda kaldığını gören baba söze karışmış;
“Yahu komşular amma da cahilsiniz. Tavşan, arka ayağıyla kulaklarını kaşıyormuş... “
Yalan söylemek te maharettir, uzmanlık işidir. Herkes yüzü kızarmadan, sesi titremeden yalan söyleyemez.
Yalanlar bazen üç, beş, on bilinmeyenli denklem gibidir.
Bazıları tüm bilinmeyenleri hesaplayarak yalan söyler.
Her yalancının mumu yatsıda sönmeyebilir.
Şer işler de uzmanlık ister
Herkes rahat rahat çalamaz.
Kötü olmak kolaydır belki ama bazı kötüler ordinaryüstür, kötülüğün, şerrin, fitnenin, ihanetin, fırıldaklığın, kaypaklığın, dalaverenin, zulmün, katilliğin, caniliğin kitabını, ansiklopedisini yazmıştır…
İyiler kötülüğün cahilidir. Zulmetmeyi bilemez, ihanet etmeyi, yalanı, iftirayı, demagojiyi bilemez, beceremez, eline yüzüne bulaştırır.
Onların adı çıkar, millet onları yuhalarken, taşlarken, öbür tarafta kötülükte uzman olan kötülüğünü güle oynaya yapmaya devam eder.
Hokus - Pokus yapar her daim… Sosyal algı oyunları, psikolojik algı oyunları yapar.
Ve bizler hayran hayran bakarız, hatta alkış ta tutarız…
"İnsanlar şerde ilerledikçe kuvvetten hileye yönelirler der" merhum Cemil Meriç.
Toplumların en basit şerlileri kaba kuvvet kullananlarıdır. En uzman şerlileri ise çoğu zaman toplum tarafından saygı gören şahıslar arasından çıkar.
Dünyanın en şerlileri kimlerdir diye yüz kişiye sorsak, kimse Afrika kabilelerini, yamyamları, sokak serserilerini, mahalle kabadayılarını, mafyaları vb. saymaz.
Çünkü onların her biri küçücük oyuncaklardır.
Arkada devletlerin, milletlerin kaderiyle oynayacak kadar güçlü, zengin, sinsi, kalleş, kahpe örgütler, şahıslar vardır…
Bunların çoğunun tahmin edilmez servetleri vardır. Medyaları vardır. Dünyanın her yerinde okutup eğittikleri sonra belli yüksek mevkilere, belli sektörlere vb. yerleştirdikleri elemanları, emir erleri vardır. Uyuyan hücreler diyorlar sanki buna…
Uyuyan virüs gibi, mikrop gibi, bünyenin zayıfladığını hissettiği an son sürat saldırıya ve üremeye başlarlar…
Bunlar ciddi kurumlar adına konuşan, iş yapan ciddi adam pozlarını asla bozmazlar.
En büyük yalanları çok büyük cesaretle, sükûnetle ve ciddiyetle konuşurlar…
Yalan demeye cesaret etmek yürek ister.
İşte biz böylesi bir zamanda yaşıyoruz.
Her şer işin en büyük uzmanlarının kol gezdiği bir dünyada yaşıyoruz.
Nasibimize bu zamanda yaşamak düştü.
Bizim de doğrulukta, sadakatte, hak ve hakikatte, hayırda en büyük uzmanlar olmamız gerek ki mücadele edebilelim...
Onlara benzemek bizim haddimiz değil. Onların silahıyla onları yenmek te mümkün değil.
Yalanı yalan öldürmez, yok etmez. Yalanı gerçek öldürür.
İhaneti, münafıklığı, sadakat ve doğruluk öldürür.
İftirayı iftira temizlemez, hakikat temizler.
Zulmü zulüm değil adalet, merhamet öldürür.
Cehaleti bilgi değil, ilim öldürür. Bilgi her yerde, herkeste var.
"Allah adıyla" öğrenilen ilim öldürür cehaleti...
Fakat, vernik-cila atölyesinde uzun süre çalışan birinin kafayı bulması gibi, her gün etrafa salınan 'yalan gazı' ile sersemlemiş, sarhoş olmuş insanları uyarmak, uyandırmak, onlara doğruyu anlatmak, kabul ettirmek çok zor.
Toplumları bilerek bu hale getiriyorlar.
Zira kurtlar dumanlı havayı sever. Avlanabilmeleri için havanın puslu, suyun bulanık olması lazım. Ve bulandırmayı çok iyi biliyorlar, yapıyorlar.
Bu bulanık, puslu havayı bu millet çok yaşadı, çok gördü. Siste yol almayı epeyce öğrendi.
**
Aşkın gözü kördür.
Sevdiği adamın yalancı olduğu herkes tarafından bilinse bile, o ara sıra konuştuğu doğruları görür, onlarla avunur, yine de onu savunur...
Nefretin gözü de kördür.
Sevmediği adamın bin doğrusunu bilse, görse bile o sadece nefretini besleyecek üç beş hatayı, ayıbı görür... Oradan vurur, onlarla vurur...
Aşk gönle girince akıl senelik izne çıktığı gibi, nefret, garaz girince de öyle olur; insaf, hürmet, saygı, adalet, merhamet, vicdan, sağduyu, basiret...
Hepsi çekilir bir köşeye, susar...
Hisler böyledir.
Hissi insanlar da böyledir,
Hisleriyle oynanan insanlar ve gruplar, toplumlar da öyle...
Kemal Sunal filmlerinde görülen üç kağıtçılar gibi...
Bul karayı, al parayı diye bağıran, üç kağıtçılar gibi, o üç kağıtçılara servet bırakan şaşkın vatandaşlar gibi...
Her defasında bu sefer bulacağım diye hırslanan ama her defasında da kaybeden insanımızla, bugün medya ve siyasetin üç kağıtçıları tarafından üç kâğıda getirilmek istenen insanımızın hali aynı aslında…
Bulabilirsen bul.
Üç kâğıda para kaptırmakla “oy” unu kaptırmanın farkı yok…
Aldanmak, aldatılmak, oyuna gelmek, her şekilde gurur kırıcı…
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.