Neler oldu.. Neler oluyor.. Neler olacak!..
Bu 4 gün içerisinde, kısmet olup çok kısada olsa Sayın Başbakan R.Tayyip Erdoğan ile de konuşma şansım oldu, onu son derece iyi gördüm, kızgındı ancak dikkatli ve kararlı idi. Şimdi kısaca olayları değerlendirmeye geçelim. Geçen yıl Amerika’da Neocon senatörler, Türkiye-İran ticareti ve Halkbank’la ilgili ABD Hazine müsteşarlığından bilgi istiyor..
(Neoconlar; ABD’de klâsik sağda varolan dış politika konsepti eksikliğini ve stratejisizlik boşluğunu değerlendirerek ve 11 Eylül sonrası tavan yapmış Amerikan paranoyasının yardımı ile Bush iktidarında söz sahibi olmuş imparatorluk taraftarı bir avuç (ne tesadüftür ki çoğu Yahudi’dir ve hepsi Siyonist’tir) kıymeti kendinden menkul entelektüel, köşe yazarı, think-tank analisti ve acar politikacıdan oluşan bir ekiptir.)
Bunlar yaşam tarzları itibariyle Avrupalı sosyal demokratlara benzerler, çoğu zaten Demokrat Parti kökenlidir, fakat komünizmin batışından itibaren bir anda sıkı müdâhaleci oluvermişlerdir. Neoconlar; dış politika alanında radikal sayılabilecek görüşlere sahiplerdir, bunları kısaca şu şekilde sıralayabiliriz
* Soğuk Savaştan dünya üzerindeki yegâne süper güç olarak galip çıkan ABD’nin karşı konulamaz bir askeri güce sahip olduğunu düşünmekte;
* Hâlihazırdaki sosyo-ekonomik Amerikan hegemonyasının (Pax-Americana) devamı için, Çin ve Avrupa gibi yükselen güçlerin önünün kesilmesi gerektiğini savunmakta;
* ABD’nin gücünün tehditlere karşı kullanımını kısıtladığı gerekçesiyle ABD’nin uluslararası kuruluşlar ve anlaşmalarca bağlanmaması gerektiğini düşünmekte;
* “Amerikan değerlerini” dünyaya yaymayı adeta kutsal bir misyon olarak görmekte, bunun için Amerikan gücünün kullanımından çekinilmemesi gerektiğini savunmakta.
* Otoriter rejimlerin Amerikan karşıtlığını artırdığı gerekçesiyle “serseri devlet” olarak tanımladıkları bazı ülkelerde rejim değişikliği yapmayı bir dış politika hedefi olarak belirleyebilmekte; bu bağlamda BM Şartı ile yasaklanan “önleyici saldırıyı (preemptive strike)” meşru görebilmekte,
* En genel ifadesiyle dünyada Amerikan hegemonyasını tesis için daha agresif bir dış politikanın benimsenmesini teşvik etmekte, bu hedefe ulaşılması için önüne çıkabilecek engelleri, bunlar uluslararası toplum tarafından kabul görmüş kurallar dahi olsa, ihlalde hiçbir sakınca görmemektedirler.
* Bu arada 1990 ‘lı yıllarda değişen dünyaya ayak uyduran şimdilerde adı Masonluktan, Beyaz Dünyaya dönüşmüş önemli bir kozlarını Obama tarzı düşünen ABD'nin gerçek sahiplerine kaptırdıkları içinde sinirli ve agresif politikalarını İsrail yada bazı Avrupa ülkelerini kullanarak gerçekleştirmekten hiç çekinmemektedirler. Zira bunlar maalesef Obama'ya ve şimdiki ABD iktidarına rağmen ABD de hala güçlüdürler ve ABD içinde de İktidar ile açıktan görülmese de savaşlarını sürdürmektedirler. Hedefleri esasen 90’ larda kaybettikleri iktidarlarını ve ABD'yi yeniden ellerine geçirmektir. Aralık başında; CIA ve MOSSAD kökenli bürokratların kurduğu UANI (United Against Nuclear Iran) (UANI-Nükleer İran'a karşı birlik) adlı kuruluşun Halkbank ile İran arasındaki para ilişkisini sorgulayıp suçlamalar yönelttiği yayınlanan raporu gündeme geliyor.
Kurucuları arasında eski Mossad Başkanı Meir Dagan, CIA eski Başkanı Jim Woolsey, ABD Hazine Bakanlığı Terörizmin finansmanı eski uzmanı Avi Jorisch, eski büyükelçi Richard Holbrooke'un da olduğu olduğu UANI'ın ABD yönetimine Halkbank ile ilgili hazırladığı bir raporla uyarılarda bulunduğu öğrenildi. Suriye politikasında Türkiye yalnız bırakıldı…
Gezi olayları CNN ve BBC de saatlerce savaş muhabirleri gönderilerek ve ajite edilerek dünyaya sunuldu… Sık sık Tayyip Erdoğan’a atfen ABD gazetelerinde makaleler yazıldı, genelde kötülendi, itibarsızlaştırılmaya çalışıldı… Türk Ekonomisine dair çeşitli spekülatif açıklamalar ve ekonomik kriz beklentileri içeren yazılar yazıldı, Gülen hareketiyle ilgili sürekli övücü ve evrensel hoşgörü ve diyalog mesajlarına ilişkin ABD basınında ve kimi devlet yetkililerinden açıklamalar yapıldı… Bu süreç içinde pek tabii ki İsrail menşeli çok çeşitli ve sürekli şekilde Türk ekonomisi, Türk-İran ilişkileri, Türkiye-Suriye politikaları vb. konularda eleştirel açıklama ve medya beyanları geldi….
