Milletimize uyarı !..
Fransayı kurtaran adam General Charles de Gaulle, 22 Ocak 1946 Salı günü, siyasetten çekildiğini açıkladı. De Gaulle, Fransa'yı Cezayir savaşından çıkaran ve kurtaran bir kahramandı. Bu süreçte Charles de Gaulle, aşağı- yukarı 1.5 yıldır Geçici Hükümet'in başında bulundu. Bu geçiş döneminde önce yerel seçimleri, ardından genel seçimleri yapmış, daha sonra referandum düzenlemiş, işgal sonrası Fransa'sının normalleşmesini sağlamıştı.
Artık yeni bir Anayasa yapılma zamanı gelmişti. Ancak parlamento'daki partilerin çoğunluğu De Gaulle’den farklı düşünüyorlardı. Onlar Cumhurbaşkanı'nın sadece sembolik yetkilere sahip olacağı parlamenter sistemi savunuyorlardı. General de Gaulle ise, başkanlık sistemini.
Anayasa tasarısı'nın komisyonlardaki görüşmelerinde, parlamenter sistemin benimseneceği anlaşılmıştı. İşte bu tablo karşısında General de Gaulle kızdı, küstü, darıldı ve siyasetten tümüyle ve kesinlikle çekilmeye karar verdi. Kararından asla geriye dönüş olmayacaktı.
Fransız politikacılar, De Gaulle çekilme kararı verdiği için çok sevindiler. Çünkü halkın gönlüne de taht kurmuş olan bir liderden, alt etmekte zorlanacakları bir siyaset adamından kurtulmuş oluyorlardı.
Ve Cumhurbaşkanına sadece sembolik yetkilerin, yani devletin temsiliyle sınırlı bir gücün ön görüldüğü parlamenter sistemi kabul ettiler.
De Gaulle ise, büyük bir endişe, kaygı ve üzüntüyle onları inzivaya çekildiği evinden uyardı. Kabul edilen sistemin Fransa’ya hiç fayda getirmeyeceğini ve çok büyük bir sistem hatası olacağını söyleyerek, yanlıştan bir an önce dönmeleri çağrısı yaparak, Fransa için ön gördüğü modelin ana hatlarını açıkladı:
Devlet başkanı, partiler üstü olmalı.
Başbakanı ve bakanları, devlet başkanı atamalı.
Devlet başkanı, kanun hükmünde kararname yayınlayabilmeli.
Bakanlar kuruluna, devlet başkanı başkanlık etmeli.
Ama deneyimli ve başarılı komutan-siyaset adamı De Gaulle’ün bu uyarıları da dikkate alınmadı ve Fransa, tarihe "4'üncü Cumhuriyet" diye geçen parlamenter sisteme dayalı rejimle yönetilmeye başladı.
Bu yeni sistem 27 Ekim 1946'dan 4 Ekim 1958'e kadar 12 yıl sürebildi.
Güçsüz hükümetler birbirini izledi. En uzun ömürlüsü ancak 16 ay sürebilen ve hatta tarihe ibretlik şekilde 1 günlük hükümetin de olduğu 24 hükümet gelip geçti. Nispi sisteme dayanan seçim sistemi nedeniyle hiçbir parti parlamentoda çoğunluğa sahip olamadı. Bir koalisyondan başak bir koalisyona savruldu Fransa 12 yıl boyunca. Sosyal gerilimler arttıkça arttı. Buna bir de Cezayir savaşı ve de Soğuk Savaş'ın tetiklediği jeopolitik krizler eklenince, zayıf koalisyon hükümetlerine dayalı rejim pes etmek zorunda kaldı.
Bu kriz durumuna çareler aranmaya başlandı. Bu süreçte 1946 da küstürülüp inzivaya çekilen De Gaulle’ü göreve çağırmaktan başka çare kalmamıştı. Büyük devlet adamı ve komutan, ülkesinin bu kötü durumuna bigane kalamadı ve çağrıya olumlu cevap verdi. Ayaklarının altına kırmızı halı serilerek göreve çağrıldı.
Göreve döndü. Önce başbakanlığı üstlendi. Hemen ardından ana hatlarını 12 yıl önce açıkladığı, başkanlık sistemine dayanan yeni bir anayasa hazırlattı. Bu anayasa 4 Ekim 1958'de halk oyuyla kabul edildi.
