İslam ve devlette 'Cemaat' var mıdır?
Yaratılmış tek şefaat edecek, rehber edinecek, örnek alınacak olan tek varlık Peygamberimizdir, başka da yoktur.
Bu yüzden “Allah birdir ve Ondan başka İlah yoktur, Hz. Muhammet Onun kulu ve Rasul’üdür” deriz.
Bizim dinimizde ruhban sınıfı yoktur, günah çıkartma yoktur, hiçbir yaratılmış Allah’a ulaşmada ayrıcalıklı değildir, özel değildir. Allah yarattığı her kuluna “şah damarından daha yakındır” ve herkesi, her şeyi gören, bilendir, herkesin duasını da, hayrını da, şerrini de görendir, bilendir.
Bu nedenle Allah’a şirk koşarak, onun gücüne, varlığına sanki ortakmış gibi Rabbimizin yüce Kitabımızda kullarına buyurduğu “şah damarınızdan yakınım” beyanını aciz, zavallı,yaratılmış bir kul olarak başkalarına söyleyen gafildir, şirk’tedir ve sapkındır.
Hal böyleyken bin yıllık tarihimize baktığımızda bu topraklarda dini kişisel emellerine alet ederek çok fazla dini kisveyle hainler çıktı. Dini kullanarak kendine ayrıcalık atfeden ve kendine “kanaat önderi, Hocaefendi, Şeyh, Derviş” isimleri alarak milletin hassasiyetlerini sömüren münafıklar, riyakarlar, takiyyeciler çıktı.
Günümüzde ise İslam tarihinin en şedit, en alçak ve en sinsi bir münafıklığı ve sapkınlığıyla karşı karşıyayız. İslam tarihinde görülen münafıklıktan belki de en alçakcasını bugün yaşıyoruz. Ve bu öyle sinsi riyakarlık ve fasıklık ki; tüm dini kullanan şeytani emellerine alet etmekten kaçınmayan, yüce Rabbimizi, Peygamberimizi, Melekleri ve kısaca islam’ın bütün kutsallarını kirli ve gizli niyetleri için kullanmaktan geri durmayacak derecede büyük bir sapkınlık olarak karşımıza çıktı.
Bu alçak Fetö, dini referansla yola çıkarak, İslam’ın güzel özelliklerini kullanarak kendisini öne çıkartan ve kendini İlah’laştırarak (haşa), en büyük zararı da dine, devlete, vatana verdi ve veriyor.
Bu yüzden de, bu noktadan yola çıkarak 15 Temmuz 2016 tarihini böylesi sapkın hareketlere, devlete şerik koşmalara karşı ve dinimizin suistimal edilmesine mani olmak için milat olarak görmeliyiz ve buna uygun şekilde devlet ve millet olarak yeni bir adım atmalıyız. Bu adımı atmaya mecbur ve hatta mahkumuz.
Cemaat, cemaat diyerek milletimizi sömüren ve geldiği noktada “cemaat” kavramını bile kendileriyle özdeştirerek, kavramdan bile iğrendiren bu sapkın güruh şiddetle, acımasızca ve müsamahasız yok edilmelidir.
Çünkü bizim inanışımızda “cemaat” sadece Allah’a kıyam etmek için camilerimizde saf tutanlardır. Başka Cemaat tanımayız.
Bizim İslami rehberimiz Kuran ve Sünnettir. Başka beşeri rehber ve müfsit mürşitler asla ve asla bunların yerine geçmez, geçemez ve geçmemelidir.
Günümüz Türkiye’sinde milletimiz her tür ibadeti tam ve tekmil şekilde yerine getirebilmektedir. Camilerimiz, Kuran Kurslarımız, imam hatip okullarımız, İlahiyat fakültelerimiz isteyen herkese özgürce dini bilgi edinimini ve tahsilini mümkün kılmaktadır. Kısaca dinini yaşamak isteyene hiç ama hiçbir mani bulunmamaktadır.
Devlet tüm milletin dini inanç ve dinini yaşama özgürlüğünü tüm kurum ve kuruluşlarıyla güvence altına almıştır.
Geldiğimiz noktada, özellikle devletimizin kamu çalışanlarını seçerken “liyakat, ehliyet ve sadakat (millet ve vatana sadakat)” niteliği, dikkat etmesi gereken tek ve en önemli parametre olmalıdır.
