Rusya, terör ve mücadeleye dair..
Ülkemiz çok kritik günlerden geçiyor. Belki de yakın tarihinde ilk defa bu kadar zor ve kritik bir dönemece girmiş bulunmaktadır. Bu sürecin en temel paradigması ise; iç ve bölgesel güvenlikle alakalı risk ve mücadeledir.
Bulunduğumuz coğrafya içinde Suriye’deki iç savaşın etkileri, Irak’taki kaos ve İran tarafından körüklenen mezhebi kutuplaşma, Putin’in bitmeyen hırs ve husumet içeren kişiliğinin de yansımasıyla Rusya’nın İran’la kurduğu ittifak ve Suriye üzerinden sıcak denizlere dair emelleri bizim de içinde bulunduğumuz bölgeyi ateş kapanına çevirmiş durumdadır.
Böylesi dışsal risk ve tehlikelerin olduğu bir ortamda Suriye’den Esed’in, uçak düşürme hadisesinden sonra Rusya’dan Putin’in, diğer taraftan İran’ın ve onunla paralel Irak ve onun devlet başkanı İbadi’nin ülkemize yönelik istikrarı bozmaya dair tavırları iç terörü körükleme ve destek vermeleri şeklinde devam etmektedir.
Devletimiz ülke içinde; dış bağlantılarını da dikkate alarak hem Paralel Terör Örgütü, hem IŞİD ve hem de PKK ile çok ciddi bir mücadele yürütmektedir. Ülkemize yönelik terör olaylarının ve örgütlerinin arkasında yukarda ismini zikrettiğimiz ülkelerin destek ve katkıları olmadığını düşünmek gafillik olur. Ülkemizin barış ve huzurunu bozmak için bu ülkeler her türlü terör ve ekonomik enstrümanı kullanır bir pozisyona gelmiş haldedirler.
Böylesi bir ortamda bazı noktalara parmak basmak istiyorum
Rusya ile yaptırım konusunda devletimizin yapmasını önerdiğimiz aciliyetler, Rusya ile hava sahası ihlali sonucunda uçak düşürmeyle ortaya çıkan krizin aşılması için ülkemiz her türlü barış çabasını göstermiş ve halen de göstermektedir. Ancak Rusya’nın amacı farklı olduğundan, özellikle de Suriye’de üslerinin bekası için bu krizin sürmesini ve hatta tırmandırılmasını tercih etmektedir. 1 Ocak 2016 tarihinden itibaren ülkemize ve Rusya’daki Türk yatırım ve yatırımcılarına çok ciddi sıkıntılar vermeye başlamıştır.
Rusya yönetimi Rostov şehrindeki Türk yatırımcılara ve işletmecilere çok ciddi zorluklar ve bezdirme girişimleri başlatmış bulunmaktadır. Şehirdeki Türk firmalarının işlerini durdurmak, bilgisayarlarına el koymak, faaliyetten men etmek gibi akla mantığa aykırı şekilde düşmanlığını sergilemektedir. Hatta 'Merinos halı fabrikası' gibi marka değerli bir firmamızı bile 450 adet kendi vatandaşı çalışıyor olmasına rağmen faaliyetten men etme noktasına getirmiştir.
Bu firmalara verdiği tüm sıkıntıların yanında, bu firmaların ekonomik varlıklarının en az zarara uğraması için finansal fon transferleri gibi bankacılık işlemlerine bile blokaj koyarak toptan yok etme ve bitirme gibi bir art niyet içindedir.
Rusya’daki Türk şirketlerine, Türk tarım ürünleri ve turizm sektörüne yönelik bu yaptırımlarının yanında ülkemizin güneydoğusundaki PKK terörü, Paralel Terör Örgütü ve hatta ülkemizde intihar bombacısı olarak gelen IŞİD’lilerin üzerinde Rusya’nın katkısının olmadığını söylemek mümkün değildir. Çünkü Rus Yönetimi hasım seçtiği ülkeye karşı her türlü terör, istihbarat vb. verileri kullanmaktan geri durmayacak kalleşlik ve alçaklıkta bir zihniyete sahiptir. Hal böyleyken İstanbul’da Sultanahmet meydanında patlayan bomba ve bombacının da Rusya’dan bağımsız olduğunu düşünmek mümkün değildir.