Ve "Dördüncü Cumhuriyet" tarihe gömüldü.
Ve bugün bile devam etmekte olan "Beşinci Cumhuriyet" başladı.
Fransa, bu rejim ve güçlü başkanlar sayesinde dünyanın en büyük altı ekonomisi arasına girdi.
Bu anektotu özellikle anlattım; Çünkü 7 Haziran seçimlerinde herkesin gözünü açıp gerçekçi bakmasına uyarı olsun diye paylaştım. Çok kritik bir süreçteyiz. Eğer bu seçimlerde tek başına iktidar çıkmaz ise; şu anda rehavetimizden dolayı görmekten acizleştiğimiz edinimlerimiz inanın bir çırpıda gidecektir. Hani vardır ya “dişinden tırnağından artırıp büyük emekle yaptığın bir ev olur da bir yangında, bir anda kül oluverir ya” aynen öylesi bir durumla karşı karşıyayız.
Bakınız hanımlar, beyler... Bu ülke çok koalisyon yaşadı ve gördü, o günlerde neler çektiğimizi ne çabuk unuttuk?...
2001 Büyük Ekonomik krizine nasıl geldik, Gecelik faizlerin % 5000’lere ulaştığını ne çabuk unuttuk...
Dün'e kadar “vatan hainliği” ile suçlanan HDP, bir anda nasıl sempatikleşti?... Vatan'ın selameti konusunda bunların tutarsızlıkları ne çabuk unutuldu?...
Etrafımda, çevremde, yakınımda özellikle Kürt olan şahısların “şimdiye dek AK Parti’ye oy verdim ama bu defa HDP” deyişlerini hayret ve şaşkınlıkla izliyorum....
Ey Ekrad (ey Kürtler) ne çabuk unuttunuz Doğu ve Güneydoğu'da adeta ölüm tarlalarında dolaşılan günleri?...
Ne çabuk unuttunuz “kürdüm” bile demenin korkusunu yaşadığınız günleri?...
Ne çabuk unuttunuz soranlara Vanlı'yım, Hakkarili'yim, Şırnaklı'yım, Diyarbakırlı'yım demekten imtina edip çekindiğiniz günleri?...
Nasıl göz ardı edersiniz Selahattin Demirtaş’tan bir “Robin Hood” çıkmayacağını ve onun gerçek niyetinin, isteğinin hiç de samimi olmadığını, ülkemizin selametini birincil öncelik görmeyen bazı medya organları'nın onu şirinleştirmeye, sempatikleştirmeye ve karizmatik lidermiş gibi sunmaya çalıştığını nasıl görmezden gelebiliriz?...
Bu günlere gelmek kolay mı oldu, bu günlere gelirken istikrarın, siyasi irade gücünün, AK Parti ve Tayyip Erdoğan’ın kürdün Kürtlüğünü yaşaması konusunda getirdiği düzenleme ve katkıyı ne çabuk unuttunuz?...
Kendileri Ankara’da, İstanbul’da, “sırça köşklerde” yaşarken, kendi evlatları kolejlere ve özel üniversitelere giderken, sizin çocuklarınızın eline taş, sopa, molotof kokteyli vererek polisin üzerine yollayıp, kurşuna koşturan “kan emici vampirliklerini” ne çabuk unuttunuz?...
Size bugün geldiğiniz noktadaki kazanım ve edinimleri kim sağladı, kim sizin “eşit ve anayasal vatandaşlık” hakkınızı kullanmanız noktasında, “Bu uğurda gerekirse baldıran zehiri içerim” dedi?... Ne çabuk unuttunuz beyler ne çabuk?...
AK Parti'lilere sesleniyorum: Silkinin, kendinize gelin, içinde olduğunuz “iktidar rehavetinden” sıyrılın. Gün bugündür ve bugün memleket davası günüdür. Çünkü 13 yıldır elde edilen mesafeyi bir anda rehavet çukuru ve girdabında yok etmeyin. “Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum” bu yüzden yazımın her kelimesini istikrar üzerine teksif ediyorum. Çünkü bu noktadaki hamiyetsizlik millete ve milliyetimize bir istihzadır ve düşmanlıktır. Emin olunuz ki; farkında olmayıp tembellik edip rehavet üzere “nasılsa kazanırız, muktedirlik küstahlığı” içinde oldukça kendinize, partinize ve ülkemize bilinçsiz bir ihanet içinde oluruz.
