ABD’nin İran’a müdahalesi kimin işine yarar?
Bu hızın son halkasını ise muhtemelen sıcak savaşın yaşanacağı bölge olan Çin ve çevresinde olacaktır düşüncemi uzun zamandır paylaşmaktayım. Kanaatimce III. Dünya Harbi devletler arasında Çin merkezli ve Çin ana kıtasına komşu devletlerin coğrafyasında olacaktır.
Bu durumda Doğu Türkistan başta olmak üzere bütün Türkistan coğrafyası, Afganistan, Pakistan, Hindistan, Nyammar (Arakan), Malakka Boğazına komşu devletler, Endenozya, Malezya, Vietnam, Singapur, Güney Çin denizi, Tayvan, Japonya ve iki Kore devleti ile Pasifik okyanusunun acımasız birer savaş bölgesi olma ihtimali her geçen gün artarak devam etmektedir.
Kanaatim odur ki, 2001 yılında vuku bulan 11 Eylül saldırıları, aslında bugün yaşananları meşru zemine oturtmak için iyi kurgulanmış bir tiyatro idi. 2003 yılında ABD öncülüğünde alınan “Teröre Karşı Global Savaş” kararı önceleri Çin tarafından Doğu Türkistan’da yapılan ırkı ve dini aşağılama, kültürel ve ekonomik sömürü ile devlet politikası haline getirilen asimile siyasetinin meşru mazereti yapılmış, 2007 yılından itibaren ise Çin’in gerçek niyeti başta ABD olmak üzere bütün dünya tarafından net olarak görülmüştü. Buna rağmen Çin hedefine koyduğu 2050 yılında Doğu Türkistan’ı tamamen asimile etme siyasetini 2016 yılından itibaren arttırmıştır.
ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgaliyle başlattığı dönem ise Suriye, Yemen, Libya, Tunus gibi Kuzey Afrika ülkeleri ile Ortadoğu’da neredeyse 500 bin insanın hayatına, milyonlarca insanın ise mülteci hayatı yaşamasına mal olmuştur. Anlaşılan o ki, ABD’nin durmaya niyeti de hiç yoktur. Önümüzdeki süreçte ise başta İran olmak üzere, Pakistan ve Afganistan’ın eş zamanlı karışma ihtimali gözükmektedir.
Suriye iç savaşının aldığı son durum, İran’ın bölgedeki faaliyetleri dikkatleri İran üzerine çekmiş, Rusya ve Çin ile olan yakınlığı başta ABD ile AB’nin İran’a karşı bir tavır sergilemesini beraberinde getirmişti. Tabi burada Mısır’da Sisi darbesi ile bizdeki 15 Temmuz hain darbe girişimine BAE ve Suudi Arabistan’ın ABD güdümündeki desteğini de yabana atmadan genel bir değerlendirme yapmak gerekir. Yaşananlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde İran’ın ABD kadar Türkiye’nin de milli menfaatlerine mugayir işler içerisine girdiğini gözden kaçırmamak gerekir.
İran’a yapılması muhtemel müdahalenin yeni bir göç dalgası doğuracağı, böyle bir müdahalenin en fazla Türkiye’yi etkileyeceği konusunda herkesin ve her kesimin hemfikir olduğu kanaatindeyim. Objektif değerlendirildiğinde İran’a yapılması muhtemelen bir ambargonun veya biraz daha ileri gidilerek yapılacak askeri bir müdahalenin, Türkiye’nin milli menfaatlerine uygun düşeceği, düz mantıkla ve kısa vadeli bir bakış açısıyla, söylenebilir. Lakin madalyonun diğer yüzüne bakılması bu müdahalenin, uzun vadede hem ABD hem de ülkemiz aleyhine olacağının görülmesine ışık tutacaktır.
