"Beytülmal/Adalet/Eşitlik" üzerine…
Abdurrahman Bin Avf…
Sahabe,
İslam'ı kabul eden ilk sekiz kişiden birisi.
Hz. Ebubekir'le olan kadim dostluğu sayesinde Müslümanlığı kabul etmiş.
Abdurrahman ismi, Müslüman olduktan sonra Hz. Peygamber tarafından verilmiş,
Ticari zekası ve ticaret ahlakıyla öne çıkan ve genç yaşından itibaren ticari hayatta başarılı olmuş biri.
Hz. Peygamberle bütün savaşlara katılmış, Uhud savaşında ağır darbeler almış ve bu nedenle topal kalmış.
Oldukça özel bir sahabe,
Öyle ki; Hz. Ebubekir'den sonra Resulullah'a imamlık yapmış ikinci kişi.
Peygamberimiz'i kabre indiren dört kişiden bir tanesi…
Ayrıca, liyakat/ehliyet ve birikimiyle, makbul ve muteber bir devlet adamı,
Hz. Ebubekir'in müsteşarı,
Hakeza, Hz. Ömer döneminde de müsteşarlığa devam etmiş;"Beytülmâl", yani "Devlet Hazinesi"nin sorumluluğu da teslim edilen "çok güvenilir" bir zat-ı muhterem…
Aynı zamanda, Halife Ömer'e inandığı doğruları söylemekten imtina etmeyen, zaman zaman uyarı ve ikazlarda bulunmaktan çekinmeyen birisi.
Devlet adamlığının yanında; oldukça da zengin, büyük servet sahibi ve bir o kadar da cömert bir işadamı…
Günlerden bir gün Hz. Ömer, işte bu Abdurrahman Bin Avf'tan ödünç para ister.
Abdurahman Bin Avf bu duruma çok şaşırır.
Hz Ömer'e:
"Ya Emir-el Müminin; sen benden borç para istiyorsun?
Halbuki Beytülmal (devlet hazinesi) senin emrinde ve elinin altında…
İstediğin kadar alabilirsin" der.
Halife Ömer oldukça düşündürücü bir cevap verir:
"Evet Abdurrahman, Beyt-ul Mal (devlet hazinesi) emrimin altında.
Ama ben, senden borç istiyorum,
Ve, bu parayı devlet hazinesinden almıyorum…
Zira, devlet hazinesine bütün halk ortaktır,
Herkesin hakkı var…
Eğer ki, ben muhtaç olduğum parayı "borç olarak" hazineden alsam, hazineden borç olarak aldığım bu parayı geri ödemeden ölürsem, ahirette bütün milletle helalleşmek zorunda kalacağım,
Bu durum, beni çok korkuttuğu için hazineden borç para almayı göze alamıyorum!...
Fakat, ihtiyacım olan borç parayı senden alırsam ve borcumu sana ödeyemeden ölürsem, ahirette sadece seninle helalleşmek mecburiyetinde olurum.
İşte bu yüzden, devlet hazinesinden borç almıyorum ve senden istiyorum!.." der.
***
Şerefi Başka Yerde Aramak…
Hz. Ömer ve kölesi Şam'a gitmek için yola çıkar.
Tek bir develeri olduğu için nöbetleşe binerler.
Tam şehre girmek üzeredirler; deveye binme sırası köleye gelir.
Halife Ömer, deveden iner ve yerine kölesini bindirir.
Kısa bir süre sonra önlerindeki dereyi geçeceklerdir.
Halife, kölesinin binmekte olduğu devenin yularından tutar ve ayakkabılarını da çıkarıp dereden geçerler.
Uzaktan bakan birisi; deveye binmiş köleyi halife, devenin yularını çeken Hz. Ömer‘i de köle zannetmektedir.
Bunu gören, bölgedeki ordu komutanı Ubeyde bin Cerrâh der ki:
"Efendim,
Bütün Şam'lılar, bilhassa Rumlar, Müslümanların halifesini görmek için toplandılar.
Size bakıyorlar.
Bu yaptığınızı nasıl izah edebilirsiniz?..
Sizi köle zannedecekler, küçümseyecekler!.."
Hz. Ömer der ki:
"Ey Ebu Ubeyde!
Senin bu sözünü işitenler, insanın şerefini, vasıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar.
Biz, daha önce aşağılanan ve horlanan bir kavimdik.
Allah Teâlâ, bizleri Müslümanlıkla şereflendirdi.