Bir ülkede, hele de ülkemiz gibi gelişmekte olan bir ülkede, ekonomik istikrar hemen her şeydir. Ekonomi hayatımızın her şeyini belirleyen birincil faktördür. Kötü ekonomik dönemlerimizde tümden neler yaşadıklarımızı bu ülkede yaşayan herkes bilir. Bu yüzden de gözümüzde bir tablo tahayyül edelim, felaket tellalığı yaptığımı düşünmeyin ama çok üzgünüm ki; bu projeksiyonu yapmak zorundayım ve herkes zorundadır.
7 Haziran akşamı, seçim sonuçları netleşip, tek başına iktidarlı bir sonuç çıkmadığında, 8 Haziran sabahı bir faciayla uyanacağız. Dolar fırlayacak, borsa dibe vuracak, faizler ve enflasyon canavarı tırmanışa geçecek ve ilk bir haftalık hasar korkarım ki 100 milyar doları aşacaktır. Gece yatarken cebinizdeki para 8 Haziran sabahı en az üçte bir değer kaybetmiş halde uyanacağız. Sonraki günlerde, koalisyon kurma çalışmaları sürdükçe ve koalisyon oluşmadıkça küçülme sürecek, felaket büyüyecek, yatırımlar duracak, enflasyon ve durgunluk artacak, böylelikle de ekonomik ve sosyal birikimlerimiz erimeye devam edecektir. Her geçen gün her şey değer kaybedecek ve önümüzü göremez hale gelmiş olacağız. Emin olun ki 2015 yılı, tıpkı 2001 Büyük ekonomik krizinin olduğu sene gibi, bizi on yıl geriye götüren kara bir yıl olarak tarihe geçecektir.
İçerde (paralel çete gibi) ve dışarıda bekleyen “akbabalar” ellerini oğuşturup halimize gülerek ek saldırılar gerçekleştirmeye başlayacak ve bir “hasta adam” Türkiye profili oluşmaya başlayacaktır. Vahim, çok vahim bir tablo ile karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz olacaktır. Yılların birikimi bir anda eriyip yok olacak ve hepimizde bir ah-vah etmeler başlayacak ama iş işten geçmiş olacaktır.
İş işten geçmeden açın gözlerinizi, görün gerçekleri, bakar körlükten kurtulun, istikrarsızlık geldiği takdirde bunun nelere mal olacağını göz ardı etmeyin.
Ey bu vatan fertleri ve Ey halkımız...
7 Haziranda çok büyük bir tehlike bizi bekliyor, geçmiş koalisyonların ülkeyi ne hallere düşürdüğünü yeniden hatırlayın. Hatırlayan, hatırlamayana da hatırlatsın. Gençlere anlatın, öğretin, bilsinler. Ülkenin “70 cente muhtaç” olduğu günleri unutmayın, unutmayalım. IMF’den borç alabilmek için ülkemizin başbakan ve bakanlarının bu kuruluşun yetkilileri karşısında “el pençe divan” durduğu günleri lütfen hatırlayın. Yoksa acı dolu günler –maalesef ki- yakınlaşır ve keşke’lerle dolu cümleler kurmaya çalışır, tıpkı Fransız parlamentosu'nun De Gaulle’yi yeniden göreve çağırması gibi, AK Parti'li yılları mumla ararız. Ama giden gitmiş olur, her şey için çok geç kalınmış olacaktır.
Bu bir haykırıştır, feryadımdır, yıllardır siyasi deneyimlerime, yaşadıklarıma, bildiklerime bakarak gördüğüm tehlikeden dolayı herkese uyarımdır...
Sözlerimi bir ayetle noktalamak istiyorum. Çünkü şu andaki duyarsızlığımız, aymazlığımız, rehavetimiz bana bu kelam-ı kutsiyi söyletiyor.
“Onların kalbleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler... Bunlar da gafillerin ta kendileridir.”
