Bekle, gör taktiği ve darbe
Ben 11 saat direksiyon sallamış, Akdeniz ve Ege boyunca İstanbul’a kavuşmak için durmadan usanmadan gaza basmış ve eve girer girmez de uyku moduna girmiş durumdayken bu soruya; ‘yoldan geldim uyuyordum, kesin güvenlik tedbiridir’ diyerek cevap verdim ve kapattım.
Arkadaşımın şaşkın, benim yorgun durumuma ek olarak göz kapaklarım kapandı ve zihnim askerin ne işi var köprüde diye beynime çuvaldız batırarak yataktan fırlamama vesile oldu.
Bir iki askeri ve polis kaynaklarımla yaptığım görüşme neticesinde askerin darbe kalkışmasında bulunduğunu öğrendim.
Ruh halimi tek kelime ile tanımlamak gerekirse ‘kaos’ diye ifade edilebilir.
İnsanın ilk aklına can sonra canan gelir hesabı arabama bindiğim gibi koordinatları giriyorum ve Atatürk Havalimanına doğru yola çıkıyorum.
İsviçre’nin Zürih havalimanından İstanbul’a hareket eden ablam ve 11 yaşındaki yeğenimi sağ salim karşılamamın gerekli olduğunu bilerek havalimanına ulaşmaya çalışıyorum.
Bir taraftan polis telsizinden İstanbul Emniyet Müdürümüz Mustafa Çalışkan’ın telsiz konuşmasını dinliyorum.
Yiğit müdürümüz askerler ateş etmedikçe karşılık verilmemesini, kanunsuz iş yaptıklarının kendilerine anons edilmesi gerektiğini ilçe emniyet müdürlerine talimat olarak veriyor. Bu esnada telsizden darbe yanlısı bir ses kişiliksiz bir şekilde emniyet müdürüne sataşıyor.
Bu telsiz konuşması sırasında bir kardeşim arayarak "Sokağa çıkmamız için arkadaşlar teklif ediyor ne yapalım abi?" diyor.
Bende kendisine sokağa çıkma kesinlikle aileni ve kendini emniyete al diyerek konuşurken bir taraftan silahımı koltuk altına, telsizi de torpidoya gizliyorum.
Çünkü bunlar görülürse asker tarafından alıkonulma veya öldürülme tehlikem söz konusu…
Derken telefondaki kardeşim "Abi; Cumhurbaşkanımız da sokağa davet etti hala mı çıkmayalım" diyor.
Bende "üst akıl diyor ise tereddüt bile etme dışarı çıkma vaktidir" şeklinde cevap veriyorum.
50 metre ileride bulunan tank ve askerler B kapısında duruyor. Üst aklın davetinin ardından sakladığım silahımı belime takarak aracımdan aşağı iniyorum.
Etraf sessiz 4 kişi tanka yöneliyor, içlerinden birisi tanıdık. Diğeri de sarıklı cübbeli bir kardeş, iki genç kardeş te bizlerle beraber…
Tankın üzerine çıkılarak yanlış yaptıklarını halkın birazdan burada olacağı o nedenle burayı terk etmeleri gerektiği askerlere tebliğ ediliyor.
Belediyeye ait açık kasa kamyonet gözümüze çarpıyor. Bu araçta destek için gelmiş belli…
Yanına yaklaşarak aracı hemen tankın önüne çekmesini ve ardından araçtan inerek uzaklaşmasını söylüyorum.
Kamyonet ile hareketi engellenen tankın üzerindeki askerler çevresinde ne olup, bittiğini görmüyorlar.
Görmemelerinin sebebine gelince; artık tankın üzerinde 4 kişi yok, artık tankın üzerinde halk var.
Birkaç tanede telefonlarıyla resim çekinmek için birbiriyle yarışan kendini bilmez insanlar da tankın üzerinde…
Görevimizi yerine getirmemizin gururu ile dış hatlar geliş terminaline doğru ilerliyorum.
