Bugün herkes yazar, ben bunu 22.08.1995’te yazmışım!..
Bu Hoca Efendi Hazretleri ile politikacılar arasında bir gelme-gitme trafiği.
Artık kapalı kapılar arkasında ne konuşuyorlarsa, toplantıdan sonra hepsinin beyanı üç aşağı beş yukarı aynı. “Hoca Efendi Hazretlerinin değerli fikirlerini öğrendik”
Ah benim güzel siyasetçim! O kırk bin oy uğruna, kaç yüz bin oy kaybettiğinin farkında değil misin? Bırak oyu, ülkenin neler kaybettiğinin farkında değil misin? Bırak ülkeyi, kendinden neler kaybettiğinin farkında değil misin?
Biz her horozun kendi çöplüğünde ötmesinden yanayız. Bırakın da, bu muhterem Fethullah Hoca Efendi Hazretleri de ait olduğu eksende dönensin dursun.
Ah saf politikacım benim! Sen Hoca Efendi hazretlerini kullanarak kırk bin oy yürüteceğini zannederken, o seni kullanarak farklı vitrin oluşturuyor ve kafalar karışıyor.
Vitrin farklı olduğunda da gerçek mallar gizlenmiş oluyor.
Yani o vitrine bakarak dükkandan içeri girsek ve bir şey almaya kalksak, düpedüz kazıklanacağız. Üstelik böyle bir kazığı yedikten sonra meseleyi “Tüketici Köşeleri” ne şikayet ederek çözemeyiz.
Şimdi denebilir ki; politikacının görevi toplumun çeşitli kesimlerini temsil eden kişilerle görüşüp, halkın nabzını tutmaktır.
Tamam, Kabul. Yerden göğe kadar hak veririm. O zaman söyler misiniz, bu politikacılar, mesela öğretmenleri temsil edenlerle neden aynı muhabbeti kurmazlar?
Sendika yöneticileriyle neden hep hırlaşırlar? Türk gençliğini temsil eden üniversite, lise öğrenci temsilcileriyle muhabbette gördük mü hiç onları? Kapılarını çalan ve ben şu kadar bin kişiyi temsil ediyorum diyen herkesle aynı muhabbet içinde mi görüşüyorlar?
Mesela Kadir İnanır, mesela Savaş Ay, mesela Fatma Girik, mesela ben… Herbirimizin eminim Muhterem Hoca Efendi Hazretleri’nin bir kaç misli fazla seveni ve etkileyebileceği kitleleri vardır. Bu siyasetçiler neden bu isimlerle aynı muhabbette görüşmezler?
Üstelik de tüm bu isimler bu ülkenin birlik ve beraberliği, halkının mutluluğu için çalışan ve fikirleri olan insanlardır. En azından Hoca Efendi Hazretleri’nden bu konuda geri kalmazlar.
Her fırsatta Atatürk’e ve laikliğe olan bağlılıklarını dile getiren gevşek politikacılar, haydi bu isimleri bırakın, çağdaş Türkiye için çalışmakta olan bir takım kuruluşlar var, onların başkanlarıyla niye muhabbet kurmazlar?
Üstelik onların resmi sıfat ve statüleri de var. Mesela Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, mesela Türk Anneler Derneği. Bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Özellikle Tansu Hanım çok iyi bilirler ki, Amerika’da bir siyasetçi demokratik kitle örgütleriyle dirsek temasında değilse hiçbir şey yapamaz.
Şimdi, bu Fethullah Hoca Efendi Hazretleri konusunda yaşadığım bir olayı anlatacağım size.
Geçen programlardan birinde, hani “unutmamalı” köşesi var ya, orada Hoca Efendi Hazretleri’yle ilgili bir kaç espiri yaptık.
Aman efendim bu çok muhterem zatın, hani hoşgörülü, hani ülkesindeki insanların birlik ve beraberliği için çalışan bu zatın, bu barış, demokrasi, hoşgörü abidesi zatın taraftarlarından gelen faks ve telefonları göreceksiniz.
Telefonların sayısını bilemiyorum, ama bir kaç rulo faks geldi. Hepsi de aynı. Aynı cümleler. Daha doğrusu aynı cümleler kuramamalar, aynı ibareler, aynı deyişler.