Allah hepimizi kalp gözü açık, basiret üzere olup; gören göz, duyan kulak, anlayan kalp sahibi eylesin ve gafillerden eylemesin.
Haftaya yeni Bir Portrede, Ülkemizin istikrarı bozulmamış huzurlu bir yazımda buluşmak ümidi ile sağlıcakla kalın sevgili okurlarım.
Artık yeni bir Anayasa yapılma zamanı gelmişti. Ancak parlamento'daki partilerin çoğunluğu De Gaulle’den farklı düşünüyorlardı. Onlar Cumhurbaşkanı'nın sadece sembolik yetkilere sahip olacağı parlamenter sistemi savunuyorlardı. General de Gaulle ise, başkanlık sistemini.
Anayasa tasarısı'nın komisyonlardaki görüşmelerinde, parlamenter sistemin benimseneceği anlaşılmıştı. İşte bu tablo karşısında General de Gaulle kızdı, küstü, darıldı ve siyasetten tümüyle ve kesinlikle çekilmeye karar verdi. Kararından asla geriye dönüş olmayacaktı.
Fransız politikacılar, De Gaulle çekilme kararı verdiği için çok sevindiler. Çünkü halkın gönlüne de taht kurmuş olan bir liderden, alt etmekte zorlanacakları bir siyaset adamından kurtulmuş oluyorlardı.
Ve Cumhurbaşkanına sadece sembolik yetkilerin, yani devletin temsiliyle sınırlı bir gücün ön görüldüğü parlamenter sistemi kabul ettiler.
De Gaulle ise, büyük bir endişe, kaygı ve üzüntüyle onları inzivaya çekildiği evinden uyardı. Kabul edilen sistemin Fransa’ya hiç fayda getirmeyeceğini ve çok büyük bir sistem hatası olacağını söyleyerek, yanlıştan bir an önce dönmeleri çağrısı yaparak, Fransa için ön gördüğü modelin ana hatlarını açıkladı:
Devlet başkanı, partiler üstü olmalı.
Başbakanı ve bakanları, devlet başkanı atamalı.
Devlet başkanı, kanun hükmünde kararname yayınlayabilmeli.
Bakanlar kuruluna, devlet başkanı başkanlık etmeli.
Ama deneyimli ve başarılı komutan-siyaset adamı De Gaulle’ün bu uyarıları da dikkate alınmadı ve Fransa, tarihe "4'üncü Cumhuriyet" diye geçen parlamenter sisteme dayalı rejimle yönetilmeye başladı.
Bu yeni sistem 27 Ekim 1946'dan 4 Ekim 1958'e kadar 12 yıl sürebildi.
Güçsüz hükümetler birbirini izledi. En uzun ömürlüsü ancak 16 ay sürebilen ve hatta tarihe ibretlik şekilde 1 günlük hükümetin de olduğu 24 hükümet gelip geçti. Nispi sisteme dayanan seçim sistemi nedeniyle hiçbir parti parlamentoda çoğunluğa sahip olamadı. Bir koalisyondan başak bir koalisyona savruldu Fransa 12 yıl boyunca. Sosyal gerilimler arttıkça arttı. Buna bir de Cezayir savaşı ve de Soğuk Savaş'ın tetiklediği jeopolitik krizler eklenince, zayıf koalisyon hükümetlerine dayalı rejim pes etmek zorunda kaldı.
Bu kriz durumuna çareler aranmaya başlandı. Bu süreçte 1946 da küstürülüp inzivaya çekilen De Gaulle’ü göreve çağırmaktan başka çare kalmamıştı. Büyük devlet adamı ve komutan, ülkesinin bu kötü durumuna bigane kalamadı ve çağrıya olumlu cevap verdi. Ayaklarının altına kırmızı halı serilerek göreve çağrıldı.
Göreve döndü. Önce başbakanlığı üstlendi. Hemen ardından ana hatlarını 12 yıl önce açıkladığı, başkanlık sistemine dayanan yeni bir anayasa hazırlattı. Bu anayasa 4 Ekim 1958'de halk oyuyla kabul edildi.
Ve "Dördüncü Cumhuriyet" tarihe gömüldü.
Ve bugün bile devam etmekte olan "Beşinci Cumhuriyet" başladı.