Daha başka şeref veya şerefi başka yerde aramaya, ne hacet…
Bundan başka şeref ararsak; Allah Teâlâ bizi zelil ve her şeyden aşağı eder..." der ve bu şekilde şehre girerler.
***
Ne düşündüğüme gelince…
Yorumlamak ne haddimize,
Hadsizliktir; "takdir ediyorum" demek bile,
Olsa olsa; örnek almak düşer nasibimize,
O da, varsa nasibimizde,
Alabilirsek, Kıssa'dan Hisse…
Ama yine de sormak istiyorum; sizce, Hz. Ömer bu davranışıyla,
Yani, kölesini "nasılsa köledir/insin deveden; şehre girerken ben bineceğim" diye dememiş olmasıyla, görenler tarafından küçümsenmiş midir, yoksa daha da yücelmiş midir?..
Temsil ettiği Halifelik makamının/halifesi olduğu İslam devletinin saygınlığı düşmüş müdür, artmış mıdır?...
Bence, o anda görenler tarafından takdirle karşılandı ve kendisinin de, İslam Halifeliğinin de şerefi büyüdü.
Bugün bile, 1400 yıl geçmesine rağmen onun bu örnek davranışıyla sergilemiş olduğu "adalet/eşitlik/hakkaniyet" hassasiyeti anlatılıyor ise; en büyük tescil bu demektir.
Hakeza, "Devlet Hazinesi"ne gösterdiği ihtimam/özen ve itinaya gelince…
Bence, sözün bittiği andır.
Allah'ım…
Ne büyük bir sorumluluk duygusu,
Nasıl bir "kul hakkı" anlayışı,
Ve, nasıl bir devlet adamlığı örneği…
İşte, tam da bu yüzden "adalet" ve "Halife Ömer" birlikte anılır olmuş/özdeşleşmiş ve örnek haline gelmiş.
Ömer olmak, Osman olmak, Abdurrahman olmak böyle bir şey olsa gerek…
Ve, işte bu Ömer;
"Dicle kenarında, bir kurt kapsa koyunu,
Gelir; İlahi Adalet, Ömer'den sorar onu!.." dediğinde, herkes inanmış; Ömer'in adalet üzere, hakkaniyetle ve inandığı gibi yaşadığına şahitlik etmiş!..
Hala da ediyor ve inanıyorum ki, bu şahitlik; mahşer günü de edilecektir!..
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
Sahabe,
İslam'ı kabul eden ilk sekiz kişiden birisi.
Hz. Ebubekir'le olan kadim dostluğu sayesinde Müslümanlığı kabul etmiş.
Abdurrahman ismi, Müslüman olduktan sonra Hz. Peygamber tarafından verilmiş,
Ticari zekası ve ticaret ahlakıyla öne çıkan ve genç yaşından itibaren ticari hayatta başarılı olmuş biri.
Hz. Peygamberle bütün savaşlara katılmış, Uhud savaşında ağır darbeler almış ve bu nedenle topal kalmış.
Oldukça özel bir sahabe,
Öyle ki; Hz. Ebubekir'den sonra Resulullah'a imamlık yapmış ikinci kişi.
Peygamberimiz'i kabre indiren dört kişiden bir tanesi…
Ayrıca, liyakat/ehliyet ve birikimiyle, makbul ve muteber bir devlet adamı,
Hz. Ebubekir'in müsteşarı,
Hakeza, Hz. Ömer döneminde de müsteşarlığa devam etmiş;"Beytülmâl", yani "Devlet Hazinesi"nin sorumluluğu da teslim edilen "çok güvenilir" bir zat-ı muhterem…
Aynı zamanda, Halife Ömer'e inandığı doğruları söylemekten imtina etmeyen, zaman zaman uyarı ve ikazlarda bulunmaktan çekinmeyen birisi.
Devlet adamlığının yanında; oldukça da zengin, büyük servet sahibi ve bir o kadar da cömert bir işadamı…
Günlerden bir gün Hz. Ömer, işte bu Abdurrahman Bin Avf'tan ödünç para ister.
Abdurahman Bin Avf bu duruma çok şaşırır.
Hz Ömer'e:
"Ya Emir-el Müminin; sen benden borç para istiyorsun?
Halbuki Beytülmal (devlet hazinesi) senin emrinde ve elinin altında…
İstediğin kadar alabilirsin" der.
Halife Ömer oldukça düşündürücü bir cevap verir:
"Evet Abdurrahman, Beyt-ul Mal (devlet hazinesi) emrimin altında.