Yolda sağa sola bakarak yol kenarında duran dominos pizza motosikletine gözüm çarpıyor.
Başkomutan tarafından verilen görev duygusu ile motosikleti durdurarak arıyorum, Pizzacı görevimi yapmama seve seve müsaade ediyor ve ekliyor. “Esenyurt AK Parti Yönetim Kurulu Üyesiyim abi”
Darbenin arbedeye dönmüş halini bahane ederek, önce silahımla havalimanının içine ardından da dış hatlar geliş pasaport kontrolünün yapıldığı alana giriyorum.
Otomatik kapıyı zorlayarak giriş yaptığım anda askerlerden birisi beni fark ederek, "nereye gidiyorsun? kimsin?" diyerek silahını bana doğrultuyor.
O an belimdeki silahı sağ elimle kavrıyor ve bir yandan, ”yeğenim geldi, 11 yaşında yalnız onu alacağım diyorum” bir yandan da telsizden İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’ın asker size ateş etmediği müddetçe ateş etmeyin talimatını bir gazeteci veya halk değil de bir emniyet
personeli gibi zihnimden geçiriyorum.
Ardından, “Ne iş yapıyorsun?” diye soruyor.
Kasabım abi diye cevap veriyorum, ne alaka ise kasap…
Geç yeğenini bul ayakaltında dolaşma diyerek yol veriyor bana…
Ablam ve yeğenim ile buluştuğumda her ikisinin de gözündeki korkuyu hissettim.
Lakin hissetmemiş gibi yaptım. “Sıkıntı yok beraber dışarı çıkacağız. Aracımız yakında. Beni takip edin. El ele tutuşun. Ben ne dersem dediklerimi uygulayın” gibi bir takım istişarenin ardından tam gümrük sahasından dışarı çıkış yapacaktık ki! Londra’dan İstanbul’a geldiği gibi asker tarafından yere yatırılan, başına silah tutulan Ebru isimli 25 yaşlarında bir kardeşimiz de bizimle gelmek istediğini söyledi.
Dört kişi havalimanından dışarı çıkış yaptık. Dışarı bizim ilk anda tank ile baş başa kaldığımız gibi değil, halk darbenin dibine vurmuş.
Aracımıza binerek, önce Ebru kardeşimizi ailesine teslim ettik, ardından da evimize ulaştık.
Olay esasında tanka karşı duruşum veya ablam ile yeğenimi operasyon filmlerini andırır gibi kurtarmam değildi.
Olay 17 yıl gecikmeli de olsa tanklar ile karşı karşıya kalma anımdı.
"Selamünaleyküm" dediğimizde selamımızı alarak, aleykümselam diyecek adamların yok denecek kadar az olduğu zamanlardan bir günde televizyon izliyorum.
Çin çinli, kırmızı noktalı, belden aşağı görüntülerin bol olduğu vakitler ama ben bu saydığım programlardan daha adi bir görüntü seyrediyorum.
Ekranlarda polis başörtüsü zulmüne direnen bir ak sakallı dedeye cop ile vuruyor. Dedeyi savunan eşi ninenin de başörtüsünü çekerek onu da yere atıyor.
Bu görüntü anında yerimden kalkıyor ve arkadaşları arayarak, seyrettiğim görüntüyü anlatıyor, bir yandan da, ne yapmamız gerektiğini anlatıyorum.
Brandalar yapılacak, afişler yazılacak, dedemize ve ninemize ne yapıldıysa aynısı onlara uygulanacak.
Konuşmalarımızı duyan rahmetli babamın bana ikazı aynen şu şekilde olmuştu.
