1 Kasım, Türkiye tarihinin dönüm noktası ve milliliğimiz..
Çok zor mücadeleler verdik, belki de; milletler tarihinde hiçbir milletin veremeyeceği bir Kurtuluş ve Bağımsızlık mücadelesi verip Yedi Düvel’le savaşarak Türkiye Cumhuriyeti’ni ilan ettik.
Bu çetin, yorucu, yıkıcı ve büyük mücadele sonrası, 1923 yılında Cumhuriyet kurulurken ister istemez bir çok tavizde bulunduk, bulunmak zorunda kaldık. Çünkü millet ve Anadolu savaşlardan bitkin düşmüş, nüfusumuz azalmış, adeta kimi yerlerde erkek nüfus bile bitme noktasına gelmişti.
Böylesi bir süreç sonrası Cumhuriyet’i ilan ederken de, bazı konularda, mecburen ve hiç istemeden feragatta bulundurulduk. Burada “vermek zorunda kaldığımız” tavizlerden en önemli iki alan; Yer altı kaynaklarımızın kullanımı ve boğazlarla ilgili kısma bir projeksiyon tutmak istiyorum.
1923 yılında Lozan ve Montrö sözleşmelerini imzalamak zorunda kaldık. Bu anlaşmalar ve içerikleri nedeniyle, o dönemin acı, zor ve dramatik günlerinde bu anlaşmaları imzalayanları yargılamak ve suçlamak asla hakkımız ve haddimiz de değil kanaatindeyim. Çünkü bugünden yola çıkıp o günün şartlarında yapılan bir şeyi tartışmak hiçbirimize bir fayda getirmeyecektir. Çünkü ülkemize pranga vuran anlaşma hükümlerinin sonuna geldik.
Artık önümüze bakmalı ve yeni süreci tavizsiz ve milli nitelikle sürdürebilecek şekilde davranmalıyız.
Lozan ve Montrö sözleşmesi gereği stratejik yeraltı kaynaklarımız ve Boğazlar (İstanbul ve Çanakkale) konusunda yeni Cumhuriyet nerdeyse devre dışı bırakıldı. Lozan’ın ilgili maddeleri ve boğazlardan geçişi düzenleyen sözleşmeye göre 100 yıl boyunca kendimize ait olan bu imkan ve rezervlerimizin kullanımına dair hiçbir inisiyatifimiz olmadı.
Zamanın galip devletleri İngiltere, Fransa ve ABD tüm yer altı kaynaklarını işletme, işlettirmeme ve kullanım hakkını kendi uhdelerine aldılar.
Ülke olarak kendi topraklarımızda, kendi yer altı kaynaklarımızı çıkartmak istesek; müstemleke ülkesi gibi, özel bir izin olan “dashing” belgesi almak zorunda kaldık. Bu ise bu üç devletin istemediği bir şeyi yapmamıza imkan vermeyen bir belge idi.
Ancak onların istediği şekilde ve türdeki madenle ilgili çalışma yapabilir, onların istediği kadar çıkartabilir, onların istediği ülkeye satabilir ve yine onların istediği alanlarda kullanabilir olduğumuzun bir düzenlemesiydi.
Yani “dashing” belgesi; bir madenin çıkartma izninden ve nihai tüketiciye ulaşımına kadar her şeyi düzenleyen ve bu üç devletin inisiyatifinde tutan, madenin sahibi ülkeyi yok sayan bir belgedir.
İşin özüne inersek yukarıdaki iki anlaşma ile, ülkemizin imkanları 100 yıllık bir periyotla paylaşıldı ve bu paylaşımda Türkiye yoktu. Yani 2023 yılına kadar ülke olarak esaret altına alındık. Bir nevi özgür görünen ama eli kolu bağlanan, kendi coğrafyasında tasarrufu olmayan bir esir haline getirildik.
Bunu bazı partiler ve siyasiler güncel siyasi hesapların etkisiyle taraflı şekilde kullansalar da bu milli bir olaydır. Hiçbir partiye mal edilemeyecek kadar büyük ve milli meseledir.
