Kim ne derse desin; Küfür ve sövgüyle müzik olmaz, sanat da çıkmaz!..
Bir an Nazım Hikmet'in;
"Bir Üsküdar balkonunda gruba karşı demlenir gibi,
Bir akşamüstü, Laypzig'te, tramvay durağında,
Tadını çıkara çıkara, yudum yudum
Kederleniyorum…" dediğini duyumsar gibi oldum.
Rahmetli Münir Nurettin Selçuk'un;
"…Dönülmez akşamın ufkundayız,
Vakit çok geç,
Bu son fasıldır ey ömrüm,
Nasıl geçersen geç…" deyişini dinliyordum.
Çok severdim/severim bu parçayı…
Hep duygulanır ve efkarlanırım da.
Ama bu defa keder de eklendi,
Kederlendim/demlendim…
Bu parçayı dinlerken garip şekilde, ben bile bir nostalji yaşıyorum gibi hissettim.
Yadırgadım halimi,
Ne oluyor, dedim,
Adeta İlhan Şeşen'in;
"Ne oluyor bize, yine neler oluyor gülüm,
Neler oluyor sana, bana neler oluyor…" dediği gibi, sordum/sorguladım ve döndüm yine kederlendim!..
Yahya Kemal'in müthiş sözlerini seslendiren Münir Nurettin Selçuk'a yeniden kulak verdim;
"Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,
Ya aşk içinde harab ol, ya şevk içinde gönül…" dizelerini ve nağmelerini dinlerken;
Eyvah eyvahhh dedim…
"Gerçekten bir gurubu (batış/bitiş) mu yaşıyoruz ne…" diye kendi kendime sordum.
Bir günbatımı/sönüş/yaşarken ölüş mü yaşıyoruz diye, kaygıya büründüm.
Neydi bu karamsarlığımın nedeni,
Nedendi bu hüznüm, kederim niçindi?..
Bu ve bunun gibi klasik haline gelmiş Türk Sanat Müziğini, bu ruh haliyle dinleyişimi gören yeni jenerasyonun/Z Kuşağı evlatlarımızın tavrını/bakışını ve ruh halini merak ettim,
Ve, açıkçası beni yadırgayacaklarını düşündüm.
Onların dinlediklerini/sevdiklerini/müzik zevklerini ve sanatsal hazlarını gözümün önüne getirdim.
Aradaki devasa kopuşu/tükenişi/bitişi gözledim.
Sanki iki farklı dil,
İki farklı kültür,
İki farklı tür,
İki farklı coğrafya gibi hissettim.
Ayrı dünyaların insanları gibi…
Öyle bir farklılaşma ve ne acı ki yozlaşma/ yüzeyselleşme yaşanıyor ki;
Halbuki baba-oğul, dede-torun, abi-kardeş şeklindeyiz.
Güya iç içeyiz,
Aileyiz,
Birbirimiziz,
Aynı milletin fertleriyiz…
Özellikle, müzik ve sanatı öne çıkarttım.
Başka alan ve konularda da kopuş/yozlaşma ve yoklaşma yaşanmıyor mu?
Ne yazık ki, hemen her alanda…
Eleştirisi bile zarif, kızgınlığı bile usturuplu, itirazı bile usullü olan şair ve şarkıları düşünüp; bir de bugün sövgüden geçilmeyen/dili katleden/edebi hiçleştiren/küfrü özendiren –sözüm ona- şarkı/müzik ve ne olduğu belirsiz sesleri düşününce; gel de kederlenme, gel de kaygılanma!..
Gençler şunu sakın düşünmesin; ben "yeni nesil müzik algı ve tarzına" asla karşı değilim.
Bilakis gençlerin/gençliğin yaratıcı, özgür ve özgün üretkenliğine tarafım/taraftarım ve destekçiyim.
Fakat bunu yaparken de bir şeyi yok ederek/yok sayarak/yoklaştırarak değil; geliştirerek/büyüterek/birleştirerek yapılmasından yanayım.