Zaten gelen protestolar toplam dört yerden. Eminönü, Fatih, Yalova ve Adana’dan. Muhtemeldir ki kitlesel bir eylemle karşılaştık.
Hafif yollu tehditler. Bununla da yetinmeyip çalıştığım televizyonun genel müdürüne gitmişler. O’na da bir tehdit. “İşte Star olayına benzemesin, Cem Özer’i Güner Ümit’e benzetmeyelim” v.s.
Yahu hani barış, demokrasi, kardeşlik için çarpıyordu yüreğiniz?
Size karşı olunamaz mı?
Üstelik bizim muhatabımızın Hoca Efendi Hazretleri olması gerekir. Bir tek ondan çıt yok. Hocam hocam, bizim söyleyecek bir şeylerimiz olduğu vakit gider, ya da ortaya çıkar mertçe söyleriz. Sağı solu harekete geçirip, dolaylı yollarla başvurmayız. Aracı kullanmayız.
Bu sizin taktikleriniz bize (Sözümüz meclisten dışarı) bir sapık soytarıyı, Adnan Hoca nam şaklabanı hatırlatıyor.
Şüphesiz, sizi onunla karıştırıyor değiliz, asla ona benzetmeye niyetimiz de yok. Ama taktiğinizde hata var. Değiştiriniz lütfen.
Biz sizinle ilgili düşüncelerimizi vekaleten söylemiyoruz. Kimseye vekalet etmediğimiz gibi, kimseyi vekil de kılmıyoruz. Mütekabiliyet esasına gore sizin de bu yol davranmanızı bekleriz. Bizim de muhterem bir hazret olmada sizden beri kalır bir yanımız yoktur.
Kapımız açıktır. Avukatlarınıza ya da elçilerinize değil. Size. Programımız açıktır. Buyrunuz kamuoyu önünde tartışalım, hoş beş edelim, gülelim, muhabbet kuralım. Yalnız dikkat buyurunuz, bizim oy kaygımız yoktur, gerçek kaygımız vardır.
Öğrenmeye can attığımız hususları bizzat sizden duyalım. Hoca Efendiliğiniz nereden gelmektedir? Hangi resmi sıfatla siyasetçilere yaklaşmaktasınız? Hazretlik nereden gelmektedir?
Bu memleketin birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacı olduğu zamanlarda bunu tesis etmek için çabaladığınız yazmakta gelen fakslarda. Bu konuda neler yapıyorsunuz? Bizim amacımız da bu değil mi? Aynı amaca farklı yollardan varılamaz mı? İlle sizin ki doğrudur ve diğerleri hain midir? Demokrasi anlayışınız bu denli kıt mıdır?
Yüzlerce okulunuz var, kaç lira vergi verdiniz?
Atatürkçü olduğunuzu söylüyorsunuz. Bu da yeni Numara. Adnan’da öyle diyor. Peki sizin sahip olduğunuz gazetede, bir fotoğrafta, arka plandaki Atatürk posteri bilgisayarla silinmemiş miydi? Sahip olduğunuz televizyon kanalının Atatürkçü yayın politikası izlediği söylenebilir mi?
Yaptıklarınız siyasete ısınma turları mıdır? Yani Erbakan Hoca’nın bir ayağı çukurda mı?
Bir de avukatınız özür dilememi, aksi takdirde yasal yollara başvuracağını söyledi. Hocam şeref duyarım. Biz müfteri ve kasıtlı davaların sanığı olmaya çoktan alıştık. Biz kabahat işlemedik ki özür dileyelim.
Biz sizi bu kadar gözönüne çıkartan, size bu kadar paye veren, sizi bu kadar konuşulur ve önemli hale getiren, bu kadar popüler yapan siyasetçilerden, parti liderlerinden özür dilemelerini istiyor muyuz?
Mahsus saygılar sunar, bilhassa ellerinizden öperim.
Muhterem Cem Özer Efendi Hazretleri.
İşte bu yazım “Hürriyet”teki köşemi sona erdiren yazı. Basılmadı. Haftaya “Hürriyet” e gönderdiğim son yazımı okuyacaksınız. O da basılmadı..
