Harese – İhtiras…
“Harese nedir bilir misin oğlum?
Arapça eski bir kelimedir.
Bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir.
Develere çöl gemileri derler bilirsin; bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani.
Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır.
Devedikeni de denir Harese otu da…
Develer bu otu gördükleri yerde koparır çiğnemeye başlarlar.
Keskin diken, devenin ağzında yaralar açar, kanar ve ağzı parçalanırmış.
Kanadıkça hörgücünden gelen tuzlu su ile ağız içeriği hemhal olurmuş.
Bu durum iştahını daha da açarmış.
Deve doymak bilmeden yiyor, iş kısır döngüye dönermiş.
Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer; deve kendi kanının tadında sarhoş olurmuş.
Eğer engel olunmazsa kan kaybından ölürmüş.”
Bu yüzden Araplar, devenin bu dikeni yemesine “harese” yani “ihtiras” derlermiş.
Kedi fareyi görünce…
İki komşu sohbet ediyor.
Birisi; benim kedim öyle özellikli ve akıllıdır ki, şaşarsın.
Nasıl yani, der diğeri…
İnsan gibidir ne dersem yapar, sözümden çıkmaz ve bilindik kedilere hiç benzemez, der.
Komşusu der ki; yahu kedi kedidir, böyle büyük sözler etme.
Fakat kedisi olan komşu ısrarcıdır ve iddiayı test etmeye karar verirler.
Bana misafir gel ve kedimin ön ayakları ve başı üstünde minik bir tepside kahve servisi yaptığını göreceksin, der.
Komşu akıllıdır; misafirliğe giderken yanında bir fare götürür.
Gerçekten de iddia ettiği gibi kedi ön ayakları ve başı üzerinde kahveyi getiriyor…
Komşu cebinde sakladığı fareyi bırakıverir.
Kedi kahve mahve, tepsi mepsi unutur, bir anda fırlatır ve farenin peşine koşar.
Komşu der ki; Kedinin eğitimlisi fareyi görene kadardır. Herkes doğasının gereği gibi davranır. Bunu sakın unutma ey komşum” der.
Kıssadan hisseye gelince;
Şuanda “Ulu Çınar”ı kemiren kurtların, kancıllıktan vazgeçtiği sanılmasın.
Bakın işte;
Devedikeni’nin sarhoş eden ölümcüllüğüne ve o nadide varlık deveyi “ihtiras” atına bindirip ölüme götürdüğüne…
Kedi kedidir ve fareyi görünce aklı şaşar.
Yılan yılandır ve mutlaka sokar..
Sırtlan sırtlandır ve ondan bir aslan çıkmaz.
Akrep akreptir ve “huyum bu” der, sokmadan duramaz.
Hele bir de ebabil kuşları var; bunların ne yaptıklarını da ben söylemeyeceğim.
Bilen bilmeyene söylesin….
Trajikomik bir anekdot…
“Bir aile dostumuza iftara gitmiştik. Beş altı aile bir aradayız. Oruçlar açıldı, yemekler yendi; tatlı ve iltifat faslına geçtik.
Dedik; et enfes olmuş, tarifini biz de istiyoruz…
Ev sahibi kadın dedi ki; şarapta marine ediyorum, başka bir şeye gerek yok.
O anda size masanın halini anlatamam; ölüm sessizliği gibi bir şey oldu…”
(Hadise doğru-yanlış bilemem. Bir Tweet)
Son makaleme bir okur notu…
“Bazen birilerinin iyiliğine öyle inanırız ki; onları günaha tenezzülden münezzeh kabul ederiz, adeta.
Aklımızın ve yüreğimizin sesini ısrarla sustururuz.
Eğer bir şeyler yolunda gitmiyor ise mutlaka nedenini bilmediğimiz bir şeylerden dolayıdır, deriz kendimize.
Ya da o birisi öyle yapıyorsa, mutlaka vardır bir hikmeti, deriz.
Ama ruhumuzun derinliklerinde hapsettiğimiz aklımızın ve yüreğimizin sesi, sessizce haykırır bize; “gör artık gerçeği, kabul et” diye.
Ama şimdi geldiğim noktada, aklımın ve yüreğimin gördüğünü inkar etmemem gerektiğini biliyorum.”