Bunun haricindeki hiçbir dini nitelik asla ve asla referans olmamalıdır. Çünkü vatanı olmayanın, namusu, ahlakı, dini, imanı, ailesi olmaz. Böyleyken de, “peygamberle konuştum, vahiy geldi, olacakları gördüm” vb. gibi kendine ulviyet atfeden meczublara, hasta ruhlu kişiliklere asla itibar edilmemeli ve prim verilmemelidir. Bizim Allah’a ulaşmak, sesimizi duyurmak için “torpile, aracıya” ihtiyacımız yoktur.
Devlet içinde dini referans tercih nedeni olmamalıdır. Çünkü ibadet bireyin kendine ait bir olgudur ve Allah ile kul arasındadır. Şunu önemle belirtmek istiyorum ki; artık herkes “abdestli namazlı, alnı secdeye gelen insandan zarar gelmez” algısıyla hareket etmesin. Bunu söylerken de namaz gibi ulvi bir ibadeti ifa edenleri asla ve asla zan altında bırakmak ve bu ibadeti gerçek anlamda gösterişsiz yapana sağladığı erdemi göz ardı etmek istemiyorum. Sadece bu dünya hayatını yaşarken dünyevi iş ve işlemlerde uhrevi ve dini olguların kullanılmasının ve tercihe neden olmasının sonuçlarını en acı şekilde FETÖ’cülerin adaletsizlikleri, kul hakkını gasp etmeleri ve en nihayetinde de katliam yapar zalimliklerini yaşadık. Bu alçak FETÖ’nün en büyük zararlarından birinin de dine olduğunu hepimiz gözledik.
Laiklik ilkesinin aslında Müslümanlara veya dindar olduğunu iddia edenlere ve bu kesimin devletle olan ilişkilerinin düzenlenmesinde ne kadar önemli olduğunu gördük ve gözledik. Çünkü devlet hayatında “dindar kimliği” bir önceleme olarak düşünülmesinin yanlışlığını ve aslında göz önüne alınması gereken daha gerekli ve objektif kriterleri ihmal etmemizin bedelini çok ağır ödedik.
Kaldı ki; bu FETÖ’nün dini içerikli başlayan ve son noktada terörist eylemlere dönüşen alçak, sinsi ve ihanet hareketinin sonucunu da hiç kimse ulvi dinimize mal etmemelidir. Bizler ne zaman dinimizi asıl kaynakları olan “Kitap ve Sünnet”den öğrenmeyip de; hıristiyani bir algıyla “Aracı” içerikli bir öğrenim ve mensubiyete girdik, işte asıl sıkıntı burada ortaya çıktı. Fethullah denen sapkın, sapık ve ruh hastası, şarlatan kim de bizim için şefaatçi ve Allah’a ulaşmakta aracı olabilsin. Asıl sorun ve inanca dair sapkınlıklar bu noktaya geldi.
Gelinen noktada devlet içinde, “cemaat, cemiyet, tarikat” gibi dini içerikli ve diğer ideolojik yapılanmaların “kümelenmesine” asla müsaade edilmemelidir. Şuanda FETÖ’cüler ciddi şekilde devletten tasfiye edilmektedir. Bunların yeri ikame edilirken mutlak bir titizlik gösterilmeli ve boşalan yerler başka benzeri yapıların mensuplarına taviz verilmeden “liyakat, ehliyet” çerçevesinde doldurulmalıdır.
Bundan sonra devlet sistematiği öyle örgütlenmelidir ki; biri diğerini kontrol edebilen, kimi kritik güç ve yetkilerin, tek elde veya kurumda toplanmadığı, kamusal oto-kontrol sistemlerinin realize kılındığı, kurumsal üstünlük ve kibir oluşturmayacak şekilde yeniden dizayn edilmelidir.
15 Temmuz Darbe Girişimi ve Vatanımızı işgal hareketi herkese, hepimize büyük ders olmalıdır. Acı ve elim gecenin sonrasında kişisel hırslardan uzak ve devlete sadakati önceleyen bir algıyla, daimi ve kadim nitelikli adil kurumlar oluşturmalı ve yöneticilerin veya yetkililerin bulundukları yeri kişisel emel ve hırslarına alet edemeyecekleri bir özellikle teşekkül ettirilmelidir.
Son olarak İslami hassasiyetle yaşamak isteyenlere seslenerek yazımı sonlandırıyorum:
“Bize gelin” diyen cemaatlere, tarikatlara, hocaefendilere, şeyhlere yani kerameti kendinden menkul oluşum ve kişiliklere değil de, “kendinize gelin” diyen Kuran-ı Kerim’e uyun…!