İstanbul’daki patlamada hayatını kaybedenlere bakınca özellikle Avrupa ve batı kökenli turizm hareketliliğine darbe olduğunu hepimiz görmekteyiz. Kendi ülkesinden Türkiye’ye gelecek turizm seferlerini iptal ettiren Rusya, ülkemize bu alanda da ekonomik zarar verebilmek için bu konuda ki her türlü baltalama yolunu denemektedir. Bu bağlamda Rusya’ya karşı ülkemiz de bazı kartları kullanmak durumundadır.
Çünkü geçmişte Yunanistan’la bir krizde BDDK kanalıyla bir finansal koz kullanılmış ve Finansbank’la alakalı bir yaptırıma gidilmiş ve bu kozu kullanmak ülkemiz lehine ciddi olumlu sonuç doğurmuştu. Bu minvalde devletimizin de 7-8 milyar dolar değerinde olan Denizbank üzerinden Rusya’ya karşı yaptırımda bulunması Rusya’ya ve Putin’e ciddi bir gözdağı olacaktır. Çünkü bu banka yönetim kurulu başkanı Herman Gref, Putin’e yakınlığıyla bilinmektedir. Özellikle de bankanın Türk Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Müdürü Hakan Ateş üzerinden bu konuda uyarılar Rusya’ya iletilmelidir. Kendi ülkesindeki Türk yatırımlarına dair uluslararası hukuku hiçe sayan uygulamalar yapan Putin’e, Denizbank’ın değerini düşürecek bazı bankacılık kısıtlarının getirilmesi (mesela yeni şube açtırılmaması, mevduat kısıtlamalar getirilmesi vb. gibi bankacılık usul ve esasları içerikli) bu bankanın değerinin düşmesine yönelik çok ciddi sonuçlar doğuracaktır. Hisselerinin % 99’u Rusya’nın en büyük bankası Sberbank’a ait olan ve değeri 7-8 milyar dolar civarı olan bu bankanın değersizleşmesini eminim ki Putin göze alamayacak ve kendi yaptırımları konusunda daha itidalli davranabilecektir.
İkinci önemli bir konu olarak da Rusya’nın Ortodoks olması hasebiyle İstanbul’daki Fener-Rum patrikhanesi ve Ekümenlik konusu gündeme getirilebilir.
Özellikle de Ortodoks hristiyanlar için; ülkemizin menfaatleri Rusya’ya karşı bir koz olacak şekilde yeniden gündeme getirilerek değerlendirilebilir. Bu konuda da detayları iyi incelenmek şartıyla kullanılabilir bir koz çıkacağı kanaatindeyim.
Ayrıca bu konunun diğer bir boyutu bugüne kadar Rusya ilişkilerinden dolayı geri tutulmasına konu hem Rus Ortodoks halkı böyle bir durumda Türkiye’ye gelmek için ülkesini zorlayacak hemde daha önemlisi Dünya Ortodoksları bugüne kadar merkezi Rusya kabul edip, buraya giderken bu sefer ibreyi Türkiye’ye çevirecektir. Buda Rusya’nın zaten sorun yaşadığı Fener-Rum patrikhanesi ne yenilmesi ile bir başka finali olur.
İstanbul’daki patlama ve patlamaya dair güvenlik zaafı
Ramazan bayramı sonrası başlayan terörle mücadeledeki yeni süreçte devletin istihbarat birimleri cansiperane çalışmaktadır. Gerek PKK, gerek Paralel terör örgütü ve gerekse de İŞİD’cilerin ülkemizde yapacakları terör faaliyetleriyle alakalı ilgili şehir ve o şehirdeki güvenlik birimlerine her türlü istihbari destek verildiğini biliyorum.
Yapılan istihbaratlarda terör örgütlerinin havalimanlarına, AVM’lere, kalabalık meydanlara ve özellikle İstanbul’da Sultanahmet meydanı ve mücavir alanına yönelik terör tehdidi ve bombalama bilgileri uzun zamandır güvenlik birimlerine verilmektedir. Hal böyleyken; Sabiha Gökçen havalimanında şans eseri çok büyük kayıp verilmeden atlatılan terör saldırısı sonrası bugün yaşanılan olay maalesef bir güvenlik zaafını düşündürmektedir.