Demem o ki; mesela şu an Boğaz’lardan geçişi düzenleyen Montrö anlaşmasına göre Türkiye’nin hiçbir belirleyiciliği yok denecek düzeydedir.
Yani geçişler kontrolsuz de demeyeceğim çünkü bizim kontrolümüzde değil ama başkalarının belirlediği usul ve esaslara göredir. Bu yüzden de kendi ülkemizin ciğeri olan boğazlarımızdan neler geçiyor neler. …
Rusya, Suriye’deki savaş ve Esed’in katliamlarına destek için savaş gemilerini ve gemilerle silah ve mühimmatları gözümüzün önünde, boğazlarımızdan geçiriyor ve maalesef oluşturulan boğazların kullanımı hukukunu içeren Anlaşma gereği hiçbir şey yapamıyoruz
İnsanları, canları, canımız çocuklarımızı zehirleyen tonla uyuşturucu geçiyor, sesimiz çıkmıyor, savaş canavarları ve insanlığa kan kusturan roketler ve füzeler geçiyor, elimiz kolumuz bağlı izliyoruz.
Peki 2023 de ne olacak? 2023’ün ülkemiz için önemi nedir?
Lozan’ın ve Montrö sözleşmesinin süresi sona erecek… hükmü bitecek ve yeni bir düzenleme olacak.
Bu ne demek pekala…?
Eğer dik ve diri durabilir ve 2023’e güçlü Türkiye olarak ulaşırsak; Ülke olarak boğazlar ve yer altı kaynaklarımızın kullanım inisiyatifi tamamen kendimizde olacak ve tasarruf tamamen ülkemiz uhdesinde kalacaktır.
Her geçen gemi tıpkı Süveyş kanalında olduğu gibi bir bedel ödeyecek ve geçiş kontrol ve denetimi bizde olacağı için , babalarının tarlası gibi geçemeyecekler.
Hasım ve muhalif bir devlet, silah ve mühimmatlarını bizden izin almadan geçiremeyecek.
Bazı ülke ve şirket gemileri bedel ödeseler bile ülkemiz uygun görmedikçe geçiş yapamayacak.
Rusların şimdilerde Suriye’de varlık göstermek ve var olmak isteklerinin altında yatan en büyük neden de budur. önce Kırım’ı ilhak ettiler ve Karadeniz’e kıyı oldular, şimdi ise, Suriye’de var olup, Akdeniz’e kıyı elde ederek “açık denizlere inme” politikasına uygun bir realizasyon sağlamış olacaklar.
Ama 2023 yılına güçlü giren Türkiye olursa, Boğazlar bizim milli tasarrufumuzda olacak ve bunun sonunda herkes dilediği gibi geçemeyecek.
Artık Rusya Akdeniz'de at koşturamayacak.
ABD öyle canı istediğinde yığınak yapamayacak.
İngiltere, Fransa ve Almanya gibi Avrupa’nın en büyük ve kadim devletleri ülkemize karşı şimdiki gibi hoyrat ve küstahça bir tavır içinde olamayacaklar.
Hava ve deniz sahalarımız inisiyatifimiz dışında; ne Rusya ne de ABD tarafından asla kullanılamayacaktır.
Herhangi bir ülkeye kara harekatı yapacağımız zaman ABD'den giriş tezkeresi almak zorunda kalmayacağız.
Dünya’da ülkemize başat aktör olma imkanı verecek ve güçler dengesini değiştirebilecek stratejik niteliği gereği en baş belirleyici olan ve en zengin rezervlere sahip olduğumuz bor ve uranyum ve burada ismin yazamayacağım bir çok kaynaklar tamamen bizim irade ve inisiyatifimizde olacaktır.
Bu da demek oluyor ki; Dünyanın en büyük güçlerinden biri olacağız.