DIŞARDA BUNLAR OLURKEN İÇERDE NELER OLDU…
7 Şubat 2012 de Türkiye’nin Milli menfaatleri konusunda dik durarak, dik adımlar atan ve bu süreçte de kimi zaman İsrail ve ABD politikalarıyla da çelişen hükümet tavırları nedeniyle MIT müsteşarı Hakan Fidan’la ilgili mahkemeye ifadeye ( Amerikayla çok iyi geçinen ve onlarla adeta gizli müştereklik içinde olduğu fikrini oluşturan cemaate yakın hakim ve savcılar kanalıyla) çağrılma olayı yaşandı.. IMF’den yeniden borç alacak stand-by anlaşması yapılmadı ve mayıs 2013 de borç sıfırlandı…
Türkiye İran’la ticari ilişkilerine bir şekilde özellikle de Halkbank kanalıyla devam etti.. Türkiye bağımsız bir devlettir ve ABD firmaları iran’la iş yaparken onlara birşey söylenmiyor da bizim komşumuzla ticaret yapmamıza neden engel olunuyor ki? Biz de asgari düzeyde de olsa ticari faaliyetlere devam ederiz diyerek yaklaşık yıllık 10 milyar dolarlık ticari faaliyete devam edildi. Çünkü Türkiye Enerjide dışa bağımlılığını azaltmak için bu ticareti yapmak zorunda idi…(Edinilen bilgilere göre geçen yıl başından itibaren ABD'li yetkililer ekonomi yönetiminden altın ihracatındaki artışa ilişkin bilgi talep ediyordu. Türkiye ile İran arasındaki ticaret geçen yıl sonu itibariyle 20 milyar doların üzerine çıktı. Türkiye'nin İran'la ticaretinin büyük bölümü petrol ve doğalgaz ithalatı.
Bu, Rusya tekeline karşı enerji çeşitliliği için önemli bir unsur. Ayrıca 10 milyar doları aşan enerji alımının yarısının TL olarak ödendiği de cari açığın büyümesi önleniyor) Ayrıca İran'la son nükleer pazarlık sonrası Hindistan'ın da İran'a ödemelerinde Halkbank'ı kullanacak olması Batılı ülkeleri rahatsız ediyor. Çünkü Hindistan'ın hali hazırda İran'a 5.3 milyar dolar petrol borcu bulunuyor. Ayrıca Hindistan aylık 1 milyar dolar, yani yıllık 12 milyar doları bulan ödemeyi Halkbank üzerinden yapmayı planlıyor. Bu esnada Türkiye’de, Hatay’da etnik ve mezhebi çatışmaya sebebiyet verecek düzeyde patlama oluyor ve maalesef 50 vatandaşımız vefat ediyor… Fakat buna rağmen halkın sağduyusuyla Hatay’da beklenen kargaşa baş göstermiyor. Akabinde meşhur Gezi olayları sahne alıyor ve “birkaç ağaç”tan yola çıkılarak Türkiye’de 4.70 civarına düşmüş olan faizleri, 10’lar civarına yükseltecek ve sonrasında Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla özdeşleşecek yurt genelinde sirayet edecek olaylar dizisi başlıyor. Gezi olaylarında, destek veren şirket ve medyaya bakıldığında, bugünlerde yaşadığımız operasyona destek verenlerin aynı gruplar olduğunu ilginç bir şekilde gözlemekteyiz.
Gezi esnasında Gülen hareketi de, yayın organları kanalıyla kendi ölçeğinde, CNN, BBC ve diğer görsel batılı ve ABD basını gibi hükümeti ve dolayısıyla Tayyip Erdoğanı eleştiriyordu… Gezi’de amaç, ağaç vb. değildi, amaç Tayyip Erdoğan idi… Çünkü Tayyip Erdoğan hakim güçlerin istediği gibi hareket etmiyor ve ülkesinin büyümesi için ne gerekirse yapacağını dile getiriyor ve bu bağlamda adımlar da atıyor idi. Nükleer enerji santral projeleri, 3. Havalimanı, Kanal İstanbul vb. gibi global ölçekte projeleri hız kesmeden realize etmeye çalışıyordu…
En son da, Kuzey Irak bölgesel yönetimi ve Irak merkezi hükümetiyle üçlü bir oluşumla, Irak petrol ve doğal gazının Türkiye ile ve Türkiye üzerinden dünyaya ulaştırılması anlaşmasının yapılması bardağı taşıran son damla olmuştu (Edinilen bilgilere göre Türkiye Kuzey Irak'tan gelecek yıllık 16 milyar doları bulacak petrol ve 10 milyar dolarlık doğalgazın ücretinin kamu bankası üzerinden ödenmesi formülünü merkezi Irak yönetimine iletti. Öncelikli olarak gelecek olan petrolün parasının Halk Bankası ile Bağdat yönetimine ödenmesi planlanıyordu. ABD tarafının ise bu paranın kendisinde toplanmasını istediği ifade ediliyor.) İran ile Batı'nın barışmasından sonra, Tahran'ın yıllık 20 milyar doları bulması beklenen petrol gelirlerinin Halkbank üzerinden akacak. Kuzey Irak'ın da yıllık 26 milyar dolarının da adresinin Halkbank olması korkunun kaynağını açıklamaya yetiyor.