Artık kapalı kapılar arkasında ne konuşuyorlarsa, toplantıdan sonra hepsinin beyanı üç aşağı beş yukarı aynı. “Hoca Efendi Hazretlerinin değerli fikirlerini öğrendik”
Ah benim güzel siyasetçim! O kırk bin oy uğruna, kaç yüz bin oy kaybettiğinin farkında değil misin? Bırak oyu, ülkenin neler kaybettiğinin farkında değil misin? Bırak ülkeyi, kendinden neler kaybettiğinin farkında değil misin?
Biz her horozun kendi çöplüğünde ötmesinden yanayız. Bırakın da, bu muhterem Fethullah Hoca Efendi Hazretleri de ait olduğu eksende dönensin dursun.
Ah saf politikacım benim! Sen Hoca Efendi hazretlerini kullanarak kırk bin oy yürüteceğini zannederken, o seni kullanarak farklı vitrin oluşturuyor ve kafalar karışıyor.
Vitrin farklı olduğunda da gerçek mallar gizlenmiş oluyor.
Yani o vitrine bakarak dükkandan içeri girsek ve bir şey almaya kalksak, düpedüz kazıklanacağız. Üstelik böyle bir kazığı yedikten sonra meseleyi “Tüketici Köşeleri” ne şikayet ederek çözemeyiz.
Şimdi denebilir ki; politikacının görevi toplumun çeşitli kesimlerini temsil eden kişilerle görüşüp, halkın nabzını tutmaktır.
Tamam, Kabul. Yerden göğe kadar hak veririm. O zaman söyler misiniz, bu politikacılar, mesela öğretmenleri temsil edenlerle neden aynı muhabbeti kurmazlar?
Sendika yöneticileriyle neden hep hırlaşırlar? Türk gençliğini temsil eden üniversite, lise öğrenci temsilcileriyle muhabbette gördük mü hiç onları? Kapılarını çalan ve ben şu kadar bin kişiyi temsil ediyorum diyen herkesle aynı muhabbet içinde mi görüşüyorlar?
Mesela Kadir İnanır, mesela Savaş Ay, mesela Fatma Girik, mesela ben… Herbirimizin eminim Muhterem Hoca Efendi Hazretleri’nin bir kaç misli fazla seveni ve etkileyebileceği kitleleri vardır. Bu siyasetçiler neden bu isimlerle aynı muhabbette görüşmezler?
Üstelik de tüm bu isimler bu ülkenin birlik ve beraberliği, halkının mutluluğu için çalışan ve fikirleri olan insanlardır. En azından Hoca Efendi Hazretleri’nden bu konuda geri kalmazlar.
Her fırsatta Atatürk’e ve laikliğe olan bağlılıklarını dile getiren gevşek politikacılar, haydi bu isimleri bırakın, çağdaş Türkiye için çalışmakta olan bir takım kuruluşlar var, onların başkanlarıyla niye muhabbet kurmazlar?
Üstelik onların resmi sıfat ve statüleri de var. Mesela Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, mesela Türk Anneler Derneği. Bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Özellikle Tansu Hanım çok iyi bilirler ki, Amerika’da bir siyasetçi demokratik kitle örgütleriyle dirsek temasında değilse hiçbir şey yapamaz.
Şimdi, bu Fethullah Hoca Efendi Hazretleri konusunda yaşadığım bir olayı anlatacağım size.
Geçen programlardan birinde, hani “unutmamalı” köşesi var ya, orada Hoca Efendi Hazretleri’yle ilgili bir kaç espiri yaptık.
Aman efendim bu çok muhterem zatın, hani hoşgörülü, hani ülkesindeki insanların birlik ve beraberliği için çalışan bu zatın, bu barış, demokrasi, hoşgörü abidesi zatın taraftarlarından gelen faks ve telefonları göreceksiniz.
Telefonların sayısını bilemiyorum, ama bir kaç rulo faks geldi. Hepsi de aynı. Aynı cümleler. Daha doğrusu aynı cümleler kuramamalar, aynı ibareler, aynı deyişler.