Bir sonraki Bir Portrede buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlarım.
Bu yüzden “Allah birdir ve Ondan başka İlah yoktur, Hz. Muhammet Onun kulu ve Rasul’üdür” deriz.
Bizim dinimizde ruhban sınıfı yoktur, günah çıkartma yoktur, hiçbir yaratılmış Allah’a ulaşmada ayrıcalıklı değildir, özel değildir. Allah yarattığı her kuluna “şah damarından daha yakındır” ve herkesi, her şeyi gören, bilendir, herkesin duasını da, hayrını da, şerrini de görendir, bilendir.
Bu nedenle Allah’a şirk koşarak, onun gücüne, varlığına sanki ortakmış gibi Rabbimizin yüce Kitabımızda kullarına buyurduğu “şah damarınızdan yakınım” beyanını aciz, zavallı,yaratılmış bir kul olarak başkalarına söyleyen gafildir, şirk’tedir ve sapkındır.
Hal böyleyken bin yıllık tarihimize baktığımızda bu topraklarda dini kişisel emellerine alet ederek çok fazla dini kisveyle hainler çıktı. Dini kullanarak kendine ayrıcalık atfeden ve kendine “kanaat önderi, Hocaefendi, Şeyh, Derviş” isimleri alarak milletin hassasiyetlerini sömüren münafıklar, riyakarlar, takiyyeciler çıktı.
Günümüzde ise İslam tarihinin en şedit, en alçak ve en sinsi bir münafıklığı ve sapkınlığıyla karşı karşıyayız. İslam tarihinde görülen münafıklıktan belki de en alçakcasını bugün yaşıyoruz. Ve bu öyle sinsi riyakarlık ve fasıklık ki; tüm dini kullanan şeytani emellerine alet etmekten kaçınmayan, yüce Rabbimizi, Peygamberimizi, Melekleri ve kısaca islam’ın bütün kutsallarını kirli ve gizli niyetleri için kullanmaktan geri durmayacak derecede büyük bir sapkınlık olarak karşımıza çıktı.
Bu alçak Fetö, dini referansla yola çıkarak, İslam’ın güzel özelliklerini kullanarak kendisini öne çıkartan ve kendini İlah’laştırarak (haşa), en büyük zararı da dine, devlete, vatana verdi ve veriyor.
Bu yüzden de, bu noktadan yola çıkarak 15 Temmuz 2016 tarihini böylesi sapkın hareketlere, devlete şerik koşmalara karşı ve dinimizin suistimal edilmesine mani olmak için milat olarak görmeliyiz ve buna uygun şekilde devlet ve millet olarak yeni bir adım atmalıyız. Bu adımı atmaya mecbur ve hatta mahkumuz.
Cemaat, cemaat diyerek milletimizi sömüren ve geldiği noktada “cemaat” kavramını bile kendileriyle özdeştirerek, kavramdan bile iğrendiren bu sapkın güruh şiddetle, acımasızca ve müsamahasız yok edilmelidir.
Çünkü bizim inanışımızda “cemaat” sadece Allah’a kıyam etmek için camilerimizde saf tutanlardır. Başka Cemaat tanımayız.
Bizim İslami rehberimiz Kuran ve Sünnettir. Başka beşeri rehber ve müfsit mürşitler asla ve asla bunların yerine geçmez, geçemez ve geçmemelidir.
Günümüz Türkiye’sinde milletimiz her tür ibadeti tam ve tekmil şekilde yerine getirebilmektedir. Camilerimiz, Kuran Kurslarımız, imam hatip okullarımız, İlahiyat fakültelerimiz isteyen herkese özgürce dini bilgi edinimini ve tahsilini mümkün kılmaktadır. Kısaca dinini yaşamak isteyene hiç ama hiçbir mani bulunmamaktadır.
Devlet tüm milletin dini inanç ve dinini yaşama özgürlüğünü tüm kurum ve kuruluşlarıyla güvence altına almıştır.
Geldiğimiz noktada, özellikle devletimizin kamu çalışanlarını seçerken “liyakat, ehliyet ve sadakat (millet ve vatana sadakat)” niteliği, dikkat etmesi gereken tek ve en önemli parametre olmalıdır.