BU ESNADA İÇ SİYASETTE NELER OLUYOR…..
Türkiye’de çok ciddi bir siyasal ve toplumsal mühendislik faaliyeti sahneye koyuluyor. Bu bağlamda; 2011 seçimlerine ramak kala, bir kasetle Deniz Baykal partinin başından gönderiliyor, hemen akabinde ilginç olaylarla Kılıçdaroğlu CHP’nin başına geçiyor. Kılıçdaroğlu da ilk iş olarak kendisini oraya getiren, Önder Sav ve ekibini tasfiye ediyor..
7 Şubatta MIT müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasıyla birlikte su yüzüne çıkan bir süreçle, Gülen hareketinin, Hükümete ve dolayısıyla da Tayyip Erdoğana yönelik karşıt adımlarına şahit olmaya başlıyoruz ve akabinde Ergenekon, Balyoz, KCK vb gibi soruşturma ve tutuklamalarda ve Başbakanın çok üzerinde durduğu “Çözüm Sürecinde” cemaatin “Hükümete rağmen” hareketleri hız kazanarak devam ediyor ve meşhur “dershane” konusuyla kavga iyice su yüzüne çıkıyor ve aleniyet kazanıyor. Gülen Hareketinin tüm gücü, eforu, enerjisi tüm imkanlarıyla (yazılı görsel basın ve diğer tüm imkanlarıyla) Tayyip Erdoğan’a karşı bir hareket başlatıyor…
Bir anda Mustafa Sarıgül CHP için çok önemli bir argüman olmaya başlıyor ve İstanbul sermayesi de,(yukarıdaki dışarıdan olan dış oluşumlarla iş tutan sermaye) Sarıgül’ü partisine almaya adeta mecbur bırakıyor Kılıçdaroğlu’nu… Kılıçdaroğlu önce ABD Ankara büyükelçisi Ricciardone ile kendisinin dış ilişkiler yardımcısından da gizli görüşüyor, sonra Kılıçdaroğlu ABD ye gidiyor ve bir dizi görüşmeler yapıyor... Manidardır ki, cemaat üyeleri ve bir rivayete göre de Fethullah Gülen'le de bir araya geliyor. Eş zamanlı olarak da özellikle İstanbul özelinde, Sarıgül tarafından cemaatin desteğinin kendisine verileceğini ima eden beyanlar çıkıyor..
Mehmet Haberal ve sonra Mustafa Balbay serbest kalıyor . Aynı kanuni gerekçelerle salıverilme için mahkemeye başvuran BDP vekillerine savcılık bırakılması cihetinde mütalaa da verse Diyarbakır’daki 4 ve 5. Ağır ceza hakimleri akla ziyan gerekçeyle red kararı veriyor (amaç yine hükümeti zor durumda bırakmak) ki kısmen de başarılı oluyor. Ayrıca çözüm sürecinin ilerlemesi ile beraber, Apo ve pkk tarafından aynı güçlerce daha önce yıllarca nasıl kullanıldıkları ve daha sonra nasıl terk edildikleri değerlendiriliyor ve Apo ben artık bu güçlere inanmıyorum hükümet ile anlaşın diyor.
Bu noktada artık PKK kozunu kullanmak aynı guruplarca zorlaşınca olayın yeni figüranı cemaat sahneyi alıyor ve geliniyor 17 Aralık sabahına; Türkiye’de günlerdir konuşulan malum operasyon başlıyor… Başsavcının haberi yok, emniyet müdürünün, valinin ve şube müdürlerinin haberi yok… Ak Parti hükümetinin en yumuşak karnı olan nokta ön plana çıkartılarak ve adına da “yolsuzluk ve rüşvet operasyonu” denilerek, seçimlere girilirken, toplumun en hassas olduğu nokta nazarı dikkate verilerek büyük saldırı başlıyor… Soruşturma bilgileri gazetelerde çarşaf çarşaf servis ediliyor…
Hangi medya denirse, yine aynı medya, gezi medyası… Bu operasyon başlayınca devlet içinde emniyet ve yargıda hükümeti bile ekarte edip hareket edebilen bir “örgüt” varlığı ortaya çıkıyor. Operasyonun içinde Halkbank var, çünkü asıl hedef Halkbank ve onun üzerinden yapılan Türk ekonomisini güçlendiren ticari ilişkiler. Ama ön plana çıkartılan ise yolsuzluk, rüşvet konusu ve bu konuya aktör olan Bakan ve bakan oğulları….
