Anadolu'da yaşamanın bedeli.. (Teröre lanet olsun)
Ağlamak sızlamak yerine artık yeniden yapılandıracağımız doğru politikalar ile yeni başlangıçlara yelken açma zamanı geldi kapımıza. Uyuyan bir Türkiye isteyenler bunu bulamayacaklarını anladığı için artık bazı gerçekleri dünya da değerlendiriyor ve üzerimize oynanan oyunlar her gün dozunu artırıyor. Peki bu durumda ne yapmalıyız? öncelikle coğrafyamız dahil tüm gerçekleri görerek yaşamalıyız. Bundan sonra öncelikle şunu bilmeliyiz ki, bu coğrafyada terörle yaşamayı öğrenmeliyiz.
Anadolu kritik ve çok önemli bir coğrafyadır. Jeopolitik ve jeostratejik açıdan tarihin her safhasında önemini sürdürmüştür. Bu coğrafyada yaşamanın her zaman bir bedeli olmuştur; mücadeleler, kavgalar, savaşlar, kan ve gözyaşı dökülmesini gerektirmiştir. Son iki yüz yıllık geçmişe bakıldığında bile Anadolu coğrafyası tarihinin nasıl kanla yazıldığı ve vatan edildiği çok net anlaşılacaktır. “Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” mısrası bile Anadolu’nun nasıl vatan’laştığının acı ve dramatik boyutunun duyguya yansımışlığıdır.
Bu nedenle de son beş yıldır ve özellikle de son bir yıldır coğrafyamızda yaşadıklarımız tesadüfi olaylar değildir. Burada yaşamak bedel ister, uyanık olmak ister, mücadelecilik ister, serdengeçtilik ister….
Bizler Anadolu coğrafyasının niteliğini unuttuk, nasıl vatan olduğunu unuttuk, Türk ve Müslüman olarak burada yaşamanın farkındalığını unuttuk. Topraklarımızın tarihsel boyutunu hatırlamıyoruz, nasıl mücadeleler sonrası buraları vatan olarak elimizde tuttuğumuzu hatırlamıyoruz. Kurtuluş savaşında tek başımıza verdiğimiz mücadelenin cehdini, azmini ve millet olarak vatan olgusuna bakışımızın kutsiyetini hatırlamıyoruz.
Özellikle son elli yıl içinde millet ve devlet olarak rehavete kapıldık veya kapılmaya sevkedildik. Atalete düştük, atalarımızın, “su uyur düşman uyumaz” uyarısını göz ardı ettik. Son iki yüz elli yılımızın neredeyse yarısını savaşla geçirdiğimiz Rusya’dan dostane tavır geleceğini sandık, aynı zamanda Rusya'nın bu tavırlarına kandık. Tarihin her safhasında olduğu gibi coğrafyada son kale olduğumuzu, tek başımıza olduğumuzu “Türk'ün Türkten başka dostu olamayacağını” unuttuk.
İstikrarlı, askeri ve bilimsel açıdan mücehhez bir devlet olamadık veya oldurulmadık. Kabuğuna sıkışmış bir devlet yapısıyla yaşamanın tembelliğiyle uyuduk veya uyutulduk. Ama bu ülkeyi, devleti ve milleti hasım görenler hiç uyumadılar. Hep zihniyeten veya fiziken küçük devlet olarak kalmamıza çalıştılar ve maalesef bunu kısmen de olsa sağladılar. Coğrafyasına hapsolmuş, söyleneni yapan ve diplomatik teamül adına “etliye sütlüye karışmayan” bir ülke olmaya razı olduk. Fakat bu ilelebet devam edemezdi, etmeyecekti ve etmedi. Şimdi yıllarca bizi uyutan ve söyleneni yapan konumunda tutmak isteyenlerin saldırılarına maruz kalmaya başladık. Çünkü son yıllarda Türkiye devleti büyüyor, güçleniyor ve kendine geliyordu. Adeta uyuşturucuyla refleksleri zayıflatılmış dev’in kendine gelmesi gibiydi. Artık eskisi gibi uyutamıyorlardı. Şimdiki amaçları ise terör örgütleri, onların taşeronları, içerideki kalleş işbirlikçileriyle tehdit, korku ve kargaşa yaratarak ve bu amaçla yeni düşmanlık stratejilerini uygulayarak ülkemize bir nevi ameliyat yapmaktır.