Ama ben, senden borç istiyorum,
Ve, bu parayı devlet hazinesinden almıyorum…
Zira, devlet hazinesine bütün halk ortaktır,
Herkesin hakkı var…
Eğer ki, ben muhtaç olduğum parayı "borç olarak" hazineden alsam, hazineden borç olarak aldığım bu parayı geri ödemeden ölürsem, ahirette bütün milletle helalleşmek zorunda kalacağım,
Bu durum, beni çok korkuttuğu için hazineden borç para almayı göze alamıyorum!...
Fakat, ihtiyacım olan borç parayı senden alırsam ve borcumu sana ödeyemeden ölürsem, ahirette sadece seninle helalleşmek mecburiyetinde olurum.
İşte bu yüzden, devlet hazinesinden borç almıyorum ve senden istiyorum!.." der.
***
Şerefi Başka Yerde Aramak…
Hz. Ömer ve kölesi Şam'a gitmek için yola çıkar.
Tek bir develeri olduğu için nöbetleşe binerler.
Tam şehre girmek üzeredirler; deveye binme sırası köleye gelir.
Halife Ömer, deveden iner ve yerine kölesini bindirir.
Kısa bir süre sonra önlerindeki dereyi geçeceklerdir.
Halife, kölesinin binmekte olduğu devenin yularından tutar ve ayakkabılarını da çıkarıp dereden geçerler.
Uzaktan bakan birisi; deveye binmiş köleyi halife, devenin yularını çeken Hz. Ömer‘i de köle zannetmektedir.
Bunu gören, bölgedeki ordu komutanı Ubeyde bin Cerrâh der ki:
"Efendim,
Bütün Şam'lılar, bilhassa Rumlar, Müslümanların halifesini görmek için toplandılar.
Size bakıyorlar.
Bu yaptığınızı nasıl izah edebilirsiniz?..
Sizi köle zannedecekler, küçümseyecekler!.."
Hz. Ömer der ki:
"Ey Ebu Ubeyde!
Senin bu sözünü işitenler, insanın şerefini, vasıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar.
Biz, daha önce aşağılanan ve horlanan bir kavimdik.
Allah Teâlâ, bizleri Müslümanlıkla şereflendirdi.
Daha başka şeref veya şerefi başka yerde aramaya, ne hacet…
Bundan başka şeref ararsak; Allah Teâlâ bizi zelil ve her şeyden aşağı eder..." der ve bu şekilde şehre girerler.
***
Ne düşündüğüme gelince…
Yorumlamak ne haddimize,
Hadsizliktir; "takdir ediyorum" demek bile,
Olsa olsa; örnek almak düşer nasibimize,
O da, varsa nasibimizde,
Alabilirsek, Kıssa'dan Hisse…
Ama yine de sormak istiyorum; sizce, Hz. Ömer bu davranışıyla,
Yani, kölesini "nasılsa köledir/insin deveden; şehre girerken ben bineceğim" diye dememiş olmasıyla, görenler tarafından küçümsenmiş midir, yoksa daha da yücelmiş midir?..
Temsil ettiği Halifelik makamının/halifesi olduğu İslam devletinin saygınlığı düşmüş müdür, artmış mıdır?...
Bence, o anda görenler tarafından takdirle karşılandı ve kendisinin de, İslam Halifeliğinin de şerefi büyüdü.
Bugün bile, 1400 yıl geçmesine rağmen onun bu örnek davranışıyla sergilemiş olduğu "adalet/eşitlik/hakkaniyet" hassasiyeti anlatılıyor ise; en büyük tescil bu demektir.
Hakeza, "Devlet Hazinesi"ne gösterdiği ihtimam/özen ve itinaya gelince…
Bence, sözün bittiği andır.
Allah'ım…
Ne büyük bir sorumluluk duygusu,
Nasıl bir "kul hakkı" anlayışı,
Ve, nasıl bir devlet adamlığı örneği…
İşte, tam da bu yüzden "adalet" ve "Halife Ömer" birlikte anılır olmuş/özdeşleşmiş ve örnek haline gelmiş.
Ömer olmak, Osman olmak, Abdurrahman olmak böyle bir şey olsa gerek…
Ve, işte bu Ömer;
"Dicle kenarında, bir kurt kapsa koyunu,
Gelir; İlahi Adalet, Ömer'den sorar onu!.." dediğinde, herkes inanmış; Ömer'in adalet üzere, hakkaniyetle ve inandığı gibi yaşadığına şahitlik etmiş!..
Hala da ediyor ve inanıyorum ki, bu şahitlik; mahşer günü de edilecektir!..
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
Ömer Faruk
Hakan D.
Engin GÜRÇAY