Özellikle Avrupa ve Batı kökenli turizm için bir merkez olan ve ülkemize gelen hemen her yabancının mutlaka ziyaret ettiği Ayasofya, Mavi cami ve pek çok tarihi motifi barındıran bu yerleşkeye yönelik güzergah belirtilerek verilmiş istihbarata rağmen bu patlamanın olması gerçekten manidardır. Ölenlere bakınca neyin hedef alındığı ve İstanbul güvenlik birimlerinin çok daha ciddi davranmaları gerektiği ve gereken şekilde maalesef bir çalışma içinde olunmadığını düşündürmektedir.
Her ne kadar çiçeği burnunda ve büyük bir gayret içerisinde görevini yürütmeye çalışan İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan için başarısız demek mümkün değilse de, kadrolarında sıkıntı olduğunu söylememekte mümkün değildir.
Genel duruma projeksiyon
Başta da dile getirdiğimiz gibi, öncelikle PKK olmak üzere, Paralel Terör Örgütü, İŞİD ve DHKP-C gibi terör örgütleriyle mücadele bütün hızıyla başlamış ve sürmektedir. Yıllardır oluşmuş terör yapılarını çok kısa sürede, haftalar veya birkaç ayda bitirmek maalesef mümkün değildir. Devlet terör ve teröristi bertaraf edip etkisiz hale getirirken vatandaşlarının can ve mal güvenliğini de sakınarak davranmak zorundadır. Bu nedenle mücadele sürerken verilecek her türlü acı kayıbın minimize edilmesi birincil önceliktir. Evet çok zor günlerden geçiyoruz; askerimiz, polisimiz şehit olmakta, halkımızdan can kayıpları maalesef yaşanmaktadır. Ama bu böyle devam etmeyecek, yılların birikimiyle ve yıllardır oluşmuş bu terör yapılanmaları ve yataklık edenler bitirilecektir.
PKK terörü özellikle doğu ve güneydoğu illerimizle metropollerimizde mutlak anlamda kararlı ve aksaksız mücadeleyle sona erdirilecektir. Bu bağlamda özellikle doğu illerimizde kamuda çalışan doktor, öğretmen, belediye başkanı, meclis üyeleri gibi konumlarda olup da terör ve teröriste destek verenlere dair başlamış olan takip ve kontrol, bu konumdaki kişilerin görevlerden uzaklaştırılarak cezalandırma işlemleri hız kazanarak devam edecektir.
Özellikle PKK terörüne destek olan siyasiler ve partilerle ilgili gereken kanuni düzenlemeler daha hızlı yapılmalı, çok güçlü ve hızlı şekilde hak ettikleri cezai muamele gösterilmeli ve gösterilecektir.
Paralel Terör Örgütüyle alakalı temizlik harekatı henüz daha işin başındadır. Emniyet henüz temizlenmemiştir, Yargıda hala varlıklarını sürdürmektedirler, TSK’da hala güçlü şekilde varlıklarını sürdürmekte ve devletin diğer sivil bürokrasisinde hala gizlenmiş şekilde de olsa varlıklarını idame ettirmektedirler.
Ama yeni ve güçlü kurulan hükümetle bu kurumların başına işin ehli ve bu terör örgütleri konusunda hassasiyetleri yüksek düzeyde olan Bakan ve komutanların geldiğini görmek beni ciddi ümitlendirmektedir. Ve inanıyorum ki; 2016 yılı devletimizde bu üç terör örgütüne dair sempati duyan, yandaş olan veya militan olarak hizmet edilenlerin temizlenme ve cezalandırılma yılı olacaktır. Çünkü bu temizlik ve cezalandırma mutlak gereklidir. Nitelik olarak birbirinden farklı görünen bu örgütler devlet düşmanlığı ve huzur kaçırma, panik yaratma konusunda çok garip ittifaklara girebilmektedirler. Aslında birinin diğerinden hiçbir farkı yoktur ve hepsi de; ülkemiz ve devletimiz için aynı dozda ciddi tehlike içermektedirler.
Ama asla umutsuz olmayacağız ve bu şiddet ve terör olayları sürmeyecek büyük devletimiz bu mücadelede hepsini dize getirerek galip çıkacaktır.