Hani yine Yahya Kemal'le ifade edecek olursak;
"Ne harabi ne harabatiyim,
Kökü mazide olan bir atiyim… " diyerek; geçmişle gelecek arasında bağlantı ve köprünün olmazsa olmazlığına dikkat çekiyor ya; aynı onun gibi…
Tamam, hayat ileri doğru giden bir maceradır, dünle işi olmaz.
Ama bugünün temeli de, dünlerden gelir.
Müzik ve sanat de böyledir,
Yarınlarda, bugünler değerlendirilirken iyi yad edilmek/güzel anılmak/temel oluşturan ve değer atfedilen eserler ortaya koymak gereklidir.
Kimse kızmasın ve kusura bakılmasın,
Ama ben, müzik adına dilin kısırlaştırılmasına/küfrün normalleştirilmesine/sanat-derinlik ve zekadan yoksunluğa pirim vermem, normal görmem, kabullenmem.
Tamam, bir Bekçi Bakır/Mukim Tahir/Kel Hamza gibi türküler, hoyratlar ve etkisi bugüne kadar süren klasik mesabesinde besteler verin demiyorum,
Ama bunların varlığını da bilin,
Bunlardan esinlenin,
Örnek alın,
Hiç olmazsa bu tarz üstatların eserlerindeki edep/adap/muaşeret ve inceliği sergilemeye çalışın, diyorum.
Bir Mahsuni Şerif/bir Neşet Baba/bir Sadettin Kaynak/bir Hafız Burhan, Bir Itri olun demiyorum ama bunları da bilin/bilmelisiniz/bilmezden gelemezsiniz.
Bunu istemek veya bunun aksi ve kabul edilemez üslup ve dili tasvip etmemek de benim/senin/onun hakkıdır!..
Yok efendim, yeni rapmış,
Popmuş,
Yeni nesil enstrümanmış,
Dijital müzikmiş,
Fenomenolojik sanatçılıkmış…
Arkadaşlar kusura bakmayın ama "ana/ata/avrat/din/iman/kitap" dümdüz gidiliyor.
Kimse, bana bunu müzik diye yutturamaz ve ne yaparsanız yapın normal gösteremezsiniz.
Bunları söylerken de, gençlerimizi/Z Kuşağını toptan bir infaza tabi tutmuyorum.
Sakın ola, yanlış anlaşılmasın.
Ben, çuvaldızı kendime batırıyor ve şuanda bir özeleştiri yapıyorum.
Aslında kendime/kendimize kızıyorum ve sorguluyorum.
Biz nerede yanlış yaptık veya neyi eksik yaptık muhasebesi içindeyim.
Çünkü birilerinin aksine, ben Z Kuşağı denen jenerasyonun özgür/özgün ve sorgulayıcı yaklaşımını çok beğeniyorum,
Takdir ediyorum,
Teslim olmayan ve teslimiyetçi yaklaşmayan yaklaşımlarını önemsiyorum.
Fakat sınırsızlaşma/değersizleşme ve dünsüzleşme eğilimini kabullenemiyorum.
Ama büyük resme bakınca da, her konuda ortaya çıkan bozulma/yozlaşma ve yoklaşmanın maalesef müzik ve sanat alanında da alabildiğine/olabildiğine yer aldığını görmekten dolayı çok üzgünüm.
Eskinin sorgusuz saygı/tam ve hep teslimiyet ve düşünmesiz kabul talebine de karşıydım,
Büyüklerin ne derse doğrudur, sen neyi tartışıyorsun yaklaşımına da itirazım vardı.
Ama bugün geldiğimiz noktada yok olan saygıya da/özgürlük-özgünlük adına ortaya çıkan sınırsızlığa da/geleneksel kültürü yerle bir eden reddedişe de şiddetle karşıyım ve itirazım var.
Gençlere karşı dinlemeden konuşmaya,
Konuşturmadan buyurmaya,
Anlamadan söylemeye,
Ve, yaşça büyüklükten dolayı emrediciliğe itirazım vardı ve var olacaktır.