Gezi olaylarıyla başlayan süreçte, devletimize ve ülkemize ciddi tehlike içeren masum görünümlü ama derinden kamuflajlı olaylarla saldırıya geçtiler. Birbirine hiç benzemeyen terör gruplarının ve devletlerin ittifak ettikleri tek konu Türkiye husumetiydi.
Gelin bir bakalım; Rusya ile ABD, PYD terör örgütüne beraber destek olabiliyor. Ama güya ikisi hasım!. PYD-YPG-PKK-DAİŞ-ESED- DHKP-C-Paralel Yapı gibi terör örgütleri Türkiye husumeti noktasında ittifak haline gelebiliyorlar. Rusya-İran-Irak merkezi yönetimi-Esed-ABD-Almanya-Hizbullah-Şii’ler gibi birbirine hasım devletlerin de tek ittifak ettikleri konu yine Türkiye hasımlığı…
Bu noktadan hareketle, hem devletimizin hem de milletimizin artık yeni bir sürece girmesi gerekiyor. Çünkü Güneydoğudaki hendekli PKK terör hareketi, Paralel Yapının devlet düşmanlığı, Kuzey Suriye’deki PYD terör örgütü faaliyetleri, büyük şehirlerimizde patlayan bombalar, Daiş terör örgütünün ülkemizdeki terör faaliyetleri asla tesadüfi ve standart bir terörizm olarak düşünülmemelidir. Burada bu örgütlerin arkasında ülkemize düşmanlık besleyen büyük devletlerin çok ciddi destekleri vardır. Bu terör örgütleri adeta Türkiye üzerindeki gizli emelleri olanların taşeronu olarak gördükleri ülkemizi istikrarsızlaştırma ve kaos planlarını uygulamada figüranları olarak kullanmaktadırlar. Bunları ciddi anlamda görmeli, algılamalı ve mutlak anlamda bunlara müteyakız olmalıyız.
Ankara’da Genelkurmay Başkanlığı yakınında olan patlama bardağı taşıran son damladır. Çünkü bu bir meydan okumadır. Türkiye düşmanlarının “gemi azıya aldıklarının” en büyük işaretidir.
Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Milletinin topyekün bir savunma stratejisine girmesi gerekmektedir. Şuanda ciddi ve çok önemli bir “Kurtuluş Savaşı” sürecine girmiş bulunmaktayız. Devletimizin artık güvenliğini, birliğimizi ve bağımsızlığımızı ön plana almamız gereken çok ciddi bir forma girerek yeni bir savunma hattı ve paktı oluşturulması gerekmektedir. Asla taviz vermeyen bir yaklaşımla, bu topraklar için gerekirse 78 milyonla şahadete hazır olduğumuzu dost düşman herkese ilan etmeliyiz. Devlet yetkililerinin rehavetten uzak, çok uyanık ve her an her şeye hazır halde çalışmalar yapması ve devam ettirmesi, asla rehavete kapılmadan en küçük veya basitmiş gibi görülen tehlikelere karşı bile çok ciddi tavır ve önlem alması gerekmektedir.
Demokrasi ve hoşgörü adına artık taviz verilmekten vazgeçilmeli ve “konu vatansa gerisi teferruattır” söylemi muvacehesinde önceliği yeniden gözden geçirmelidir. Özellikle içeride devleti zayıflatmaya yönelik ve dışarıdan gelen teröre destek olmalara karşı çok şiddetli ve katı tedbirler alınmalı ve bu konuda acilen gereken zemin oluşturulmalıdır. Bu coğrafyada yaşamanın zorluğunun bilinciyle, güvenliği önceleyen ve devletin bağımsızlığının ve gücünün bekası algısıyla tavizsiz, müsamahasız ve kararlı uygulamalar başlatılmalıdır.
Millet ise, bu coğrafyanın tarihini incelemeli ve burada yaşamanın zorluklarını dikkate alarak daha bilinçli, daha milli, daha şuurlu olmaya başlamalıdır. Gaflet uykusundan hızla uyanmalıyız. Silkinmeli ve yeni bir dirilişle hareket etmeye mecburuz ve hatta mahkumuz.
Her şeyi sadece devletten beklememeli, vatandaşlık görevi olarak da sorumluluk ve yeni bir bilinçle hareket etmeliyiz. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Bunun ivedilikle farkına varmalıyız. Bağımsız bir “vatan”a sahip olmanın ne demek olduğunu yeniden idrak etmeli, atalarımızın verdiği mücadeleyi ve özellikle de Kurtuluş Savaşı’nı önemle hemen hatırlamalıyız. Bu topraklara karşı aymazlık, umursuzluk ve sanki bir “tarla”dan ibaretmiş gibi bakmaktan acilen vazgeçmeliyiz.