Sadece biraz sabır, sabır, sabır….
Bir sonraki yazımızda buluşmak ümidi ile sağlıcakla kalın sevgili okurlarım.
Bulunduğumuz coğrafya içinde Suriye’deki iç savaşın etkileri, Irak’taki kaos ve İran tarafından körüklenen mezhebi kutuplaşma, Putin’in bitmeyen hırs ve husumet içeren kişiliğinin de yansımasıyla Rusya’nın İran’la kurduğu ittifak ve Suriye üzerinden sıcak denizlere dair emelleri bizim de içinde bulunduğumuz bölgeyi ateş kapanına çevirmiş durumdadır.
Böylesi dışsal risk ve tehlikelerin olduğu bir ortamda Suriye’den Esed’in, uçak düşürme hadisesinden sonra Rusya’dan Putin’in, diğer taraftan İran’ın ve onunla paralel Irak ve onun devlet başkanı İbadi’nin ülkemize yönelik istikrarı bozmaya dair tavırları iç terörü körükleme ve destek vermeleri şeklinde devam etmektedir.
Devletimiz ülke içinde; dış bağlantılarını da dikkate alarak hem Paralel Terör Örgütü, hem IŞİD ve hem de PKK ile çok ciddi bir mücadele yürütmektedir. Ülkemize yönelik terör olaylarının ve örgütlerinin arkasında yukarda ismini zikrettiğimiz ülkelerin destek ve katkıları olmadığını düşünmek gafillik olur. Ülkemizin barış ve huzurunu bozmak için bu ülkeler her türlü terör ve ekonomik enstrümanı kullanır bir pozisyona gelmiş haldedirler.
Böylesi bir ortamda bazı noktalara parmak basmak istiyorum
Rusya ile yaptırım konusunda devletimizin yapmasını önerdiğimiz aciliyetler, Rusya ile hava sahası ihlali sonucunda uçak düşürmeyle ortaya çıkan krizin aşılması için ülkemiz her türlü barış çabasını göstermiş ve halen de göstermektedir. Ancak Rusya’nın amacı farklı olduğundan, özellikle de Suriye’de üslerinin bekası için bu krizin sürmesini ve hatta tırmandırılmasını tercih etmektedir. 1 Ocak 2016 tarihinden itibaren ülkemize ve Rusya’daki Türk yatırım ve yatırımcılarına çok ciddi sıkıntılar vermeye başlamıştır.
Rusya yönetimi Rostov şehrindeki Türk yatırımcılara ve işletmecilere çok ciddi zorluklar ve bezdirme girişimleri başlatmış bulunmaktadır. Şehirdeki Türk firmalarının işlerini durdurmak, bilgisayarlarına el koymak, faaliyetten men etmek gibi akla mantığa aykırı şekilde düşmanlığını sergilemektedir. Hatta 'Merinos halı fabrikası' gibi marka değerli bir firmamızı bile 450 adet kendi vatandaşı çalışıyor olmasına rağmen faaliyetten men etme noktasına getirmiştir.
Bu firmalara verdiği tüm sıkıntıların yanında, bu firmaların ekonomik varlıklarının en az zarara uğraması için finansal fon transferleri gibi bankacılık işlemlerine bile blokaj koyarak toptan yok etme ve bitirme gibi bir art niyet içindedir.
Rusya’daki Türk şirketlerine, Türk tarım ürünleri ve turizm sektörüne yönelik bu yaptırımlarının yanında ülkemizin güneydoğusundaki PKK terörü, Paralel Terör Örgütü ve hatta ülkemizde intihar bombacısı olarak gelen IŞİD’lilerin üzerinde Rusya’nın katkısının olmadığını söylemek mümkün değildir. Çünkü Rus Yönetimi hasım seçtiği ülkeye karşı her türlü terör, istihbarat vb. verileri kullanmaktan geri durmayacak kalleşlik ve alçaklıkta bir zihniyete sahiptir. Hal böyleyken İstanbul’da Sultanahmet meydanında patlayan bomba ve bombacının da Rusya’dan bağımsız olduğunu düşünmek mümkün değildir.