“Eşşek herifler sizi… Vatan kurtaracaksınız meydanlara çıkarak, bedel ödeteceksiniz. Onların istediği de sizin o şekilde meydanlara çıkmanız sert müdahalelere sert cevaplar vermeniz. O zaman sizleri tanklarla ezecekler. Bilerek oyun oynuyorlar ki sizi tahrik ederek, oyunun içine çekebilsinler”
O günlerde güç, onlarda idi adaletsiz şekilde…
Bugün askerinde, polisinde içinde biz varız…
Uçaklar kalkmasın diye elektriği kesen bakanlıkta biz varız…
Geçmişte erotik yayın yapma yarışında olan kanalların yönetiminde halk var…
Bugün ülkenin esas sahipleri devletin her kademesinde var…
Unutmadan demokrasi nöbetlerine katılan bukalemunları gördükçe sinirlerim tavan yapıyor. Halkın arasına karışan bu kişiler mide bulandırıyor. Ne kadar numara yaparlarsa yapsınlar, tek tek tespit ediliyor ve hak ettikleri muamele ile tanışmaları ise mide bulantılarımızı geçiriyor.
Vatanını seven halkın arasında o kadar göze batıyorlar ki! adamın onların gözlerini oyası geliyor.
Paralel aşkını yeni Türkiye’nin en yenisi olacak düşüncesiyle, sağda, solda dillendiren hainlerin bu tavrı; ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya benziyor.’
‘Bekle ve gör’ ardından ‘rengini belli et’ düşüncesinde olanlar sizler de birer şerefsizsiniz…
Halk direnmeseydi şu an bekle görcüler gibi darbeciler arasında saf tutanlardan değil, çoluktan, çocuktan ayrı darbecilerin insafı ve zulmü ile cebelleşecektik.
Çünkü terör örgütü FETÖ ile alakalı o kadar fazla ve gerçekçi yazılarımız oldu ki! yazdıklarımızı bu ülkede hiçbir yayın organı yazmaya cesaret edemedi.
Bu sebeple ya öldürülmüş olacaktık, ya da bir karanlık bir köşede ellerimiz bağlı, adaletsiz bir şekilde Şehit Mustafa Pehlivanoğlu gibi adaletin ruhuna fatiha okuyacaktık.
Bir dolarlık banknotunun serisine göre yaşayanlar için hainler mezarlığı da açıldı, alayınıza hayırlı olsun...
Arkadaşımın şaşkın, benim yorgun durumuma ek olarak göz kapaklarım kapandı ve zihnim askerin ne işi var köprüde diye beynime çuvaldız batırarak yataktan fırlamama vesile oldu.
Bir iki askeri ve polis kaynaklarımla yaptığım görüşme neticesinde askerin darbe kalkışmasında bulunduğunu öğrendim.
Ruh halimi tek kelime ile tanımlamak gerekirse ‘kaos’ diye ifade edilebilir.
İnsanın ilk aklına can sonra canan gelir hesabı arabama bindiğim gibi koordinatları giriyorum ve Atatürk Havalimanına doğru yola çıkıyorum.
İsviçre’nin Zürih havalimanından İstanbul’a hareket eden ablam ve 11 yaşındaki yeğenimi sağ salim karşılamamın gerekli olduğunu bilerek havalimanına ulaşmaya çalışıyorum.
Bir taraftan polis telsizinden İstanbul Emniyet Müdürümüz Mustafa Çalışkan’ın telsiz konuşmasını dinliyorum.
Yiğit müdürümüz askerler ateş etmedikçe karşılık verilmemesini, kanunsuz iş yaptıklarının kendilerine anons edilmesi gerektiğini ilçe emniyet müdürlerine talimat olarak veriyor. Bu esnada telsizden darbe yanlısı bir ses kişiliksiz bir şekilde emniyet müdürüne sataşıyor.
Bu telsiz konuşması sırasında bir kardeşim arayarak "Sokağa çıkmamız için arkadaşlar teklif ediyor ne yapalım abi?" diyor.
Bende kendisine sokağa çıkma kesinlikle aileni ve kendini emniyete al diyerek konuşurken bir taraftan silahımı koltuk altına, telsizi de torpidoya gizliyorum.