Ama gençlerin de "iki yanlıştan bir doğru çıkmaz" sözünü bilmezce davranarak; "karşıyım karşı, her şeye karşı…" yaklaşımına ve kızgınlıkla hadsizliği karıştırırcasına yaptıkları aktivasyona da karşıyım.
Sövmeden de müzik yapabilirsin,
Sayıp/saydırmadan da gülümsetebilirsin,
Tarihi, anayı atayı, milleti, geleneği yok saymadan da güzel şeyler ortaya koyabilirsin.
Ki, bunu yapanlar yok mu; bence gayet de güzel yapabilenler var.
Sonuç;
Basit/sade/yalın şekilde düşünüp/söyleyecek olursak;
Dijitalizasyon/bilişim/dönüşüm ne düzeyde olursa olsun yozlaşma normalleştirilemez.
Müziği katlederek/sanatın derinliğini yok ederek/geçmişsiz ve geleceksiz sadece bugüncü bir müzik mentalitesi köksüz kalır/soysuzlaşır ve sövgüden öteye geçemez. Ve bu da, kabul edilemez…
Ne kuşağı olursak olalım/neye sahip olursak olalım; üslup üslup üslup…
"Kendimi böyle ifade ediyorum" diyerek, kimsenin sınırsız sövgü hakkı/müzik kılıflı küfür hakkı ve ifade tarzı olmaz, olamaz…
Kusura bakılmasın; modern ve hatta post post modern çağda da yaşıyor olsak; ille de edep, ille de edep…
Hele de konu müzik ve sanat ise; edepsiz müzik ve sanat olmaz…
Kimse, sanatı ve müziği edepsizleştiremez.
Çünkü sanatın bir edebi vardır,
Edepsizin sanatı olmaz…
Olsa olsa; edepsizin edepsizliği olarak anılır ve öylece kalır…
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
"Bir Üsküdar balkonunda gruba karşı demlenir gibi,
Bir akşamüstü, Laypzig'te, tramvay durağında,
Tadını çıkara çıkara, yudum yudum
Kederleniyorum…" dediğini duyumsar gibi oldum.
Rahmetli Münir Nurettin Selçuk'un;
"…Dönülmez akşamın ufkundayız,
Vakit çok geç,
Bu son fasıldır ey ömrüm,
Nasıl geçersen geç…" deyişini dinliyordum.
Çok severdim/severim bu parçayı…
Hep duygulanır ve efkarlanırım da.
Ama bu defa keder de eklendi,
Kederlendim/demlendim…
Bu parçayı dinlerken garip şekilde, ben bile bir nostalji yaşıyorum gibi hissettim.
Yadırgadım halimi,
Ne oluyor, dedim,
Adeta İlhan Şeşen'in;
"Ne oluyor bize, yine neler oluyor gülüm,
Neler oluyor sana, bana neler oluyor…" dediği gibi, sordum/sorguladım ve döndüm yine kederlendim!..
Yahya Kemal'in müthiş sözlerini seslendiren Münir Nurettin Selçuk'a yeniden kulak verdim;
"Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,
Ya aşk içinde harab ol, ya şevk içinde gönül…" dizelerini ve nağmelerini dinlerken;
Eyvah eyvahhh dedim…
"Gerçekten bir gurubu (batış/bitiş) mu yaşıyoruz ne…" diye kendi kendime sordum.
Bir günbatımı/sönüş/yaşarken ölüş mü yaşıyoruz diye, kaygıya büründüm.
Neydi bu karamsarlığımın nedeni,
Nedendi bu hüznüm, kederim niçindi?..
Bu ve bunun gibi klasik haline gelmiş Türk Sanat Müziğini, bu ruh haliyle dinleyişimi gören yeni jenerasyonun/Z Kuşağı evlatlarımızın tavrını/bakışını ve ruh halini merak ettim,
Ve, açıkçası beni yadırgayacaklarını düşündüm.