İstanbul’daki patlamada hayatını kaybedenlere bakınca özellikle Avrupa ve batı kökenli turizm hareketliliğine darbe olduğunu hepimiz görmekteyiz. Kendi ülkesinden Türkiye’ye gelecek turizm seferlerini iptal ettiren Rusya, ülkemize bu alanda da ekonomik zarar verebilmek için bu konuda ki her türlü baltalama yolunu denemektedir. Bu bağlamda Rusya’ya karşı ülkemiz de bazı kartları kullanmak durumundadır.
Çünkü geçmişte Yunanistan’la bir krizde BDDK kanalıyla bir finansal koz kullanılmış ve Finansbank’la alakalı bir yaptırıma gidilmiş ve bu kozu kullanmak ülkemiz lehine ciddi olumlu sonuç doğurmuştu. Bu minvalde devletimizin de 7-8 milyar dolar değerinde olan Denizbank üzerinden Rusya’ya karşı yaptırımda bulunması Rusya’ya ve Putin’e ciddi bir gözdağı olacaktır. Çünkü bu banka yönetim kurulu başkanı Herman Gref, Putin’e yakınlığıyla bilinmektedir. Özellikle de bankanın Türk Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Müdürü Hakan Ateş üzerinden bu konuda uyarılar Rusya’ya iletilmelidir. Kendi ülkesindeki Türk yatırımlarına dair uluslararası hukuku hiçe sayan uygulamalar yapan Putin’e, Denizbank’ın değerini düşürecek bazı bankacılık kısıtlarının getirilmesi (mesela yeni şube açtırılmaması, mevduat kısıtlamalar getirilmesi vb. gibi bankacılık usul ve esasları içerikli) bu bankanın değerinin düşmesine yönelik çok ciddi sonuçlar doğuracaktır. Hisselerinin % 99’u Rusya’nın en büyük bankası Sberbank’a ait olan ve değeri 7-8 milyar dolar civarı olan bu bankanın değersizleşmesini eminim ki Putin göze alamayacak ve kendi yaptırımları konusunda daha itidalli davranabilecektir.
İkinci önemli bir konu olarak da Rusya’nın Ortodoks olması hasebiyle İstanbul’daki Fener-Rum patrikhanesi ve Ekümenlik konusu gündeme getirilebilir.
Özellikle de Ortodoks hristiyanlar için; ülkemizin menfaatleri Rusya’ya karşı bir koz olacak şekilde yeniden gündeme getirilerek değerlendirilebilir. Bu konuda da detayları iyi incelenmek şartıyla kullanılabilir bir koz çıkacağı kanaatindeyim.
Ayrıca bu konunun diğer bir boyutu bugüne kadar Rusya ilişkilerinden dolayı geri tutulmasına konu hem Rus Ortodoks halkı böyle bir durumda Türkiye’ye gelmek için ülkesini zorlayacak hemde daha önemlisi Dünya Ortodoksları bugüne kadar merkezi Rusya kabul edip, buraya giderken bu sefer ibreyi Türkiye’ye çevirecektir. Buda Rusya’nın zaten sorun yaşadığı Fener-Rum patrikhanesi ne yenilmesi ile bir başka finali olur.
İstanbul’daki patlama ve patlamaya dair güvenlik zaafı
Ramazan bayramı sonrası başlayan terörle mücadeledeki yeni süreçte devletin istihbarat birimleri cansiperane çalışmaktadır. Gerek PKK, gerek Paralel terör örgütü ve gerekse de İŞİD’cilerin ülkemizde yapacakları terör faaliyetleriyle alakalı ilgili şehir ve o şehirdeki güvenlik birimlerine her türlü istihbari destek verildiğini biliyorum.
Yapılan istihbaratlarda terör örgütlerinin havalimanlarına, AVM’lere, kalabalık meydanlara ve özellikle İstanbul’da Sultanahmet meydanı ve mücavir alanına yönelik terör tehdidi ve bombalama bilgileri uzun zamandır güvenlik birimlerine verilmektedir. Hal böyleyken; Sabiha Gökçen havalimanında şans eseri çok büyük kayıp verilmeden atlatılan terör saldırısı sonrası bugün yaşanılan olay maalesef bir güvenlik zaafını düşündürmektedir.