Çünkü bunlar görülürse asker tarafından alıkonulma veya öldürülme tehlikem söz konusu…
Derken telefondaki kardeşim "Abi; Cumhurbaşkanımız da sokağa davet etti hala mı çıkmayalım" diyor.
Bende "üst akıl diyor ise tereddüt bile etme dışarı çıkma vaktidir" şeklinde cevap veriyorum.
50 metre ileride bulunan tank ve askerler B kapısında duruyor. Üst aklın davetinin ardından sakladığım silahımı belime takarak aracımdan aşağı iniyorum.
Etraf sessiz 4 kişi tanka yöneliyor, içlerinden birisi tanıdık. Diğeri de sarıklı cübbeli bir kardeş, iki genç kardeş te bizlerle beraber…
Tankın üzerine çıkılarak yanlış yaptıklarını halkın birazdan burada olacağı o nedenle burayı terk etmeleri gerektiği askerlere tebliğ ediliyor.
Belediyeye ait açık kasa kamyonet gözümüze çarpıyor. Bu araçta destek için gelmiş belli…
Yanına yaklaşarak aracı hemen tankın önüne çekmesini ve ardından araçtan inerek uzaklaşmasını söylüyorum.
Kamyonet ile hareketi engellenen tankın üzerindeki askerler çevresinde ne olup, bittiğini görmüyorlar.
Görmemelerinin sebebine gelince; artık tankın üzerinde 4 kişi yok, artık tankın üzerinde halk var.
Birkaç tanede telefonlarıyla resim çekinmek için birbiriyle yarışan kendini bilmez insanlar da tankın üzerinde…
Görevimizi yerine getirmemizin gururu ile dış hatlar geliş terminaline doğru ilerliyorum.
Yolda sağa sola bakarak yol kenarında duran dominos pizza motosikletine gözüm çarpıyor.
Başkomutan tarafından verilen görev duygusu ile motosikleti durdurarak arıyorum, Pizzacı görevimi yapmama seve seve müsaade ediyor ve ekliyor. “Esenyurt AK Parti Yönetim Kurulu Üyesiyim abi”
Darbenin arbedeye dönmüş halini bahane ederek, önce silahımla havalimanının içine ardından da dış hatlar geliş pasaport kontrolünün yapıldığı alana giriyorum.
Otomatik kapıyı zorlayarak giriş yaptığım anda askerlerden birisi beni fark ederek, "nereye gidiyorsun? kimsin?" diyerek silahını bana doğrultuyor.
O an belimdeki silahı sağ elimle kavrıyor ve bir yandan, ”yeğenim geldi, 11 yaşında yalnız onu alacağım diyorum” bir yandan da telsizden İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’ın asker size ateş etmediği müddetçe ateş etmeyin talimatını bir gazeteci veya halk değil de bir emniyet
personeli gibi zihnimden geçiriyorum.
Ardından, “Ne iş yapıyorsun?” diye soruyor.
Kasabım abi diye cevap veriyorum, ne alaka ise kasap…
Geç yeğenini bul ayakaltında dolaşma diyerek yol veriyor bana…
Ablam ve yeğenim ile buluştuğumda her ikisinin de gözündeki korkuyu hissettim.
Lakin hissetmemiş gibi yaptım. “Sıkıntı yok beraber dışarı çıkacağız. Aracımız yakında. Beni takip edin. El ele tutuşun. Ben ne dersem dediklerimi uygulayın” gibi bir takım istişarenin ardından tam gümrük sahasından dışarı çıkış yapacaktık ki! Londra’dan İstanbul’a geldiği gibi asker tarafından yere yatırılan, başına silah tutulan Ebru isimli 25 yaşlarında bir kardeşimiz de bizimle gelmek istediğini söyledi.