Bunun haricindeki hiçbir dini nitelik asla ve asla referans olmamalıdır. Çünkü vatanı olmayanın, namusu, ahlakı, dini, imanı, ailesi olmaz. Böyleyken de, “peygamberle konuştum, vahiy geldi, olacakları gördüm” vb. gibi kendine ulviyet atfeden meczublara, hasta ruhlu kişiliklere asla itibar edilmemeli ve prim verilmemelidir. Bizim Allah’a ulaşmak, sesimizi duyurmak için “torpile, aracıya” ihtiyacımız yoktur.
Devlet içinde dini referans tercih nedeni olmamalıdır. Çünkü ibadet bireyin kendine ait bir olgudur ve Allah ile kul arasındadır. Şunu önemle belirtmek istiyorum ki; artık herkes “abdestli namazlı, alnı secdeye gelen insandan zarar gelmez” algısıyla hareket etmesin. Bunu söylerken de namaz gibi ulvi bir ibadeti ifa edenleri asla ve asla zan altında bırakmak ve bu ibadeti gerçek anlamda gösterişsiz yapana sağladığı erdemi göz ardı etmek istemiyorum. Sadece bu dünya hayatını yaşarken dünyevi iş ve işlemlerde uhrevi ve dini olguların kullanılmasının ve tercihe neden olmasının sonuçlarını en acı şekilde FETÖ’cülerin adaletsizlikleri, kul hakkını gasp etmeleri ve en nihayetinde de katliam yapar zalimliklerini yaşadık. Bu alçak FETÖ’nün en büyük zararlarından birinin de dine olduğunu hepimiz gözledik.
Laiklik ilkesinin aslında Müslümanlara veya dindar olduğunu iddia edenlere ve bu kesimin devletle olan ilişkilerinin düzenlenmesinde ne kadar önemli olduğunu gördük ve gözledik. Çünkü devlet hayatında “dindar kimliği” bir önceleme olarak düşünülmesinin yanlışlığını ve aslında göz önüne alınması gereken daha gerekli ve objektif kriterleri ihmal etmemizin bedelini çok ağır ödedik.
Kaldı ki; bu FETÖ’nün dini içerikli başlayan ve son noktada terörist eylemlere dönüşen alçak, sinsi ve ihanet hareketinin sonucunu da hiç kimse ulvi dinimize mal etmemelidir. Bizler ne zaman dinimizi asıl kaynakları olan “Kitap ve Sünnet”den öğrenmeyip de; hıristiyani bir algıyla “Aracı” içerikli bir öğrenim ve mensubiyete girdik, işte asıl sıkıntı burada ortaya çıktı. Fethullah denen sapkın, sapık ve ruh hastası, şarlatan kim de bizim için şefaatçi ve Allah’a ulaşmakta aracı olabilsin. Asıl sorun ve inanca dair sapkınlıklar bu noktaya geldi.
Gelinen noktada devlet içinde, “cemaat, cemiyet, tarikat” gibi dini içerikli ve diğer ideolojik yapılanmaların “kümelenmesine” asla müsaade edilmemelidir. Şuanda FETÖ’cüler ciddi şekilde devletten tasfiye edilmektedir. Bunların yeri ikame edilirken mutlak bir titizlik gösterilmeli ve boşalan yerler başka benzeri yapıların mensuplarına taviz verilmeden “liyakat, ehliyet” çerçevesinde doldurulmalıdır.
Bundan sonra devlet sistematiği öyle örgütlenmelidir ki; biri diğerini kontrol edebilen, kimi kritik güç ve yetkilerin, tek elde veya kurumda toplanmadığı, kamusal oto-kontrol sistemlerinin realize kılındığı, kurumsal üstünlük ve kibir oluşturmayacak şekilde yeniden dizayn edilmelidir.
15 Temmuz Darbe Girişimi ve Vatanımızı işgal hareketi herkese, hepimize büyük ders olmalıdır. Acı ve elim gecenin sonrasında kişisel hırslardan uzak ve devlete sadakati önceleyen bir algıyla, daimi ve kadim nitelikli adil kurumlar oluşturmalı ve yöneticilerin veya yetkililerin bulundukları yeri kişisel emel ve hırslarına alet edemeyecekleri bir özellikle teşekkül ettirilmelidir.
Son olarak İslami hassasiyetle yaşamak isteyenlere seslenerek yazımı sonlandırıyorum:
“Bize gelin” diyen cemaatlere, tarikatlara, hocaefendilere, şeyhlere yani kerameti kendinden menkul oluşum ve kişiliklere değil de, “kendinize gelin” diyen Kuran-ı Kerim’e uyun…!
Bir sonraki Bir Portrede buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlarım.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.