Bu esnada Kılıçdaroğlu, tam da bu olaylar başlamışken “karanlıklar prensi ABD elçisi Ricciardone" ile koşarak görüşmeye gidiyor. Yemekte Ricciardone; "İddialar ve soruşturmanın muhatabı olan kişilerin siyasi kimlikleri, gelişmeleri yakından izlenmesini gerektiriyor, izliyoruz. İddiaların İran ile ilgili boyutu da bizim için önemli. Yolsuzluklarla mücadelenin demokrasiyi güçlendireceği de unutulmamalı. Hükümet sorumluları dışarıda aranmamalı, şeffaflık ilkesiyle iddiaların üzerine gitmeli. Gezi olaylarında olduğu gibi sorumluların dışarıda aranması gerçeklerin ortaya çıkmasını engelleyecek bir yaklaşım olur." diyor. Daha sonra aynı Ricciardone’nin; bir grup AB büyükelçisiyle 17 Aralık’ta büyükelçilikte yemekte buluşan ABD elçisi Ricciardone’un “Halkbank konusunu dile getirmiştik. Sonuç alamadık. Şimdi imparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz” dediği iddia edildi. Yine aynı gün; Halkbank’ı yıpratmaya da dönük operasyon devam ederken ABD Hazine Bakanlığı Terör ve Mali istihbarattan sorumlu Müsteşarı David Cohen, İstanbul’da Türk bankalarına İran uyarısı yaptığı bildirildi. Bakanlardan ve ekonomi bürokrasisinden randevu istemeyen Cohen, Ankara’ya hiç uğramadan İstanbul’da banka genel müdürleriyle bir araya geldi. Kulislere yansıyan bilgilere göre Cohen, İstanbul’da banka müdürlerine, İran’a nükleer çalışmaları nedeniyle uygulanan ambargonun sürdüğünü ve nasıl işletilmesi gerektiğini anlattı. Cohen, “para trafiğini gevşetmeyin, yaptırımlar bitmedi” mesajını verdi. 17 Aralık günü başlayan operasyonda, oyun kurucular (neo-con’lar, İsrail ve içerdeki bağlantılı sermayedarlar) cemaate ilk onbirde yer vererek başat bir figür haline getiriyorlar. Gezi olaylarında cemaat yedek oyuncu konumundayken bu defa takımın omurgasını oluşturur bir konumda bulunmaktadır.
Çünkü operasyon başladığından beri adeta cansiperane bir şekilde “İlahi bir Davaya Hizmet” edercesine, şuana kadar bildiğimiz; ulusal ve uluslar arası boyutta, ahlak, din ve ilahi kelimatullah hizmeti gibi, adeta Tayyip Erdoğan’ı ve Hükümetini yıktıklarında cennet-i ala’ya ulaşacaklar gibi mücahitane bir şahlanışla saldırıya geçmiş bulunmaktadırlar. Düne kadar en yakınında yer aldıkları Devlet büyüklerinin, (Bakan, müsteşar, genel müdür, müdür gibi) hiçbir ahlaki usul ve esasa bakmaksızın mahremiyetlerini sergilemeye hazır halde ve “güvene dayalı bilgilendikleri bu mahremiyet bilgilerini” ifşa etmeye varan bir pervasızlık ve “Allahsızlık” içeren bir mücadeleye girmişlerdir.
Operasyonun savcısı Zekeriya Öz’ün “ben ergenekonu bitirdim ama bunları da bitireceğim” söylemleri ortalıkta dolaşmaktadır ve hatta Başbakanın Konya’da yaptığı bir konuşmada “bizim Allahımız var…” diye başlayan konuşmasına aynı savcının “ bizim Allahımız yok mu…” gibi ironik ve müstehzi sözü Twetter’lara bile yansımıştır, tüm varlıklarıyla gazeteleriyle tv ‘leriyle bu konudan hareketle Halk nezdinde Tayyip Erdoğan’ı bitirmeye çalışmaktadırlar. Çünkü “büyük ağabeyleri” öyle istiyor ve onlar da kendi ülkelerinin dibine dinamit de koyulacak olsa bu “kutsal davadan” vazgeçmeyeceklerdir.
Fethullah Gülen Amerika’dan sürekli beyanatlarıyla bu ateşi körüklemeye devam etmektedir. 17 Aralık tarihinde başlayan operasyonla 90 kişi emniyete alınıyor ve bunlardan sadece 24 tanesi tutuklanıyor. Tutuklamalara bakınca da, hedefin Halkbank olduğu net şekilde görülüyor. Tayyip Erdoğan ise, özellikle emniyetteki bu “örgütlenmenin” çözülmesine başlamış, İstanbul emniyeti başta olmak üzere, ciddi bir karşı operasyon başlamış vaziyettedir..
Sevgili Ogün okurları bu aşamada bugünkü CHP'den artık Ülkeyi düşünen değil kendi çıkar ve iktidarını düşünen bir parti diye bahsetmek mümkün, dünün düşman kardeşleri bugün artık iyi birer müttefik durumunda, Ergenokon davasının 1.numaralı savunucusu CHP bu davaları açan baş düşmanı ile şimdi aynı ittifak içinde, Sayın Kılıçlaroğlu "Yolsuzlukların hesabı derhal sorulsun ancak biz dün bu savcılar bu polis yanlışın içinde diyorduk şimdi bunu anladın mı Başbakan, derhal onlara da çeki düzen verilsin" bu kelime CHP'yi güçlendirirdi, ancak bunu diyemedi zira artık onlarla kendisi müttefik.
Bu oyunda figüran olmamaya özen gösteren MHP ve yakinen tanıdığım Devlet Bahçeli'yi alkışlıyorum, söylemi açık "Yolsuzluklar derhal ortaya çıkarılıp cezalandırılsın" diğer konularda ise temkinli, ne ABD büyük elçisi ne Hoca efendi ile ilşkisi yok. Hatta BDP'ye bile akıllı tavrı nedeni ile sessiz kalacak duruma duruma geldik. Olay kesinlikle siyasi değil Ülke çıkarlarıdır çünkü. Yolsuzlukların üzerine gidilmesi konusunda kimsenin itirazı yok olamazda ama konu bu yolsuzlukların çok üzerinde bir hal almışsa bunu hepimizin iyi analiz etmesi gerekiyor. Sorun Ak Parti ya da Tayyip Erdoğan meselesi değildir sorun “ÜLKE” meselesidir. Ülkemizin güçlenmesi kimleri mutlu eder, kimleri etmez...