ABD’li ünlü bir akademisyen ülkeler hakkında yaptığı isabetli tahmin ve öngörüleriyle bilinir. Bu akademisyenin yaptığı gelecek projeksiyonunda Türkiye; 2023 yılında dünyanın en güçlü 3 ülkesinden biri olabileceğini ve tüm Ortadoğu’ya hakimiyet kurabilecek bir potansiyele sahipliğini dile getirmiştir. Olmayacak şeyler değil. Yeter ki kendimize güvenelim, bir ve beraber olalım ve birbirimize düşmeyelim.
İşte bu noktada günümüze geliyorum.
Bugün Ülkem üzerine oynanan tüm oyunlar bu yüzden.
PKK kamplarında Alman ve İngilizler ne arıyor?
Türkiye’de bir sürü casus yakalanıyor
Bugün tam her şey güzel derken terör birden hortluyor.
Sağcı- solcu dediler kırdırdılar.
Alevi -Sünni dediler katlettirdiler.
Şimdi de Kürt -Türk deyip bizi yok etmek istiyorlar.
Özellikle Kürt kardeşlerimiz bu oyuna gelmemeli.
Ermeni ve Rusların kuklası olmamalılar.
Unutmayın başka Türkiye yok.
Allah korusun; Sonumuz Suriye gibi olsa, bize kucak açacak başka ülke de yok.
Suriyelilerin yastık altı paraları vardı yine.
Ya sizin neyiniz var? Parası olanın paralarının hepsi bankalarda.
Allah korusun savaş çıksa banka manka kalmaz. Herkes aç ve sefil olur.
1 Kasım’a az kaldı. Taraf olmayı bırakın ve aklınızı kullanın. Ha evet taraf da olun ama Türkiye’den, Ülkemizden yana taraf olun ve olmalıyız, olmaya mecburuz.
Kimse size ekmeğinizi vermiyor oy verirken bunca şehitleri düşünün.
Çanakkale mücadelesini, Sakarya savaşını, Maraş müdafaasını ve Kurtuluş Savaşı sürecinde verdiğimiz ve kendimizi yoktan var ettiğimiz diğer cepheleri düşünün.
Eliniz önce oy pusulasına değil vicdanınıza gitsin, sonra zaten doğru olanı yapacaksınız.
Saygılar güzel ülkem ve ülkemin güzel insanları….
Seçimlerden sonra sizlerle çok daha güzel yazılarda buluşmak ümidi ile sağlıcakla kalın.
Bu çetin, yorucu, yıkıcı ve büyük mücadele sonrası, 1923 yılında Cumhuriyet kurulurken ister istemez bir çok tavizde bulunduk, bulunmak zorunda kaldık. Çünkü millet ve Anadolu savaşlardan bitkin düşmüş, nüfusumuz azalmış, adeta kimi yerlerde erkek nüfus bile bitme noktasına gelmişti.
Böylesi bir süreç sonrası Cumhuriyet’i ilan ederken de, bazı konularda, mecburen ve hiç istemeden feragatta bulundurulduk. Burada “vermek zorunda kaldığımız” tavizlerden en önemli iki alan; Yer altı kaynaklarımızın kullanımı ve boğazlarla ilgili kısma bir projeksiyon tutmak istiyorum.
1923 yılında Lozan ve Montrö sözleşmelerini imzalamak zorunda kaldık. Bu anlaşmalar ve içerikleri nedeniyle, o dönemin acı, zor ve dramatik günlerinde bu anlaşmaları imzalayanları yargılamak ve suçlamak asla hakkımız ve haddimiz de değil kanaatindeyim. Çünkü bugünden yola çıkıp o günün şartlarında yapılan bir şeyi tartışmak hiçbirimize bir fayda getirmeyecektir. Çünkü ülkemize pranga vuran anlaşma hükümlerinin sonuna geldik.
Artık önümüze bakmalı ve yeni süreci tavizsiz ve milli nitelikle sürdürebilecek şekilde davranmalıyız.
Lozan ve Montrö sözleşmesi gereği stratejik yeraltı kaynaklarımız ve Boğazlar (İstanbul ve Çanakkale) konusunda yeni Cumhuriyet nerdeyse devre dışı bırakıldı. Lozan’ın ilgili maddeleri ve boğazlardan geçişi düzenleyen sözleşmeye göre 100 yıl boyunca kendimize ait olan bu imkan ve rezervlerimizin kullanımına dair hiçbir inisiyatifimiz olmadı.