Anlaşılan o ki, en yalın ifadesiyle, ABD’nin Venezüella’yı dizayn etmek istemesi, önümüzdeki 30 yılda, kendi stoklarını eritmeden, petrol ihtiyacını karşılayacağı mümbit bir devlete çökmesi anlamına gelmektedir. İran’a dizayn vermek ise kanaatimce büyük Çin seferi öncesi Çin’in atar damarlarından bir olan İran’ın risk olmaktan çıkarılması anlamı taşımaktadır. Lakin yukarıda da ifade ettiğimiz üzere, İran’a saplanıp kalacak bir ABD müdahalesi, yine an bariz şekliyle Çin’in işine gelecektir.
Şöyle ki;
ABD’nin Ortadoğu’da kaybetmekte olduğu her dakika Çin’in tedbirlerini arttırmasına, savunma hattını Çin’in işgali atındaki Doğu Türkistan’dan da çıkararak Kırgızistan, Kazakistan, Afganistan ve Pakistan’a kadar getirmesine fırsat vermektedir. Başına gelecekleri öngörebilen Çin, Güney Çin denizinde yaptığı suni adaları silahlandırarak işe başlarken, diğer taraftan da batıya doğru genişleme siyasetini hızlandırmış, bilhassa bölgedeki Türk devletleriyle geliştirdiği ikili ilişkiler sayesinde başta Kazakistan olmak üzere, Afganistan ve Pakistan’a kendisi için risk oluşturabilecek bütün unsurları kontrol edebilme stratejisi geliştirmiş durumdadır.
Türkiye her ne kadar Doğu Türkistan’daki toplama kampları üzerinden Çin’in hiç mi hiç hoşuna gitmeyen beyanatlar verse de, Çin’i ziyaret eden bölge devlet adamlarının beyanatları üzerinden istediğini almış görünmektedir. Sayın Nursultan Nazarbayev’e verilen “Dostluk Nişanı” veya Kazakistan Merkezli faaliyetlerde bulunan Atajurt Kazak İnsan Hakları Derneği başkanı Serikcan Bilaş’ın mahkeme kanalıyla ev hapsine alınması ile son olarak Türkiye Dışişleri Bakan Yardımcısı Sedat Önal'ın Pekin ziyareti sırasında sarf ettiği sözler, Çin’in Pekin’den başlayarak Türkiye’ye kadar olan sahada ciddi bir çalışma içerisinde olduğunu, dahası muhtemel Çin ve çevresinde oluşabilecek çatışma alanlarını kendisinden uzaklaştırmak istediğini göstermektedir.
Diğer bir ifade ile Komünist Çin devlet stratejisi, Çin Seddi’ni mümkün olduğu en kısa zamanda ama en batıya taşıma telaşı içerisindedir. Şayet önlem alınmaz ise Çin Seddi’ni önümüzdeki 5-10 sene aralığında İran’da karşımıza dikilmiş olarak görebiliriz. Bunun anlamı ise Uluğ Türkistan’ın kaybedilmesi, Türkiye’nin güvenlik hattını Urumçi’den İran sınırına çekmesi anlamına gelmektedir. Hinterlandını kaybetmiş bir Türkiye bir nevi savunmasız kalacaktır. İran başta olmak üzere Afganistan, Pakistan veya Türkmenistan’dan sınırlarımıza yakın coğrafyada vuku bulacak çatışma alanları ise, Suriye örneğinde olduğu gibi, ekonomik, sosyal, siyasi, demografik birçok zorlukları beraberinde getirecektir. Dahası Türkistan coğrafyasını kaybetmemize de neden olacaktır.
Meselenin ABD açısından riski ise en az Türkiye kadar fazladır. İran’da saplanıp kalacak bir ABD’nin Çin’i ticaret savaşları ile alt etmesi zorlaşacak, her olumsuz hamle yeni fırsatları doğuracak, Çin ise bundan azami ölçüde istifade edecektir. Bu anlamda ABD’nin İran ile mücadelesini, ivedilikle, diplomasi vasıtasıyla hal yoluna koyup, Çin’e biraz daha hızlı yaklaşmasından geçmektedir. Bu anlamda ABD-İran problemlerinin çözümünde Türkiye, aleyhinde onca girişimleri olsa da ve bölge Suriye ve Irak’ta olduğu gibi harabeye dönmeden, inisiyatif almalıdır. İnanıyorum ki Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan bunu başarabilecek güçtedir. Bu sayede Rusya ve Çin’in ikircikli siyasetlerine bir cevap olarak, hem ABD’nin kapımızın önünde at koşturması ile oluşabilecek onlarca problem engellenecek, hem de Çin Seddi’nin İran’a dayanmasının önü alınabilecektir. Belki de bunlardan daha da önemlisi 30 Milyondan fazla Müslüman-Türk yok olmaktan kurtarılabilecek, şovenist Çin tekrar kadim Çin Seddi’nin içine hapsedilebilecektir.