Özellikle Avrupa ve Batı kökenli turizm için bir merkez olan ve ülkemize gelen hemen her yabancının mutlaka ziyaret ettiği Ayasofya, Mavi cami ve pek çok tarihi motifi barındıran bu yerleşkeye yönelik güzergah belirtilerek verilmiş istihbarata rağmen bu patlamanın olması gerçekten manidardır. Ölenlere bakınca neyin hedef alındığı ve İstanbul güvenlik birimlerinin çok daha ciddi davranmaları gerektiği ve gereken şekilde maalesef bir çalışma içinde olunmadığını düşündürmektedir.
Her ne kadar çiçeği burnunda ve büyük bir gayret içerisinde görevini yürütmeye çalışan İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan için başarısız demek mümkün değilse de, kadrolarında sıkıntı olduğunu söylememekte mümkün değildir.
Genel duruma projeksiyon
Başta da dile getirdiğimiz gibi, öncelikle PKK olmak üzere, Paralel Terör Örgütü, İŞİD ve DHKP-C gibi terör örgütleriyle mücadele bütün hızıyla başlamış ve sürmektedir. Yıllardır oluşmuş terör yapılarını çok kısa sürede, haftalar veya birkaç ayda bitirmek maalesef mümkün değildir. Devlet terör ve teröristi bertaraf edip etkisiz hale getirirken vatandaşlarının can ve mal güvenliğini de sakınarak davranmak zorundadır. Bu nedenle mücadele sürerken verilecek her türlü acı kayıbın minimize edilmesi birincil önceliktir. Evet çok zor günlerden geçiyoruz; askerimiz, polisimiz şehit olmakta, halkımızdan can kayıpları maalesef yaşanmaktadır. Ama bu böyle devam etmeyecek, yılların birikimiyle ve yıllardır oluşmuş bu terör yapılanmaları ve yataklık edenler bitirilecektir.
PKK terörü özellikle doğu ve güneydoğu illerimizle metropollerimizde mutlak anlamda kararlı ve aksaksız mücadeleyle sona erdirilecektir. Bu bağlamda özellikle doğu illerimizde kamuda çalışan doktor, öğretmen, belediye başkanı, meclis üyeleri gibi konumlarda olup da terör ve teröriste destek verenlere dair başlamış olan takip ve kontrol, bu konumdaki kişilerin görevlerden uzaklaştırılarak cezalandırma işlemleri hız kazanarak devam edecektir.
Özellikle PKK terörüne destek olan siyasiler ve partilerle ilgili gereken kanuni düzenlemeler daha hızlı yapılmalı, çok güçlü ve hızlı şekilde hak ettikleri cezai muamele gösterilmeli ve gösterilecektir.
Paralel Terör Örgütüyle alakalı temizlik harekatı henüz daha işin başındadır. Emniyet henüz temizlenmemiştir, Yargıda hala varlıklarını sürdürmektedirler, TSK’da hala güçlü şekilde varlıklarını sürdürmekte ve devletin diğer sivil bürokrasisinde hala gizlenmiş şekilde de olsa varlıklarını idame ettirmektedirler.
Ama yeni ve güçlü kurulan hükümetle bu kurumların başına işin ehli ve bu terör örgütleri konusunda hassasiyetleri yüksek düzeyde olan Bakan ve komutanların geldiğini görmek beni ciddi ümitlendirmektedir. Ve inanıyorum ki; 2016 yılı devletimizde bu üç terör örgütüne dair sempati duyan, yandaş olan veya militan olarak hizmet edilenlerin temizlenme ve cezalandırılma yılı olacaktır. Çünkü bu temizlik ve cezalandırma mutlak gereklidir. Nitelik olarak birbirinden farklı görünen bu örgütler devlet düşmanlığı ve huzur kaçırma, panik yaratma konusunda çok garip ittifaklara girebilmektedirler. Aslında birinin diğerinden hiçbir farkı yoktur ve hepsi de; ülkemiz ve devletimiz için aynı dozda ciddi tehlike içermektedirler.
Ama asla umutsuz olmayacağız ve bu şiddet ve terör olayları sürmeyecek büyük devletimiz bu mücadelede hepsini dize getirerek galip çıkacaktır.
Sadece biraz sabır, sabır, sabır….
Bir sonraki yazımızda buluşmak ümidi ile sağlıcakla kalın sevgili okurlarım.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.