Zira önümüzdeki günler her açıdan çok şeye gebedir. Neler Oldu, Neler Oluyor’u irdelemeye çalıştık. Neler Olacak konusunu ise irdelemeye ve izlemeye değişik açılardan devam edeceğiz, şimdilik sağlıcakla kalın...
(Neoconlar; ABD’de klâsik sağda varolan dış politika konsepti eksikliğini ve stratejisizlik boşluğunu değerlendirerek ve 11 Eylül sonrası tavan yapmış Amerikan paranoyasının yardımı ile Bush iktidarında söz sahibi olmuş imparatorluk taraftarı bir avuç (ne tesadüftür ki çoğu Yahudi’dir ve hepsi Siyonist’tir) kıymeti kendinden menkul entelektüel, köşe yazarı, think-tank analisti ve acar politikacıdan oluşan bir ekiptir.)
Bunlar yaşam tarzları itibariyle Avrupalı sosyal demokratlara benzerler, çoğu zaten Demokrat Parti kökenlidir, fakat komünizmin batışından itibaren bir anda sıkı müdâhaleci oluvermişlerdir. Neoconlar; dış politika alanında radikal sayılabilecek görüşlere sahiplerdir, bunları kısaca şu şekilde sıralayabiliriz
* Soğuk Savaştan dünya üzerindeki yegâne süper güç olarak galip çıkan ABD’nin karşı konulamaz bir askeri güce sahip olduğunu düşünmekte;
* Hâlihazırdaki sosyo-ekonomik Amerikan hegemonyasının (Pax-Americana) devamı için, Çin ve Avrupa gibi yükselen güçlerin önünün kesilmesi gerektiğini savunmakta;
* ABD’nin gücünün tehditlere karşı kullanımını kısıtladığı gerekçesiyle ABD’nin uluslararası kuruluşlar ve anlaşmalarca bağlanmaması gerektiğini düşünmekte;
* “Amerikan değerlerini” dünyaya yaymayı adeta kutsal bir misyon olarak görmekte, bunun için Amerikan gücünün kullanımından çekinilmemesi gerektiğini savunmakta.
* Otoriter rejimlerin Amerikan karşıtlığını artırdığı gerekçesiyle “serseri devlet” olarak tanımladıkları bazı ülkelerde rejim değişikliği yapmayı bir dış politika hedefi olarak belirleyebilmekte; bu bağlamda BM Şartı ile yasaklanan “önleyici saldırıyı (preemptive strike)” meşru görebilmekte,
* En genel ifadesiyle dünyada Amerikan hegemonyasını tesis için daha agresif bir dış politikanın benimsenmesini teşvik etmekte, bu hedefe ulaşılması için önüne çıkabilecek engelleri, bunlar uluslararası toplum tarafından kabul görmüş kurallar dahi olsa, ihlalde hiçbir sakınca görmemektedirler.
* Bu arada 1990 ‘lı yıllarda değişen dünyaya ayak uyduran şimdilerde adı Masonluktan, Beyaz Dünyaya dönüşmüş önemli bir kozlarını Obama tarzı düşünen ABD'nin gerçek sahiplerine kaptırdıkları içinde sinirli ve agresif politikalarını İsrail yada bazı Avrupa ülkelerini kullanarak gerçekleştirmekten hiç çekinmemektedirler. Zira bunlar maalesef Obama'ya ve şimdiki ABD iktidarına rağmen ABD de hala güçlüdürler ve ABD içinde de İktidar ile açıktan görülmese de savaşlarını sürdürmektedirler. Hedefleri esasen 90’ larda kaybettikleri iktidarlarını ve ABD'yi yeniden ellerine geçirmektir. Aralık başında; CIA ve MOSSAD kökenli bürokratların kurduğu UANI (United Against Nuclear Iran) (UANI-Nükleer İran'a karşı birlik) adlı kuruluşun Halkbank ile İran arasındaki para ilişkisini sorgulayıp suçlamalar yönelttiği yayınlanan raporu gündeme geliyor.
Kurucuları arasında eski Mossad Başkanı Meir Dagan, CIA eski Başkanı Jim Woolsey, ABD Hazine Bakanlığı Terörizmin finansmanı eski uzmanı Avi Jorisch, eski büyükelçi Richard Holbrooke'un da olduğu olduğu UANI'ın ABD yönetimine Halkbank ile ilgili hazırladığı bir raporla uyarılarda bulunduğu öğrenildi. Suriye politikasında Türkiye yalnız bırakıldı…
Gezi olayları CNN ve BBC de saatlerce savaş muhabirleri gönderilerek ve ajite edilerek dünyaya sunuldu… Sık sık Tayyip Erdoğan’a atfen ABD gazetelerinde makaleler yazıldı, genelde kötülendi, itibarsızlaştırılmaya çalışıldı… Türk Ekonomisine dair çeşitli spekülatif açıklamalar ve ekonomik kriz beklentileri içeren yazılar yazıldı, Gülen hareketiyle ilgili sürekli övücü ve evrensel hoşgörü ve diyalog mesajlarına ilişkin ABD basınında ve kimi devlet yetkililerinden açıklamalar yapıldı… Bu süreç içinde pek tabii ki İsrail menşeli çok çeşitli ve sürekli şekilde Türk ekonomisi, Türk-İran ilişkileri, Türkiye-Suriye politikaları vb. konularda eleştirel açıklama ve medya beyanları geldi….