Suriye’den başta Afganistan olmak üzere bölge ülkelerine geçiş yapan DEAŞ militanlarının varlığı, Pakistan’da Beluci cihatçılarının faaliyetleri değerlendirildiğinde ABD’nin İran’ın doğusundan Afganistan-Pakistan-İran coğrafyasının kesiştiği noktadan ateşi yakacağı anlaşılmaktadır. Bu durum Çin’in işini biraz daha zorlaştıracaktır.
Önümüzdeki yaz mevsiminin çok sıcak geçeceğini şimdiden ifade edelim. Bu bağlamda içeride seçim atmosferinden bir an öce çıkıp, yakın ve uzak bölge risklerine ivedilikle hazırlanmak gerekmektedir. ABD’nin muhtemel İran müdahalesinin ötelenmesi için Türkiye azami derecede şartları zorlamalı, gerekirse inisiyatif alarak arabuluculuk da dahil bütün imkanlarını kullanmalıdır. Aslında bu durum ABD ile Türkiye’nin milli ve bölgesel menfaatleri açısından da önemlidir.
Yazımızın başlığındaki sorumuzun cevabını okuyucularımıza bırakarak noktalayalım. İşin özü ABD’nin Çin'e odaklanmasını istemek Türkiye'nin milli menfaatinedir ve bu durum içimizdeki Maoist kafaların hoşuna gitmese de, bu daha güzel bir dünya için elzem görünmektedir.
Ülke olarak artık "hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır ve o satıh da Urumçi’den başlamaktadır" demek durumundayız. Beka meselesine bir de bu yönüyle bakmak faydalı olacaktır.
Bu durumda Doğu Türkistan başta olmak üzere bütün Türkistan coğrafyası, Afganistan, Pakistan, Hindistan, Nyammar (Arakan), Malakka Boğazına komşu devletler, Endenozya, Malezya, Vietnam, Singapur, Güney Çin denizi, Tayvan, Japonya ve iki Kore devleti ile Pasifik okyanusunun acımasız birer savaş bölgesi olma ihtimali her geçen gün artarak devam etmektedir.
Kanaatim odur ki, 2001 yılında vuku bulan 11 Eylül saldırıları, aslında bugün yaşananları meşru zemine oturtmak için iyi kurgulanmış bir tiyatro idi. 2003 yılında ABD öncülüğünde alınan “Teröre Karşı Global Savaş” kararı önceleri Çin tarafından Doğu Türkistan’da yapılan ırkı ve dini aşağılama, kültürel ve ekonomik sömürü ile devlet politikası haline getirilen asimile siyasetinin meşru mazereti yapılmış, 2007 yılından itibaren ise Çin’in gerçek niyeti başta ABD olmak üzere bütün dünya tarafından net olarak görülmüştü. Buna rağmen Çin hedefine koyduğu 2050 yılında Doğu Türkistan’ı tamamen asimile etme siyasetini 2016 yılından itibaren arttırmıştır.
ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgaliyle başlattığı dönem ise Suriye, Yemen, Libya, Tunus gibi Kuzey Afrika ülkeleri ile Ortadoğu’da neredeyse 500 bin insanın hayatına, milyonlarca insanın ise mülteci hayatı yaşamasına mal olmuştur. Anlaşılan o ki, ABD’nin durmaya niyeti de hiç yoktur. Önümüzdeki süreçte ise başta İran olmak üzere, Pakistan ve Afganistan’ın eş zamanlı karışma ihtimali gözükmektedir.