Zamanın galip devletleri İngiltere, Fransa ve ABD tüm yer altı kaynaklarını işletme, işlettirmeme ve kullanım hakkını kendi uhdelerine aldılar.
Ülke olarak kendi topraklarımızda, kendi yer altı kaynaklarımızı çıkartmak istesek; müstemleke ülkesi gibi, özel bir izin olan “dashing” belgesi almak zorunda kaldık. Bu ise bu üç devletin istemediği bir şeyi yapmamıza imkan vermeyen bir belge idi.
Ancak onların istediği şekilde ve türdeki madenle ilgili çalışma yapabilir, onların istediği kadar çıkartabilir, onların istediği ülkeye satabilir ve yine onların istediği alanlarda kullanabilir olduğumuzun bir düzenlemesiydi.
Yani “dashing” belgesi; bir madenin çıkartma izninden ve nihai tüketiciye ulaşımına kadar her şeyi düzenleyen ve bu üç devletin inisiyatifinde tutan, madenin sahibi ülkeyi yok sayan bir belgedir.
İşin özüne inersek yukarıdaki iki anlaşma ile, ülkemizin imkanları 100 yıllık bir periyotla paylaşıldı ve bu paylaşımda Türkiye yoktu. Yani 2023 yılına kadar ülke olarak esaret altına alındık. Bir nevi özgür görünen ama eli kolu bağlanan, kendi coğrafyasında tasarrufu olmayan bir esir haline getirildik.
Bunu bazı partiler ve siyasiler güncel siyasi hesapların etkisiyle taraflı şekilde kullansalar da bu milli bir olaydır. Hiçbir partiye mal edilemeyecek kadar büyük ve milli meseledir.
Demem o ki; mesela şu an Boğaz’lardan geçişi düzenleyen Montrö anlaşmasına göre Türkiye’nin hiçbir belirleyiciliği yok denecek düzeydedir.
Yani geçişler kontrolsuz de demeyeceğim çünkü bizim kontrolümüzde değil ama başkalarının belirlediği usul ve esaslara göredir. Bu yüzden de kendi ülkemizin ciğeri olan boğazlarımızdan neler geçiyor neler. …
Rusya, Suriye’deki savaş ve Esed’in katliamlarına destek için savaş gemilerini ve gemilerle silah ve mühimmatları gözümüzün önünde, boğazlarımızdan geçiriyor ve maalesef oluşturulan boğazların kullanımı hukukunu içeren Anlaşma gereği hiçbir şey yapamıyoruz
İnsanları, canları, canımız çocuklarımızı zehirleyen tonla uyuşturucu geçiyor, sesimiz çıkmıyor, savaş canavarları ve insanlığa kan kusturan roketler ve füzeler geçiyor, elimiz kolumuz bağlı izliyoruz.
Peki 2023 de ne olacak? 2023’ün ülkemiz için önemi nedir?
Lozan’ın ve Montrö sözleşmesinin süresi sona erecek… hükmü bitecek ve yeni bir düzenleme olacak.
Bu ne demek pekala…?
Eğer dik ve diri durabilir ve 2023’e güçlü Türkiye olarak ulaşırsak; Ülke olarak boğazlar ve yer altı kaynaklarımızın kullanım inisiyatifi tamamen kendimizde olacak ve tasarruf tamamen ülkemiz uhdesinde kalacaktır.
Her geçen gemi tıpkı Süveyş kanalında olduğu gibi bir bedel ödeyecek ve geçiş kontrol ve denetimi bizde olacağı için , babalarının tarlası gibi geçemeyecekler.
Hasım ve muhalif bir devlet, silah ve mühimmatlarını bizden izin almadan geçiremeyecek.
Bazı ülke ve şirket gemileri bedel ödeseler bile ülkemiz uygun görmedikçe geçiş yapamayacak.