Dört kişi havalimanından dışarı çıkış yaptık. Dışarı bizim ilk anda tank ile baş başa kaldığımız gibi değil, halk darbenin dibine vurmuş.
Aracımıza binerek, önce Ebru kardeşimizi ailesine teslim ettik, ardından da evimize ulaştık.
Olay esasında tanka karşı duruşum veya ablam ile yeğenimi operasyon filmlerini andırır gibi kurtarmam değildi.
Olay 17 yıl gecikmeli de olsa tanklar ile karşı karşıya kalma anımdı.
"Selamünaleyküm" dediğimizde selamımızı alarak, aleykümselam diyecek adamların yok denecek kadar az olduğu zamanlardan bir günde televizyon izliyorum.
Çin çinli, kırmızı noktalı, belden aşağı görüntülerin bol olduğu vakitler ama ben bu saydığım programlardan daha adi bir görüntü seyrediyorum.
Ekranlarda polis başörtüsü zulmüne direnen bir ak sakallı dedeye cop ile vuruyor. Dedeyi savunan eşi ninenin de başörtüsünü çekerek onu da yere atıyor.
Bu görüntü anında yerimden kalkıyor ve arkadaşları arayarak, seyrettiğim görüntüyü anlatıyor, bir yandan da, ne yapmamız gerektiğini anlatıyorum.
Brandalar yapılacak, afişler yazılacak, dedemize ve ninemize ne yapıldıysa aynısı onlara uygulanacak.
Konuşmalarımızı duyan rahmetli babamın bana ikazı aynen şu şekilde olmuştu.
“Eşşek herifler sizi… Vatan kurtaracaksınız meydanlara çıkarak, bedel ödeteceksiniz. Onların istediği de sizin o şekilde meydanlara çıkmanız sert müdahalelere sert cevaplar vermeniz. O zaman sizleri tanklarla ezecekler. Bilerek oyun oynuyorlar ki sizi tahrik ederek, oyunun içine çekebilsinler”
O günlerde güç, onlarda idi adaletsiz şekilde…
Bugün askerinde, polisinde içinde biz varız…
Uçaklar kalkmasın diye elektriği kesen bakanlıkta biz varız…
Geçmişte erotik yayın yapma yarışında olan kanalların yönetiminde halk var…
Bugün ülkenin esas sahipleri devletin her kademesinde var…
Unutmadan demokrasi nöbetlerine katılan bukalemunları gördükçe sinirlerim tavan yapıyor. Halkın arasına karışan bu kişiler mide bulandırıyor. Ne kadar numara yaparlarsa yapsınlar, tek tek tespit ediliyor ve hak ettikleri muamele ile tanışmaları ise mide bulantılarımızı geçiriyor.
Vatanını seven halkın arasında o kadar göze batıyorlar ki! adamın onların gözlerini oyası geliyor.
Paralel aşkını yeni Türkiye’nin en yenisi olacak düşüncesiyle, sağda, solda dillendiren hainlerin bu tavrı; ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya benziyor.’
‘Bekle ve gör’ ardından ‘rengini belli et’ düşüncesinde olanlar sizler de birer şerefsizsiniz…
Halk direnmeseydi şu an bekle görcüler gibi darbeciler arasında saf tutanlardan değil, çoluktan, çocuktan ayrı darbecilerin insafı ve zulmü ile cebelleşecektik.
Çünkü terör örgütü FETÖ ile alakalı o kadar fazla ve gerçekçi yazılarımız oldu ki! yazdıklarımızı bu ülkede hiçbir yayın organı yazmaya cesaret edemedi.
Bu sebeple ya öldürülmüş olacaktık, ya da bir karanlık bir köşede ellerimiz bağlı, adaletsiz bir şekilde Şehit Mustafa Pehlivanoğlu gibi adaletin ruhuna fatiha okuyacaktık.
Bir dolarlık banknotunun serisine göre yaşayanlar için hainler mezarlığı da açıldı, alayınıza hayırlı olsun...
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.