Suriye iç savaşının aldığı son durum, İran’ın bölgedeki faaliyetleri dikkatleri İran üzerine çekmiş, Rusya ve Çin ile olan yakınlığı başta ABD ile AB’nin İran’a karşı bir tavır sergilemesini beraberinde getirmişti. Tabi burada Mısır’da Sisi darbesi ile bizdeki 15 Temmuz hain darbe girişimine BAE ve Suudi Arabistan’ın ABD güdümündeki desteğini de yabana atmadan genel bir değerlendirme yapmak gerekir. Yaşananlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde İran’ın ABD kadar Türkiye’nin de milli menfaatlerine mugayir işler içerisine girdiğini gözden kaçırmamak gerekir.
İran’a yapılması muhtemel müdahalenin yeni bir göç dalgası doğuracağı, böyle bir müdahalenin en fazla Türkiye’yi etkileyeceği konusunda herkesin ve her kesimin hemfikir olduğu kanaatindeyim. Objektif değerlendirildiğinde İran’a yapılması muhtemelen bir ambargonun veya biraz daha ileri gidilerek yapılacak askeri bir müdahalenin, Türkiye’nin milli menfaatlerine uygun düşeceği, düz mantıkla ve kısa vadeli bir bakış açısıyla, söylenebilir. Lakin madalyonun diğer yüzüne bakılması bu müdahalenin, uzun vadede hem ABD hem de ülkemiz aleyhine olacağının görülmesine ışık tutacaktır.
Anlaşılan o ki, en yalın ifadesiyle, ABD’nin Venezüella’yı dizayn etmek istemesi, önümüzdeki 30 yılda, kendi stoklarını eritmeden, petrol ihtiyacını karşılayacağı mümbit bir devlete çökmesi anlamına gelmektedir. İran’a dizayn vermek ise kanaatimce büyük Çin seferi öncesi Çin’in atar damarlarından bir olan İran’ın risk olmaktan çıkarılması anlamı taşımaktadır. Lakin yukarıda da ifade ettiğimiz üzere, İran’a saplanıp kalacak bir ABD müdahalesi, yine an bariz şekliyle Çin’in işine gelecektir.
Şöyle ki;
ABD’nin Ortadoğu’da kaybetmekte olduğu her dakika Çin’in tedbirlerini arttırmasına, savunma hattını Çin’in işgali atındaki Doğu Türkistan’dan da çıkararak Kırgızistan, Kazakistan, Afganistan ve Pakistan’a kadar getirmesine fırsat vermektedir. Başına gelecekleri öngörebilen Çin, Güney Çin denizinde yaptığı suni adaları silahlandırarak işe başlarken, diğer taraftan da batıya doğru genişleme siyasetini hızlandırmış, bilhassa bölgedeki Türk devletleriyle geliştirdiği ikili ilişkiler sayesinde başta Kazakistan olmak üzere, Afganistan ve Pakistan’a kendisi için risk oluşturabilecek bütün unsurları kontrol edebilme stratejisi geliştirmiş durumdadır.
Türkiye her ne kadar Doğu Türkistan’daki toplama kampları üzerinden Çin’in hiç mi hiç hoşuna gitmeyen beyanatlar verse de, Çin’i ziyaret eden bölge devlet adamlarının beyanatları üzerinden istediğini almış görünmektedir. Sayın Nursultan Nazarbayev’e verilen “Dostluk Nişanı” veya Kazakistan Merkezli faaliyetlerde bulunan Atajurt Kazak İnsan Hakları Derneği başkanı Serikcan Bilaş’ın mahkeme kanalıyla ev hapsine alınması ile son olarak Türkiye Dışişleri Bakan Yardımcısı Sedat Önal'ın Pekin ziyareti sırasında sarf ettiği sözler, Çin’in Pekin’den başlayarak Türkiye’ye kadar olan sahada ciddi bir çalışma içerisinde olduğunu, dahası muhtemel Çin ve çevresinde oluşabilecek çatışma alanlarını kendisinden uzaklaştırmak istediğini göstermektedir.