Zaten gelen protestolar toplam dört yerden. Eminönü, Fatih, Yalova ve Adana’dan. Muhtemeldir ki kitlesel bir eylemle karşılaştık.
Hafif yollu tehditler. Bununla da yetinmeyip çalıştığım televizyonun genel müdürüne gitmişler. O’na da bir tehdit. “İşte Star olayına benzemesin, Cem Özer’i Güner Ümit’e benzetmeyelim” v.s.
Yahu hani barış, demokrasi, kardeşlik için çarpıyordu yüreğiniz?
Size karşı olunamaz mı?
Üstelik bizim muhatabımızın Hoca Efendi Hazretleri olması gerekir. Bir tek ondan çıt yok. Hocam hocam, bizim söyleyecek bir şeylerimiz olduğu vakit gider, ya da ortaya çıkar mertçe söyleriz. Sağı solu harekete geçirip, dolaylı yollarla başvurmayız. Aracı kullanmayız.
Bu sizin taktikleriniz bize (Sözümüz meclisten dışarı) bir sapık soytarıyı, Adnan Hoca nam şaklabanı hatırlatıyor.
Şüphesiz, sizi onunla karıştırıyor değiliz, asla ona benzetmeye niyetimiz de yok. Ama taktiğinizde hata var. Değiştiriniz lütfen.
Biz sizinle ilgili düşüncelerimizi vekaleten söylemiyoruz. Kimseye vekalet etmediğimiz gibi, kimseyi vekil de kılmıyoruz. Mütekabiliyet esasına gore sizin de bu yol davranmanızı bekleriz. Bizim de muhterem bir hazret olmada sizden beri kalır bir yanımız yoktur.
Kapımız açıktır. Avukatlarınıza ya da elçilerinize değil. Size. Programımız açıktır. Buyrunuz kamuoyu önünde tartışalım, hoş beş edelim, gülelim, muhabbet kuralım. Yalnız dikkat buyurunuz, bizim oy kaygımız yoktur, gerçek kaygımız vardır.
Öğrenmeye can attığımız hususları bizzat sizden duyalım. Hoca Efendiliğiniz nereden gelmektedir? Hangi resmi sıfatla siyasetçilere yaklaşmaktasınız? Hazretlik nereden gelmektedir?
Bu memleketin birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacı olduğu zamanlarda bunu tesis etmek için çabaladığınız yazmakta gelen fakslarda. Bu konuda neler yapıyorsunuz? Bizim amacımız da bu değil mi? Aynı amaca farklı yollardan varılamaz mı? İlle sizin ki doğrudur ve diğerleri hain midir? Demokrasi anlayışınız bu denli kıt mıdır?
Yüzlerce okulunuz var, kaç lira vergi verdiniz?
Atatürkçü olduğunuzu söylüyorsunuz. Bu da yeni Numara. Adnan’da öyle diyor. Peki sizin sahip olduğunuz gazetede, bir fotoğrafta, arka plandaki Atatürk posteri bilgisayarla silinmemiş miydi? Sahip olduğunuz televizyon kanalının Atatürkçü yayın politikası izlediği söylenebilir mi?
Yaptıklarınız siyasete ısınma turları mıdır? Yani Erbakan Hoca’nın bir ayağı çukurda mı?
Bir de avukatınız özür dilememi, aksi takdirde yasal yollara başvuracağını söyledi. Hocam şeref duyarım. Biz müfteri ve kasıtlı davaların sanığı olmaya çoktan alıştık. Biz kabahat işlemedik ki özür dileyelim.
Biz sizi bu kadar gözönüne çıkartan, size bu kadar paye veren, sizi bu kadar konuşulur ve önemli hale getiren, bu kadar popüler yapan siyasetçilerden, parti liderlerinden özür dilemelerini istiyor muyuz?
Mahsus saygılar sunar, bilhassa ellerinizden öperim.
Muhterem Cem Özer Efendi Hazretleri.
İşte bu yazım “Hürriyet”teki köşemi sona erdiren yazı. Basılmadı. Haftaya “Hürriyet” e gönderdiğim son yazımı okuyacaksınız. O da basılmadı..
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.