Terör ve teröriste karşı devlet-millet el ele bilinciyle davranmalı, güvenlik kuvvetlerimize vatandaş olarak da desteğimizi yeni bir azimle, hırsla ve bilinçle göstermeliyiz. Bu coğrafyanın kaderinin hiç de öyle yatarak yaşanacak bir şey olmadığını bilerek, yaşadığımız veya daha (Allah korusun) yaşayabileceğimiz olayları aklımızdan çıkartmadan Anadolu’da yaşamayı kabullenmeliyiz.
Bizim başka vatanımız yoktur, bu coğrafya son kaledir ve millet olarak artık mutlaka uyanmalıyız. İçeride siyasi saiklerle dışarıya karşı ihtilaf içinde olmaktan bir an evvel vazgeçmeliyiz. Muhalif olduklarımıza olan muhalefetimiz milli meselelerde artık gözümüzü kör etmemelidir. Gözümüzü açmalı ve vatan, devlet, ülke algısında şartsız, koşulsuz ittifak etmeliyiz. Yoksa inanın çok geç olabilir, işte o zaman ah vah etmeler, eyvahlar ve keşke demeler hiçbir işe yaramayacaktır.
Şimdi hem çalışma, hem bilinçlenme, hem kenetlenme, hem birlik ve beraberlik, hem millilik, hem vatan milliyetçiliği zamanı, vatanımızı korumak için mücadele ve dirayet zamanıdır.
Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi.
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi.
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Galib et, çünkü bu son ordusudur İslâm'ın.
Bir sonraki yazımda ise kimse kusura bakmasın gerekirse ülkem adına bazı unsurlarıda acımasızca eleştireceğim. Artık susma zamanı bitti bundan sonra icraat zamanı, Ankara’da yaşanan olay bir gerçeğide maalesef gün yüzüne bir kere daha çıkardı. Ne kadar konuşursak konuşalım, güvenlik açığımız var ve maalesef sorumlular terör olgusunu kullanarak sıyırmaya çalışıyor. Hükümetin canla başla mücadelesinde bürokrasi zaaftadır. Bunlarıda yazacağım malümunuz ben doğru bildiğim her şeyi yazarım. Eleştirmek gerekiyorsa yapıcı olmak kaydı ile onuda yaparım gerekirse en sevdiğim dostumu hatta kendimide eleştirmekten hiç çekinmem ki doğru bulunsun şimdilik sağlıcakla kalın derken bir kere daha Ankara’da hayatını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet diliyorum hepimizin başı sağ olsun…
Anadolu kritik ve çok önemli bir coğrafyadır. Jeopolitik ve jeostratejik açıdan tarihin her safhasında önemini sürdürmüştür. Bu coğrafyada yaşamanın her zaman bir bedeli olmuştur; mücadeleler, kavgalar, savaşlar, kan ve gözyaşı dökülmesini gerektirmiştir. Son iki yüz yıllık geçmişe bakıldığında bile Anadolu coğrafyası tarihinin nasıl kanla yazıldığı ve vatan edildiği çok net anlaşılacaktır. “Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” mısrası bile Anadolu’nun nasıl vatan’laştığının acı ve dramatik boyutunun duyguya yansımışlığıdır.
Bu nedenle de son beş yıldır ve özellikle de son bir yıldır coğrafyamızda yaşadıklarımız tesadüfi olaylar değildir. Burada yaşamak bedel ister, uyanık olmak ister, mücadelecilik ister, serdengeçtilik ister….
Bizler Anadolu coğrafyasının niteliğini unuttuk, nasıl vatan olduğunu unuttuk, Türk ve Müslüman olarak burada yaşamanın farkındalığını unuttuk. Topraklarımızın tarihsel boyutunu hatırlamıyoruz, nasıl mücadeleler sonrası buraları vatan olarak elimizde tuttuğumuzu hatırlamıyoruz. Kurtuluş savaşında tek başımıza verdiğimiz mücadelenin cehdini, azmini ve millet olarak vatan olgusuna bakışımızın kutsiyetini hatırlamıyoruz.
Özellikle son elli yıl içinde millet ve devlet olarak rehavete kapıldık veya kapılmaya sevkedildik. Atalete düştük, atalarımızın, “su uyur düşman uyumaz” uyarısını göz ardı ettik. Son iki yüz elli yılımızın neredeyse yarısını savaşla geçirdiğimiz Rusya’dan dostane tavır geleceğini sandık, aynı zamanda Rusya'nın bu tavırlarına kandık. Tarihin her safhasında olduğu gibi coğrafyada son kale olduğumuzu, tek başımıza olduğumuzu “Türk'ün Türkten başka dostu olamayacağını” unuttuk.