DIŞARDA BUNLAR OLURKEN İÇERDE NELER OLDU…
7 Şubat 2012 de Türkiye’nin Milli menfaatleri konusunda dik durarak, dik adımlar atan ve bu süreçte de kimi zaman İsrail ve ABD politikalarıyla da çelişen hükümet tavırları nedeniyle MIT müsteşarı Hakan Fidan’la ilgili mahkemeye ifadeye ( Amerikayla çok iyi geçinen ve onlarla adeta gizli müştereklik içinde olduğu fikrini oluşturan cemaate yakın hakim ve savcılar kanalıyla) çağrılma olayı yaşandı.. IMF’den yeniden borç alacak stand-by anlaşması yapılmadı ve mayıs 2013 de borç sıfırlandı…
Türkiye İran’la ticari ilişkilerine bir şekilde özellikle de Halkbank kanalıyla devam etti.. Türkiye bağımsız bir devlettir ve ABD firmaları iran’la iş yaparken onlara birşey söylenmiyor da bizim komşumuzla ticaret yapmamıza neden engel olunuyor ki? Biz de asgari düzeyde de olsa ticari faaliyetlere devam ederiz diyerek yaklaşık yıllık 10 milyar dolarlık ticari faaliyete devam edildi. Çünkü Türkiye Enerjide dışa bağımlılığını azaltmak için bu ticareti yapmak zorunda idi…(Edinilen bilgilere göre geçen yıl başından itibaren ABD'li yetkililer ekonomi yönetiminden altın ihracatındaki artışa ilişkin bilgi talep ediyordu. Türkiye ile İran arasındaki ticaret geçen yıl sonu itibariyle 20 milyar doların üzerine çıktı. Türkiye'nin İran'la ticaretinin büyük bölümü petrol ve doğalgaz ithalatı.
Bu, Rusya tekeline karşı enerji çeşitliliği için önemli bir unsur. Ayrıca 10 milyar doları aşan enerji alımının yarısının TL olarak ödendiği de cari açığın büyümesi önleniyor) Ayrıca İran'la son nükleer pazarlık sonrası Hindistan'ın da İran'a ödemelerinde Halkbank'ı kullanacak olması Batılı ülkeleri rahatsız ediyor. Çünkü Hindistan'ın hali hazırda İran'a 5.3 milyar dolar petrol borcu bulunuyor. Ayrıca Hindistan aylık 1 milyar dolar, yani yıllık 12 milyar doları bulan ödemeyi Halkbank üzerinden yapmayı planlıyor. Bu esnada Türkiye’de, Hatay’da etnik ve mezhebi çatışmaya sebebiyet verecek düzeyde patlama oluyor ve maalesef 50 vatandaşımız vefat ediyor… Fakat buna rağmen halkın sağduyusuyla Hatay’da beklenen kargaşa baş göstermiyor. Akabinde meşhur Gezi olayları sahne alıyor ve “birkaç ağaç”tan yola çıkılarak Türkiye’de 4.70 civarına düşmüş olan faizleri, 10’lar civarına yükseltecek ve sonrasında Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla özdeşleşecek yurt genelinde sirayet edecek olaylar dizisi başlıyor. Gezi olaylarında, destek veren şirket ve medyaya bakıldığında, bugünlerde yaşadığımız operasyona destek verenlerin aynı gruplar olduğunu ilginç bir şekilde gözlemekteyiz.
Gezi esnasında Gülen hareketi de, yayın organları kanalıyla kendi ölçeğinde, CNN, BBC ve diğer görsel batılı ve ABD basını gibi hükümeti ve dolayısıyla Tayyip Erdoğanı eleştiriyordu… Gezi’de amaç, ağaç vb. değildi, amaç Tayyip Erdoğan idi… Çünkü Tayyip Erdoğan hakim güçlerin istediği gibi hareket etmiyor ve ülkesinin büyümesi için ne gerekirse yapacağını dile getiriyor ve bu bağlamda adımlar da atıyor idi. Nükleer enerji santral projeleri, 3. Havalimanı, Kanal İstanbul vb. gibi global ölçekte projeleri hız kesmeden realize etmeye çalışıyordu…
En son da, Kuzey Irak bölgesel yönetimi ve Irak merkezi hükümetiyle üçlü bir oluşumla, Irak petrol ve doğal gazının Türkiye ile ve Türkiye üzerinden dünyaya ulaştırılması anlaşmasının yapılması bardağı taşıran son damla olmuştu (Edinilen bilgilere göre Türkiye Kuzey Irak'tan gelecek yıllık 16 milyar doları bulacak petrol ve 10 milyar dolarlık doğalgazın ücretinin kamu bankası üzerinden ödenmesi formülünü merkezi Irak yönetimine iletti. Öncelikli olarak gelecek olan petrolün parasının Halk Bankası ile Bağdat yönetimine ödenmesi planlanıyordu. ABD tarafının ise bu paranın kendisinde toplanmasını istediği ifade ediliyor.) İran ile Batı'nın barışmasından sonra, Tahran'ın yıllık 20 milyar doları bulması beklenen petrol gelirlerinin Halkbank üzerinden akacak. Kuzey Irak'ın da yıllık 26 milyar dolarının da adresinin Halkbank olması korkunun kaynağını açıklamaya yetiyor.
BU ESNADA İÇ SİYASETTE NELER OLUYOR…..