Değerlendirme için çok teşekkür ediyorum.
Arapça eski bir kelimedir.
Bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir.
Develere çöl gemileri derler bilirsin; bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani.
Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır.
Devedikeni de denir Harese otu da…
Develer bu otu gördükleri yerde koparır çiğnemeye başlarlar.
Keskin diken, devenin ağzında yaralar açar, kanar ve ağzı parçalanırmış.
Kanadıkça hörgücünden gelen tuzlu su ile ağız içeriği hemhal olurmuş.
Bu durum iştahını daha da açarmış.
Deve doymak bilmeden yiyor, iş kısır döngüye dönermiş.
Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer; deve kendi kanının tadında sarhoş olurmuş.
Eğer engel olunmazsa kan kaybından ölürmüş.”
Bu yüzden Araplar, devenin bu dikeni yemesine “harese” yani “ihtiras” derlermiş.
Kedi fareyi görünce…
İki komşu sohbet ediyor.
Birisi; benim kedim öyle özellikli ve akıllıdır ki, şaşarsın.
Nasıl yani, der diğeri…
İnsan gibidir ne dersem yapar, sözümden çıkmaz ve bilindik kedilere hiç benzemez, der.
Komşusu der ki; yahu kedi kedidir, böyle büyük sözler etme.
Fakat kedisi olan komşu ısrarcıdır ve iddiayı test etmeye karar verirler.
Bana misafir gel ve kedimin ön ayakları ve başı üstünde minik bir tepside kahve servisi yaptığını göreceksin, der.
Komşu akıllıdır; misafirliğe giderken yanında bir fare götürür.
Gerçekten de iddia ettiği gibi kedi ön ayakları ve başı üzerinde kahveyi getiriyor…
Komşu cebinde sakladığı fareyi bırakıverir.
Kedi kahve mahve, tepsi mepsi unutur, bir anda fırlatır ve farenin peşine koşar.
Komşu der ki; Kedinin eğitimlisi fareyi görene kadardır. Herkes doğasının gereği gibi davranır. Bunu sakın unutma ey komşum” der.
Kıssadan hisseye gelince;
Şuanda “Ulu Çınar”ı kemiren kurtların, kancıllıktan vazgeçtiği sanılmasın.
Bakın işte;
Devedikeni’nin sarhoş eden ölümcüllüğüne ve o nadide varlık deveyi “ihtiras” atına bindirip ölüme götürdüğüne…
Kedi kedidir ve fareyi görünce aklı şaşar.
Yılan yılandır ve mutlaka sokar..
Sırtlan sırtlandır ve ondan bir aslan çıkmaz.
Akrep akreptir ve “huyum bu” der, sokmadan duramaz.
Hele bir de ebabil kuşları var; bunların ne yaptıklarını da ben söylemeyeceğim.
Bilen bilmeyene söylesin….
Trajikomik bir anekdot…
“Bir aile dostumuza iftara gitmiştik. Beş altı aile bir aradayız. Oruçlar açıldı, yemekler yendi; tatlı ve iltifat faslına geçtik.
Dedik; et enfes olmuş, tarifini biz de istiyoruz…
Ev sahibi kadın dedi ki; şarapta marine ediyorum, başka bir şeye gerek yok.
O anda size masanın halini anlatamam; ölüm sessizliği gibi bir şey oldu…”
(Hadise doğru-yanlış bilemem. Bir Tweet)
Son makaleme bir okur notu…
“Bazen birilerinin iyiliğine öyle inanırız ki; onları günaha tenezzülden münezzeh kabul ederiz, adeta.
Aklımızın ve yüreğimizin sesini ısrarla sustururuz.
Eğer bir şeyler yolunda gitmiyor ise mutlaka nedenini bilmediğimiz bir şeylerden dolayıdır, deriz kendimize.
Ya da o birisi öyle yapıyorsa, mutlaka vardır bir hikmeti, deriz.
Ama ruhumuzun derinliklerinde hapsettiğimiz aklımızın ve yüreğimizin sesi, sessizce haykırır bize; “gör artık gerçeği, kabul et” diye.
Ama şimdi geldiğim noktada, aklımın ve yüreğimin gördüğünü inkar etmemem gerektiğini biliyorum.”
Değerlendirme için çok teşekkür ediyorum.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.