Onların dinlediklerini/sevdiklerini/müzik zevklerini ve sanatsal hazlarını gözümün önüne getirdim.
Aradaki devasa kopuşu/tükenişi/bitişi gözledim.
Sanki iki farklı dil,
İki farklı kültür,
İki farklı tür,
İki farklı coğrafya gibi hissettim.
Ayrı dünyaların insanları gibi…
Öyle bir farklılaşma ve ne acı ki yozlaşma/ yüzeyselleşme yaşanıyor ki;
Halbuki baba-oğul, dede-torun, abi-kardeş şeklindeyiz.
Güya iç içeyiz,
Aileyiz,
Birbirimiziz,
Aynı milletin fertleriyiz…
Özellikle, müzik ve sanatı öne çıkarttım.
Başka alan ve konularda da kopuş/yozlaşma ve yoklaşma yaşanmıyor mu?
Ne yazık ki, hemen her alanda…
Eleştirisi bile zarif, kızgınlığı bile usturuplu, itirazı bile usullü olan şair ve şarkıları düşünüp; bir de bugün sövgüden geçilmeyen/dili katleden/edebi hiçleştiren/küfrü özendiren –sözüm ona- şarkı/müzik ve ne olduğu belirsiz sesleri düşününce; gel de kederlenme, gel de kaygılanma!..
Gençler şunu sakın düşünmesin; ben "yeni nesil müzik algı ve tarzına" asla karşı değilim.
Bilakis gençlerin/gençliğin yaratıcı, özgür ve özgün üretkenliğine tarafım/taraftarım ve destekçiyim.
Fakat bunu yaparken de bir şeyi yok ederek/yok sayarak/yoklaştırarak değil; geliştirerek/büyüterek/birleştirerek yapılmasından yanayım.
Hani yine Yahya Kemal'le ifade edecek olursak;
"Ne harabi ne harabatiyim,
Kökü mazide olan bir atiyim… " diyerek; geçmişle gelecek arasında bağlantı ve köprünün olmazsa olmazlığına dikkat çekiyor ya; aynı onun gibi…
Tamam, hayat ileri doğru giden bir maceradır, dünle işi olmaz.
Ama bugünün temeli de, dünlerden gelir.
Müzik ve sanat de böyledir,
Yarınlarda, bugünler değerlendirilirken iyi yad edilmek/güzel anılmak/temel oluşturan ve değer atfedilen eserler ortaya koymak gereklidir.
Kimse kızmasın ve kusura bakılmasın,
Ama ben, müzik adına dilin kısırlaştırılmasına/küfrün normalleştirilmesine/sanat-derinlik ve zekadan yoksunluğa pirim vermem, normal görmem, kabullenmem.
Tamam, bir Bekçi Bakır/Mukim Tahir/Kel Hamza gibi türküler, hoyratlar ve etkisi bugüne kadar süren klasik mesabesinde besteler verin demiyorum,
Ama bunların varlığını da bilin,
Bunlardan esinlenin,
Örnek alın,
Hiç olmazsa bu tarz üstatların eserlerindeki edep/adap/muaşeret ve inceliği sergilemeye çalışın, diyorum.
Bir Mahsuni Şerif/bir Neşet Baba/bir Sadettin Kaynak/bir Hafız Burhan, Bir Itri olun demiyorum ama bunları da bilin/bilmelisiniz/bilmezden gelemezsiniz.
Bunu istemek veya bunun aksi ve kabul edilemez üslup ve dili tasvip etmemek de benim/senin/onun hakkıdır!..
Yok efendim, yeni rapmış,
Popmuş,
Yeni nesil enstrümanmış,
Dijital müzikmiş,
Fenomenolojik sanatçılıkmış…
Arkadaşlar kusura bakmayın ama "ana/ata/avrat/din/iman/kitap" dümdüz gidiliyor.
Kimse, bana bunu müzik diye yutturamaz ve ne yaparsanız yapın normal gösteremezsiniz.