Türkiye’de çok ciddi bir siyasal ve toplumsal mühendislik faaliyeti sahneye koyuluyor. Bu bağlamda; 2011 seçimlerine ramak kala, bir kasetle Deniz Baykal partinin başından gönderiliyor, hemen akabinde ilginç olaylarla Kılıçdaroğlu CHP’nin başına geçiyor. Kılıçdaroğlu da ilk iş olarak kendisini oraya getiren, Önder Sav ve ekibini tasfiye ediyor..
7 Şubatta MIT müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasıyla birlikte su yüzüne çıkan bir süreçle, Gülen hareketinin, Hükümete ve dolayısıyla da Tayyip Erdoğana yönelik karşıt adımlarına şahit olmaya başlıyoruz ve akabinde Ergenekon, Balyoz, KCK vb gibi soruşturma ve tutuklamalarda ve Başbakanın çok üzerinde durduğu “Çözüm Sürecinde” cemaatin “Hükümete rağmen” hareketleri hız kazanarak devam ediyor ve meşhur “dershane” konusuyla kavga iyice su yüzüne çıkıyor ve aleniyet kazanıyor. Gülen Hareketinin tüm gücü, eforu, enerjisi tüm imkanlarıyla (yazılı görsel basın ve diğer tüm imkanlarıyla) Tayyip Erdoğan’a karşı bir hareket başlatıyor…
Bir anda Mustafa Sarıgül CHP için çok önemli bir argüman olmaya başlıyor ve İstanbul sermayesi de,(yukarıdaki dışarıdan olan dış oluşumlarla iş tutan sermaye) Sarıgül’ü partisine almaya adeta mecbur bırakıyor Kılıçdaroğlu’nu… Kılıçdaroğlu önce ABD Ankara büyükelçisi Ricciardone ile kendisinin dış ilişkiler yardımcısından da gizli görüşüyor, sonra Kılıçdaroğlu ABD ye gidiyor ve bir dizi görüşmeler yapıyor... Manidardır ki, cemaat üyeleri ve bir rivayete göre de Fethullah Gülen'le de bir araya geliyor. Eş zamanlı olarak da özellikle İstanbul özelinde, Sarıgül tarafından cemaatin desteğinin kendisine verileceğini ima eden beyanlar çıkıyor..
Mehmet Haberal ve sonra Mustafa Balbay serbest kalıyor . Aynı kanuni gerekçelerle salıverilme için mahkemeye başvuran BDP vekillerine savcılık bırakılması cihetinde mütalaa da verse Diyarbakır’daki 4 ve 5. Ağır ceza hakimleri akla ziyan gerekçeyle red kararı veriyor (amaç yine hükümeti zor durumda bırakmak) ki kısmen de başarılı oluyor. Ayrıca çözüm sürecinin ilerlemesi ile beraber, Apo ve pkk tarafından aynı güçlerce daha önce yıllarca nasıl kullanıldıkları ve daha sonra nasıl terk edildikleri değerlendiriliyor ve Apo ben artık bu güçlere inanmıyorum hükümet ile anlaşın diyor.
Bu noktada artık PKK kozunu kullanmak aynı guruplarca zorlaşınca olayın yeni figüranı cemaat sahneyi alıyor ve geliniyor 17 Aralık sabahına; Türkiye’de günlerdir konuşulan malum operasyon başlıyor… Başsavcının haberi yok, emniyet müdürünün, valinin ve şube müdürlerinin haberi yok… Ak Parti hükümetinin en yumuşak karnı olan nokta ön plana çıkartılarak ve adına da “yolsuzluk ve rüşvet operasyonu” denilerek, seçimlere girilirken, toplumun en hassas olduğu nokta nazarı dikkate verilerek büyük saldırı başlıyor… Soruşturma bilgileri gazetelerde çarşaf çarşaf servis ediliyor…
Hangi medya denirse, yine aynı medya, gezi medyası… Bu operasyon başlayınca devlet içinde emniyet ve yargıda hükümeti bile ekarte edip hareket edebilen bir “örgüt” varlığı ortaya çıkıyor. Operasyonun içinde Halkbank var, çünkü asıl hedef Halkbank ve onun üzerinden yapılan Türk ekonomisini güçlendiren ticari ilişkiler. Ama ön plana çıkartılan ise yolsuzluk, rüşvet konusu ve bu konuya aktör olan Bakan ve bakan oğulları….
Bu esnada Kılıçdaroğlu, tam da bu olaylar başlamışken “karanlıklar prensi ABD elçisi Ricciardone" ile koşarak görüşmeye gidiyor. Yemekte Ricciardone; "İddialar ve soruşturmanın muhatabı olan kişilerin siyasi kimlikleri, gelişmeleri yakından izlenmesini gerektiriyor, izliyoruz. İddiaların İran ile ilgili boyutu da bizim için önemli. Yolsuzluklarla mücadelenin demokrasiyi güçlendireceği de unutulmamalı. Hükümet sorumluları dışarıda aranmamalı, şeffaflık ilkesiyle iddiaların üzerine gitmeli. Gezi olaylarında olduğu gibi sorumluların dışarıda aranması gerçeklerin ortaya çıkmasını engelleyecek bir yaklaşım olur." diyor. Daha sonra aynı Ricciardone’nin; bir grup AB büyükelçisiyle 17 Aralık’ta büyükelçilikte yemekte buluşan ABD elçisi Ricciardone’un “Halkbank konusunu dile getirmiştik. Sonuç alamadık. Şimdi imparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz” dediği iddia edildi. Yine aynı gün; Halkbank’ı yıpratmaya da dönük operasyon devam ederken ABD Hazine Bakanlığı Terör ve Mali istihbarattan sorumlu Müsteşarı David Cohen, İstanbul’da Türk bankalarına İran uyarısı yaptığı bildirildi. Bakanlardan ve ekonomi bürokrasisinden randevu istemeyen Cohen, Ankara’ya hiç uğramadan İstanbul’da banka genel müdürleriyle bir araya geldi. Kulislere yansıyan bilgilere göre Cohen, İstanbul’da banka müdürlerine, İran’a nükleer çalışmaları nedeniyle uygulanan ambargonun sürdüğünü ve nasıl işletilmesi gerektiğini anlattı. Cohen, “para trafiğini gevşetmeyin, yaptırımlar bitmedi” mesajını verdi. 17 Aralık günü başlayan operasyonda, oyun kurucular (neo-con’lar, İsrail ve içerdeki bağlantılı sermayedarlar) cemaate ilk onbirde yer vererek başat bir figür haline getiriyorlar. Gezi olaylarında cemaat yedek oyuncu konumundayken bu defa takımın omurgasını oluşturur bir konumda bulunmaktadır.