Rusların şimdilerde Suriye’de varlık göstermek ve var olmak isteklerinin altında yatan en büyük neden de budur. önce Kırım’ı ilhak ettiler ve Karadeniz’e kıyı oldular, şimdi ise, Suriye’de var olup, Akdeniz’e kıyı elde ederek “açık denizlere inme” politikasına uygun bir realizasyon sağlamış olacaklar.
Ama 2023 yılına güçlü giren Türkiye olursa, Boğazlar bizim milli tasarrufumuzda olacak ve bunun sonunda herkes dilediği gibi geçemeyecek.
Artık Rusya Akdeniz'de at koşturamayacak.
ABD öyle canı istediğinde yığınak yapamayacak.
İngiltere, Fransa ve Almanya gibi Avrupa’nın en büyük ve kadim devletleri ülkemize karşı şimdiki gibi hoyrat ve küstahça bir tavır içinde olamayacaklar.
Hava ve deniz sahalarımız inisiyatifimiz dışında; ne Rusya ne de ABD tarafından asla kullanılamayacaktır.
Herhangi bir ülkeye kara harekatı yapacağımız zaman ABD'den giriş tezkeresi almak zorunda kalmayacağız.
Dünya’da ülkemize başat aktör olma imkanı verecek ve güçler dengesini değiştirebilecek stratejik niteliği gereği en baş belirleyici olan ve en zengin rezervlere sahip olduğumuz bor ve uranyum ve burada ismin yazamayacağım bir çok kaynaklar tamamen bizim irade ve inisiyatifimizde olacaktır.
Bu da demek oluyor ki; Dünyanın en büyük güçlerinden biri olacağız.
ABD’li ünlü bir akademisyen ülkeler hakkında yaptığı isabetli tahmin ve öngörüleriyle bilinir. Bu akademisyenin yaptığı gelecek projeksiyonunda Türkiye; 2023 yılında dünyanın en güçlü 3 ülkesinden biri olabileceğini ve tüm Ortadoğu’ya hakimiyet kurabilecek bir potansiyele sahipliğini dile getirmiştir. Olmayacak şeyler değil. Yeter ki kendimize güvenelim, bir ve beraber olalım ve birbirimize düşmeyelim.
İşte bu noktada günümüze geliyorum.
Bugün Ülkem üzerine oynanan tüm oyunlar bu yüzden.
PKK kamplarında Alman ve İngilizler ne arıyor?
Türkiye’de bir sürü casus yakalanıyor
Bugün tam her şey güzel derken terör birden hortluyor.
Sağcı- solcu dediler kırdırdılar.
Alevi -Sünni dediler katlettirdiler.
Şimdi de Kürt -Türk deyip bizi yok etmek istiyorlar.
Özellikle Kürt kardeşlerimiz bu oyuna gelmemeli.
Ermeni ve Rusların kuklası olmamalılar.
Unutmayın başka Türkiye yok.
Allah korusun; Sonumuz Suriye gibi olsa, bize kucak açacak başka ülke de yok.
Suriyelilerin yastık altı paraları vardı yine.
Ya sizin neyiniz var? Parası olanın paralarının hepsi bankalarda.
Allah korusun savaş çıksa banka manka kalmaz. Herkes aç ve sefil olur.
1 Kasım’a az kaldı. Taraf olmayı bırakın ve aklınızı kullanın. Ha evet taraf da olun ama Türkiye’den, Ülkemizden yana taraf olun ve olmalıyız, olmaya mecburuz.
Kimse size ekmeğinizi vermiyor oy verirken bunca şehitleri düşünün.
Çanakkale mücadelesini, Sakarya savaşını, Maraş müdafaasını ve Kurtuluş Savaşı sürecinde verdiğimiz ve kendimizi yoktan var ettiğimiz diğer cepheleri düşünün.
Eliniz önce oy pusulasına değil vicdanınıza gitsin, sonra zaten doğru olanı yapacaksınız.
Saygılar güzel ülkem ve ülkemin güzel insanları….
Seçimlerden sonra sizlerle çok daha güzel yazılarda buluşmak ümidi ile sağlıcakla kalın.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.