İstikrarlı, askeri ve bilimsel açıdan mücehhez bir devlet olamadık veya oldurulmadık. Kabuğuna sıkışmış bir devlet yapısıyla yaşamanın tembelliğiyle uyuduk veya uyutulduk. Ama bu ülkeyi, devleti ve milleti hasım görenler hiç uyumadılar. Hep zihniyeten veya fiziken küçük devlet olarak kalmamıza çalıştılar ve maalesef bunu kısmen de olsa sağladılar. Coğrafyasına hapsolmuş, söyleneni yapan ve diplomatik teamül adına “etliye sütlüye karışmayan” bir ülke olmaya razı olduk. Fakat bu ilelebet devam edemezdi, etmeyecekti ve etmedi. Şimdi yıllarca bizi uyutan ve söyleneni yapan konumunda tutmak isteyenlerin saldırılarına maruz kalmaya başladık. Çünkü son yıllarda Türkiye devleti büyüyor, güçleniyor ve kendine geliyordu. Adeta uyuşturucuyla refleksleri zayıflatılmış dev’in kendine gelmesi gibiydi. Artık eskisi gibi uyutamıyorlardı. Şimdiki amaçları ise terör örgütleri, onların taşeronları, içerideki kalleş işbirlikçileriyle tehdit, korku ve kargaşa yaratarak ve bu amaçla yeni düşmanlık stratejilerini uygulayarak ülkemize bir nevi ameliyat yapmaktır.
Gezi olaylarıyla başlayan süreçte, devletimize ve ülkemize ciddi tehlike içeren masum görünümlü ama derinden kamuflajlı olaylarla saldırıya geçtiler. Birbirine hiç benzemeyen terör gruplarının ve devletlerin ittifak ettikleri tek konu Türkiye husumetiydi.
Gelin bir bakalım; Rusya ile ABD, PYD terör örgütüne beraber destek olabiliyor. Ama güya ikisi hasım!. PYD-YPG-PKK-DAİŞ-ESED- DHKP-C-Paralel Yapı gibi terör örgütleri Türkiye husumeti noktasında ittifak haline gelebiliyorlar. Rusya-İran-Irak merkezi yönetimi-Esed-ABD-Almanya-Hizbullah-Şii’ler gibi birbirine hasım devletlerin de tek ittifak ettikleri konu yine Türkiye hasımlığı…
Bu noktadan hareketle, hem devletimizin hem de milletimizin artık yeni bir sürece girmesi gerekiyor. Çünkü Güneydoğudaki hendekli PKK terör hareketi, Paralel Yapının devlet düşmanlığı, Kuzey Suriye’deki PYD terör örgütü faaliyetleri, büyük şehirlerimizde patlayan bombalar, Daiş terör örgütünün ülkemizdeki terör faaliyetleri asla tesadüfi ve standart bir terörizm olarak düşünülmemelidir. Burada bu örgütlerin arkasında ülkemize düşmanlık besleyen büyük devletlerin çok ciddi destekleri vardır. Bu terör örgütleri adeta Türkiye üzerindeki gizli emelleri olanların taşeronu olarak gördükleri ülkemizi istikrarsızlaştırma ve kaos planlarını uygulamada figüranları olarak kullanmaktadırlar. Bunları ciddi anlamda görmeli, algılamalı ve mutlak anlamda bunlara müteyakız olmalıyız.
Ankara’da Genelkurmay Başkanlığı yakınında olan patlama bardağı taşıran son damladır. Çünkü bu bir meydan okumadır. Türkiye düşmanlarının “gemi azıya aldıklarının” en büyük işaretidir.
Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Milletinin topyekün bir savunma stratejisine girmesi gerekmektedir. Şuanda ciddi ve çok önemli bir “Kurtuluş Savaşı” sürecine girmiş bulunmaktayız. Devletimizin artık güvenliğini, birliğimizi ve bağımsızlığımızı ön plana almamız gereken çok ciddi bir forma girerek yeni bir savunma hattı ve paktı oluşturulması gerekmektedir. Asla taviz vermeyen bir yaklaşımla, bu topraklar için gerekirse 78 milyonla şahadete hazır olduğumuzu dost düşman herkese ilan etmeliyiz. Devlet yetkililerinin rehavetten uzak, çok uyanık ve her an her şeye hazır halde çalışmalar yapması ve devam ettirmesi, asla rehavete kapılmadan en küçük veya basitmiş gibi görülen tehlikelere karşı bile çok ciddi tavır ve önlem alması gerekmektedir.