Diğer bir ifade ile Komünist Çin devlet stratejisi, Çin Seddi’ni mümkün olduğu en kısa zamanda ama en batıya taşıma telaşı içerisindedir. Şayet önlem alınmaz ise Çin Seddi’ni önümüzdeki 5-10 sene aralığında İran’da karşımıza dikilmiş olarak görebiliriz. Bunun anlamı ise Uluğ Türkistan’ın kaybedilmesi, Türkiye’nin güvenlik hattını Urumçi’den İran sınırına çekmesi anlamına gelmektedir. Hinterlandını kaybetmiş bir Türkiye bir nevi savunmasız kalacaktır. İran başta olmak üzere Afganistan, Pakistan veya Türkmenistan’dan sınırlarımıza yakın coğrafyada vuku bulacak çatışma alanları ise, Suriye örneğinde olduğu gibi, ekonomik, sosyal, siyasi, demografik birçok zorlukları beraberinde getirecektir. Dahası Türkistan coğrafyasını kaybetmemize de neden olacaktır.
Meselenin ABD açısından riski ise en az Türkiye kadar fazladır. İran’da saplanıp kalacak bir ABD’nin Çin’i ticaret savaşları ile alt etmesi zorlaşacak, her olumsuz hamle yeni fırsatları doğuracak, Çin ise bundan azami ölçüde istifade edecektir. Bu anlamda ABD’nin İran ile mücadelesini, ivedilikle, diplomasi vasıtasıyla hal yoluna koyup, Çin’e biraz daha hızlı yaklaşmasından geçmektedir. Bu anlamda ABD-İran problemlerinin çözümünde Türkiye, aleyhinde onca girişimleri olsa da ve bölge Suriye ve Irak’ta olduğu gibi harabeye dönmeden, inisiyatif almalıdır. İnanıyorum ki Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan bunu başarabilecek güçtedir. Bu sayede Rusya ve Çin’in ikircikli siyasetlerine bir cevap olarak, hem ABD’nin kapımızın önünde at koşturması ile oluşabilecek onlarca problem engellenecek, hem de Çin Seddi’nin İran’a dayanmasının önü alınabilecektir. Belki de bunlardan daha da önemlisi 30 Milyondan fazla Müslüman-Türk yok olmaktan kurtarılabilecek, şovenist Çin tekrar kadim Çin Seddi’nin içine hapsedilebilecektir.
Suriye’den başta Afganistan olmak üzere bölge ülkelerine geçiş yapan DEAŞ militanlarının varlığı, Pakistan’da Beluci cihatçılarının faaliyetleri değerlendirildiğinde ABD’nin İran’ın doğusundan Afganistan-Pakistan-İran coğrafyasının kesiştiği noktadan ateşi yakacağı anlaşılmaktadır. Bu durum Çin’in işini biraz daha zorlaştıracaktır.
Önümüzdeki yaz mevsiminin çok sıcak geçeceğini şimdiden ifade edelim. Bu bağlamda içeride seçim atmosferinden bir an öce çıkıp, yakın ve uzak bölge risklerine ivedilikle hazırlanmak gerekmektedir. ABD’nin muhtemel İran müdahalesinin ötelenmesi için Türkiye azami derecede şartları zorlamalı, gerekirse inisiyatif alarak arabuluculuk da dahil bütün imkanlarını kullanmalıdır. Aslında bu durum ABD ile Türkiye’nin milli ve bölgesel menfaatleri açısından da önemlidir.
Yazımızın başlığındaki sorumuzun cevabını okuyucularımıza bırakarak noktalayalım. İşin özü ABD’nin Çin'e odaklanmasını istemek Türkiye'nin milli menfaatinedir ve bu durum içimizdeki Maoist kafaların hoşuna gitmese de, bu daha güzel bir dünya için elzem görünmektedir.
Ülke olarak artık "hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır ve o satıh da Urumçi’den başlamaktadır" demek durumundayız. Beka meselesine bir de bu yönüyle bakmak faydalı olacaktır.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.