Fransa, bu rejim ve güçlü başkanlar sayesinde dünyanın en büyük altı ekonomisi arasına girdi.
Bu anektotu özellikle anlattım; Çünkü 7 Haziran seçimlerinde herkesin gözünü açıp gerçekçi bakmasına uyarı olsun diye paylaştım. Çok kritik bir süreçteyiz. Eğer bu seçimlerde tek başına iktidar çıkmaz ise; şu anda rehavetimizden dolayı görmekten acizleştiğimiz edinimlerimiz inanın bir çırpıda gidecektir. Hani vardır ya “dişinden tırnağından artırıp büyük emekle yaptığın bir ev olur da bir yangında, bir anda kül oluverir ya” aynen öylesi bir durumla karşı karşıyayız.
Bakınız hanımlar, beyler... Bu ülke çok koalisyon yaşadı ve gördü, o günlerde neler çektiğimizi ne çabuk unuttuk?...
2001 Büyük Ekonomik krizine nasıl geldik, Gecelik faizlerin % 5000’lere ulaştığını ne çabuk unuttuk...
Dün'e kadar “vatan hainliği” ile suçlanan HDP, bir anda nasıl sempatikleşti?... Vatan'ın selameti konusunda bunların tutarsızlıkları ne çabuk unutuldu?...
Etrafımda, çevremde, yakınımda özellikle Kürt olan şahısların “şimdiye dek AK Parti’ye oy verdim ama bu defa HDP” deyişlerini hayret ve şaşkınlıkla izliyorum....
Ey Ekrad (ey Kürtler) ne çabuk unuttunuz Doğu ve Güneydoğu'da adeta ölüm tarlalarında dolaşılan günleri?...
Ne çabuk unuttunuz “kürdüm” bile demenin korkusunu yaşadığınız günleri?...
Ne çabuk unuttunuz soranlara Vanlı'yım, Hakkarili'yim, Şırnaklı'yım, Diyarbakırlı'yım demekten imtina edip çekindiğiniz günleri?...
Nasıl göz ardı edersiniz Selahattin Demirtaş’tan bir “Robin Hood” çıkmayacağını ve onun gerçek niyetinin, isteğinin hiç de samimi olmadığını, ülkemizin selametini birincil öncelik görmeyen bazı medya organları'nın onu şirinleştirmeye, sempatikleştirmeye ve karizmatik lidermiş gibi sunmaya çalıştığını nasıl görmezden gelebiliriz?...
Bu günlere gelmek kolay mı oldu, bu günlere gelirken istikrarın, siyasi irade gücünün, AK Parti ve Tayyip Erdoğan’ın kürdün Kürtlüğünü yaşaması konusunda getirdiği düzenleme ve katkıyı ne çabuk unuttunuz?...
Kendileri Ankara’da, İstanbul’da, “sırça köşklerde” yaşarken, kendi evlatları kolejlere ve özel üniversitelere giderken, sizin çocuklarınızın eline taş, sopa, molotof kokteyli vererek polisin üzerine yollayıp, kurşuna koşturan “kan emici vampirliklerini” ne çabuk unuttunuz?...
Size bugün geldiğiniz noktadaki kazanım ve edinimleri kim sağladı, kim sizin “eşit ve anayasal vatandaşlık” hakkınızı kullanmanız noktasında, “Bu uğurda gerekirse baldıran zehiri içerim” dedi?... Ne çabuk unuttunuz beyler ne çabuk?...
AK Parti'lilere sesleniyorum: Silkinin, kendinize gelin, içinde olduğunuz “iktidar rehavetinden” sıyrılın. Gün bugündür ve bugün memleket davası günüdür. Çünkü 13 yıldır elde edilen mesafeyi bir anda rehavet çukuru ve girdabında yok etmeyin. “Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum” bu yüzden yazımın her kelimesini istikrar üzerine teksif ediyorum. Çünkü bu noktadaki hamiyetsizlik millete ve milliyetimize bir istihzadır ve düşmanlıktır. Emin olunuz ki; farkında olmayıp tembellik edip rehavet üzere “nasılsa kazanırız, muktedirlik küstahlığı” içinde oldukça kendinize, partinize ve ülkemize bilinçsiz bir ihanet içinde oluruz.