Bunları söylerken de, gençlerimizi/Z Kuşağını toptan bir infaza tabi tutmuyorum.
Sakın ola, yanlış anlaşılmasın.
Ben, çuvaldızı kendime batırıyor ve şuanda bir özeleştiri yapıyorum.
Aslında kendime/kendimize kızıyorum ve sorguluyorum.
Biz nerede yanlış yaptık veya neyi eksik yaptık muhasebesi içindeyim.
Çünkü birilerinin aksine, ben Z Kuşağı denen jenerasyonun özgür/özgün ve sorgulayıcı yaklaşımını çok beğeniyorum,
Takdir ediyorum,
Teslim olmayan ve teslimiyetçi yaklaşmayan yaklaşımlarını önemsiyorum.
Fakat sınırsızlaşma/değersizleşme ve dünsüzleşme eğilimini kabullenemiyorum.
Ama büyük resme bakınca da, her konuda ortaya çıkan bozulma/yozlaşma ve yoklaşmanın maalesef müzik ve sanat alanında da alabildiğine/olabildiğine yer aldığını görmekten dolayı çok üzgünüm.
Eskinin sorgusuz saygı/tam ve hep teslimiyet ve düşünmesiz kabul talebine de karşıydım,
Büyüklerin ne derse doğrudur, sen neyi tartışıyorsun yaklaşımına da itirazım vardı.
Ama bugün geldiğimiz noktada yok olan saygıya da/özgürlük-özgünlük adına ortaya çıkan sınırsızlığa da/geleneksel kültürü yerle bir eden reddedişe de şiddetle karşıyım ve itirazım var.
Gençlere karşı dinlemeden konuşmaya,
Konuşturmadan buyurmaya,
Anlamadan söylemeye,
Ve, yaşça büyüklükten dolayı emrediciliğe itirazım vardı ve var olacaktır.
Ama gençlerin de "iki yanlıştan bir doğru çıkmaz" sözünü bilmezce davranarak; "karşıyım karşı, her şeye karşı…" yaklaşımına ve kızgınlıkla hadsizliği karıştırırcasına yaptıkları aktivasyona da karşıyım.
Sövmeden de müzik yapabilirsin,
Sayıp/saydırmadan da gülümsetebilirsin,
Tarihi, anayı atayı, milleti, geleneği yok saymadan da güzel şeyler ortaya koyabilirsin.
Ki, bunu yapanlar yok mu; bence gayet de güzel yapabilenler var.
Sonuç;
Basit/sade/yalın şekilde düşünüp/söyleyecek olursak;
Dijitalizasyon/bilişim/dönüşüm ne düzeyde olursa olsun yozlaşma normalleştirilemez.
Müziği katlederek/sanatın derinliğini yok ederek/geçmişsiz ve geleceksiz sadece bugüncü bir müzik mentalitesi köksüz kalır/soysuzlaşır ve sövgüden öteye geçemez. Ve bu da, kabul edilemez…
Ne kuşağı olursak olalım/neye sahip olursak olalım; üslup üslup üslup…
"Kendimi böyle ifade ediyorum" diyerek, kimsenin sınırsız sövgü hakkı/müzik kılıflı küfür hakkı ve ifade tarzı olmaz, olamaz…
Kusura bakılmasın; modern ve hatta post post modern çağda da yaşıyor olsak; ille de edep, ille de edep…
Hele de konu müzik ve sanat ise; edepsiz müzik ve sanat olmaz…
Kimse, sanatı ve müziği edepsizleştiremez.
Çünkü sanatın bir edebi vardır,
Edepsizin sanatı olmaz…
Olsa olsa; edepsizin edepsizliği olarak anılır ve öylece kalır…
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
Semih Kara
Abdulkadir A.
Mustafa K.
Leman S.
Hoca
Rıdvan Özkan
Kadir Ay
Ümit Öztürk
Erhan Uzuner
Yusuf Yılmaz