Çünkü operasyon başladığından beri adeta cansiperane bir şekilde “İlahi bir Davaya Hizmet” edercesine, şuana kadar bildiğimiz; ulusal ve uluslar arası boyutta, ahlak, din ve ilahi kelimatullah hizmeti gibi, adeta Tayyip Erdoğan’ı ve Hükümetini yıktıklarında cennet-i ala’ya ulaşacaklar gibi mücahitane bir şahlanışla saldırıya geçmiş bulunmaktadırlar. Düne kadar en yakınında yer aldıkları Devlet büyüklerinin, (Bakan, müsteşar, genel müdür, müdür gibi) hiçbir ahlaki usul ve esasa bakmaksızın mahremiyetlerini sergilemeye hazır halde ve “güvene dayalı bilgilendikleri bu mahremiyet bilgilerini” ifşa etmeye varan bir pervasızlık ve “Allahsızlık” içeren bir mücadeleye girmişlerdir.
Operasyonun savcısı Zekeriya Öz’ün “ben ergenekonu bitirdim ama bunları da bitireceğim” söylemleri ortalıkta dolaşmaktadır ve hatta Başbakanın Konya’da yaptığı bir konuşmada “bizim Allahımız var…” diye başlayan konuşmasına aynı savcının “ bizim Allahımız yok mu…” gibi ironik ve müstehzi sözü Twetter’lara bile yansımıştır, tüm varlıklarıyla gazeteleriyle tv ‘leriyle bu konudan hareketle Halk nezdinde Tayyip Erdoğan’ı bitirmeye çalışmaktadırlar. Çünkü “büyük ağabeyleri” öyle istiyor ve onlar da kendi ülkelerinin dibine dinamit de koyulacak olsa bu “kutsal davadan” vazgeçmeyeceklerdir.
Fethullah Gülen Amerika’dan sürekli beyanatlarıyla bu ateşi körüklemeye devam etmektedir. 17 Aralık tarihinde başlayan operasyonla 90 kişi emniyete alınıyor ve bunlardan sadece 24 tanesi tutuklanıyor. Tutuklamalara bakınca da, hedefin Halkbank olduğu net şekilde görülüyor. Tayyip Erdoğan ise, özellikle emniyetteki bu “örgütlenmenin” çözülmesine başlamış, İstanbul emniyeti başta olmak üzere, ciddi bir karşı operasyon başlamış vaziyettedir..
Sevgili Ogün okurları bu aşamada bugünkü CHP'den artık Ülkeyi düşünen değil kendi çıkar ve iktidarını düşünen bir parti diye bahsetmek mümkün, dünün düşman kardeşleri bugün artık iyi birer müttefik durumunda, Ergenokon davasının 1.numaralı savunucusu CHP bu davaları açan baş düşmanı ile şimdi aynı ittifak içinde, Sayın Kılıçlaroğlu "Yolsuzlukların hesabı derhal sorulsun ancak biz dün bu savcılar bu polis yanlışın içinde diyorduk şimdi bunu anladın mı Başbakan, derhal onlara da çeki düzen verilsin" bu kelime CHP'yi güçlendirirdi, ancak bunu diyemedi zira artık onlarla kendisi müttefik.
Bu oyunda figüran olmamaya özen gösteren MHP ve yakinen tanıdığım Devlet Bahçeli'yi alkışlıyorum, söylemi açık "Yolsuzluklar derhal ortaya çıkarılıp cezalandırılsın" diğer konularda ise temkinli, ne ABD büyük elçisi ne Hoca efendi ile ilşkisi yok. Hatta BDP'ye bile akıllı tavrı nedeni ile sessiz kalacak duruma duruma geldik. Olay kesinlikle siyasi değil Ülke çıkarlarıdır çünkü. Yolsuzlukların üzerine gidilmesi konusunda kimsenin itirazı yok olamazda ama konu bu yolsuzlukların çok üzerinde bir hal almışsa bunu hepimizin iyi analiz etmesi gerekiyor. Sorun Ak Parti ya da Tayyip Erdoğan meselesi değildir sorun “ÜLKE” meselesidir. Ülkemizin güçlenmesi kimleri mutlu eder, kimleri etmez...
Zira önümüzdeki günler her açıdan çok şeye gebedir. Neler Oldu, Neler Oluyor’u irdelemeye çalıştık. Neler Olacak konusunu ise irdelemeye ve izlemeye değişik açılardan devam edeceğiz, şimdilik sağlıcakla kalın...
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.