Bir ülkede, hele de ülkemiz gibi gelişmekte olan bir ülkede, ekonomik istikrar hemen her şeydir. Ekonomi hayatımızın her şeyini belirleyen birincil faktördür. Kötü ekonomik dönemlerimizde tümden neler yaşadıklarımızı bu ülkede yaşayan herkes bilir. Bu yüzden de gözümüzde bir tablo tahayyül edelim, felaket tellalığı yaptığımı düşünmeyin ama çok üzgünüm ki; bu projeksiyonu yapmak zorundayım ve herkes zorundadır.
7 Haziran akşamı, seçim sonuçları netleşip, tek başına iktidarlı bir sonuç çıkmadığında, 8 Haziran sabahı bir faciayla uyanacağız. Dolar fırlayacak, borsa dibe vuracak, faizler ve enflasyon canavarı tırmanışa geçecek ve ilk bir haftalık hasar korkarım ki 100 milyar doları aşacaktır. Gece yatarken cebinizdeki para 8 Haziran sabahı en az üçte bir değer kaybetmiş halde uyanacağız. Sonraki günlerde, koalisyon kurma çalışmaları sürdükçe ve koalisyon oluşmadıkça küçülme sürecek, felaket büyüyecek, yatırımlar duracak, enflasyon ve durgunluk artacak, böylelikle de ekonomik ve sosyal birikimlerimiz erimeye devam edecektir. Her geçen gün her şey değer kaybedecek ve önümüzü göremez hale gelmiş olacağız. Emin olun ki 2015 yılı, tıpkı 2001 Büyük ekonomik krizinin olduğu sene gibi, bizi on yıl geriye götüren kara bir yıl olarak tarihe geçecektir.
İçerde (paralel çete gibi) ve dışarıda bekleyen “akbabalar” ellerini oğuşturup halimize gülerek ek saldırılar gerçekleştirmeye başlayacak ve bir “hasta adam” Türkiye profili oluşmaya başlayacaktır. Vahim, çok vahim bir tablo ile karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz olacaktır. Yılların birikimi bir anda eriyip yok olacak ve hepimizde bir ah-vah etmeler başlayacak ama iş işten geçmiş olacaktır.
İş işten geçmeden açın gözlerinizi, görün gerçekleri, bakar körlükten kurtulun, istikrarsızlık geldiği takdirde bunun nelere mal olacağını göz ardı etmeyin.
Ey bu vatan fertleri ve Ey halkımız...
7 Haziranda çok büyük bir tehlike bizi bekliyor, geçmiş koalisyonların ülkeyi ne hallere düşürdüğünü yeniden hatırlayın. Hatırlayan, hatırlamayana da hatırlatsın. Gençlere anlatın, öğretin, bilsinler. Ülkenin “70 cente muhtaç” olduğu günleri unutmayın, unutmayalım. IMF’den borç alabilmek için ülkemizin başbakan ve bakanlarının bu kuruluşun yetkilileri karşısında “el pençe divan” durduğu günleri lütfen hatırlayın. Yoksa acı dolu günler –maalesef ki- yakınlaşır ve keşke’lerle dolu cümleler kurmaya çalışır, tıpkı Fransız parlamentosu'nun De Gaulle’yi yeniden göreve çağırması gibi, AK Parti'li yılları mumla ararız. Ama giden gitmiş olur, her şey için çok geç kalınmış olacaktır.
Bu bir haykırıştır, feryadımdır, yıllardır siyasi deneyimlerime, yaşadıklarıma, bildiklerime bakarak gördüğüm tehlikeden dolayı herkese uyarımdır...
Sözlerimi bir ayetle noktalamak istiyorum. Çünkü şu andaki duyarsızlığımız, aymazlığımız, rehavetimiz bana bu kelam-ı kutsiyi söyletiyor.
“Onların kalbleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler... Bunlar da gafillerin ta kendileridir.”
Allah hepimizi kalp gözü açık, basiret üzere olup; gören göz, duyan kulak, anlayan kalp sahibi eylesin ve gafillerden eylemesin.
Haftaya yeni Bir Portrede, Ülkemizin istikrarı bozulmamış huzurlu bir yazımda buluşmak ümidi ile sağlıcakla kalın sevgili okurlarım.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.