Demokrasi ve hoşgörü adına artık taviz verilmekten vazgeçilmeli ve “konu vatansa gerisi teferruattır” söylemi muvacehesinde önceliği yeniden gözden geçirmelidir. Özellikle içeride devleti zayıflatmaya yönelik ve dışarıdan gelen teröre destek olmalara karşı çok şiddetli ve katı tedbirler alınmalı ve bu konuda acilen gereken zemin oluşturulmalıdır. Bu coğrafyada yaşamanın zorluğunun bilinciyle, güvenliği önceleyen ve devletin bağımsızlığının ve gücünün bekası algısıyla tavizsiz, müsamahasız ve kararlı uygulamalar başlatılmalıdır.
Millet ise, bu coğrafyanın tarihini incelemeli ve burada yaşamanın zorluklarını dikkate alarak daha bilinçli, daha milli, daha şuurlu olmaya başlamalıdır. Gaflet uykusundan hızla uyanmalıyız. Silkinmeli ve yeni bir dirilişle hareket etmeye mecburuz ve hatta mahkumuz.
Her şeyi sadece devletten beklememeli, vatandaşlık görevi olarak da sorumluluk ve yeni bir bilinçle hareket etmeliyiz. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Bunun ivedilikle farkına varmalıyız. Bağımsız bir “vatan”a sahip olmanın ne demek olduğunu yeniden idrak etmeli, atalarımızın verdiği mücadeleyi ve özellikle de Kurtuluş Savaşı’nı önemle hemen hatırlamalıyız. Bu topraklara karşı aymazlık, umursuzluk ve sanki bir “tarla”dan ibaretmiş gibi bakmaktan acilen vazgeçmeliyiz.
Terör ve teröriste karşı devlet-millet el ele bilinciyle davranmalı, güvenlik kuvvetlerimize vatandaş olarak da desteğimizi yeni bir azimle, hırsla ve bilinçle göstermeliyiz. Bu coğrafyanın kaderinin hiç de öyle yatarak yaşanacak bir şey olmadığını bilerek, yaşadığımız veya daha (Allah korusun) yaşayabileceğimiz olayları aklımızdan çıkartmadan Anadolu’da yaşamayı kabullenmeliyiz.
Bizim başka vatanımız yoktur, bu coğrafya son kaledir ve millet olarak artık mutlaka uyanmalıyız. İçeride siyasi saiklerle dışarıya karşı ihtilaf içinde olmaktan bir an evvel vazgeçmeliyiz. Muhalif olduklarımıza olan muhalefetimiz milli meselelerde artık gözümüzü kör etmemelidir. Gözümüzü açmalı ve vatan, devlet, ülke algısında şartsız, koşulsuz ittifak etmeliyiz. Yoksa inanın çok geç olabilir, işte o zaman ah vah etmeler, eyvahlar ve keşke demeler hiçbir işe yaramayacaktır.
Şimdi hem çalışma, hem bilinçlenme, hem kenetlenme, hem birlik ve beraberlik, hem millilik, hem vatan milliyetçiliği zamanı, vatanımızı korumak için mücadele ve dirayet zamanıdır.
Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi.
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi.
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Galib et, çünkü bu son ordusudur İslâm'ın.
Bir sonraki yazımda ise kimse kusura bakmasın gerekirse ülkem adına bazı unsurlarıda acımasızca eleştireceğim. Artık susma zamanı bitti bundan sonra icraat zamanı, Ankara’da yaşanan olay bir gerçeğide maalesef gün yüzüne bir kere daha çıkardı. Ne kadar konuşursak konuşalım, güvenlik açığımız var ve maalesef sorumlular terör olgusunu kullanarak sıyırmaya çalışıyor. Hükümetin canla başla mücadelesinde bürokrasi zaaftadır. Bunlarıda yazacağım malümunuz ben doğru bildiğim her şeyi yazarım. Eleştirmek gerekiyorsa yapıcı olmak kaydı ile onuda yaparım gerekirse en sevdiğim dostumu hatta kendimide eleştirmekten hiç çekinmem ki doğru bulunsun şimdilik sağlıcakla kalın derken bir kere daha Ankara’da hayatını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet diliyorum hepimizin başı sağ olsun…
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.