Türk Milleti ve Türk Devleti 'Müteharrik ve Mütehavvil'
Bu nedenle de Türk Milleti sebatsızdır, yani bir kararı sonuna değin uygulama, bir işi sonuna değin sürdürme konusunda genel olarak sorunlu bir karakteri vardır, çünkü bilinçaltlarında derin bir belirsizlik hissiyatı yaşamaktadırlar.
Türk Milleti olarak bir yandan bilinçaltımızda yer alan beka, varlık endişesi nedeniyle ve bu bakış açısıyla öncelik olarak devleti korumayı amaç sayarken, diğer yandan da her dönem Dünyanın hem sosyal hem de siyasal alanda değişen koşullarının baskısını hissederler hem de bu yeni koşullara uyum sağlama arzusunu duyarız.
Hem değişimin gerekliliği ve kaçınılmazlığının farkında olarak hem de tarihsel olarak tüm tarih boyunca bilinçaltlarına yerleşen beka sorunu, endişesi ile Devlet’e olumsuz bir şey olacak korkusu ile iki arada bir derede mütehavvil (kararsız) bir halde yaşamak zorunda kalan bir milletiz. Türk Milleti’nin Devletçiliği, bu manada toplumsal bir savunma mekanizmasıdır. Ancak bu durum, pek çok çelişkiyi de beraberinde yüzyıllardır bünyemizde taşımaya devam etmiştir.
Mesela bu toplumsal değişim arzusu ile, zamanın kültürel değişikliklerine yönelik çok hızlı bir uyum sağlarken, (örneğin teknolojik vs yeniliklere yönelik millet olarak büyük bir arzu ve heves ile saldırmamız ve hemencecik adapte olmamız) Millet ve Devlet olarak, devlet ile değişikliklerde, daha ürkek, daha yavaş, daha isteksiz bir durumumuz olmaktadır.
Türk Milleti’nin devletçilik ve beka sorunu karşısında böylesine aşırı hassas olmaları, bu konulardaki bazen aşırıya kaçan muhafazakârlıklarının nedeni, Türk Milleti için Devlet denilen yapının sadece siyasal bir organizasyon değil, toplumun-milletin tarihsel olarak toplumsal psikolojilerinde derin bir yer edinen korku ve endişeleridir. Türk Milletinin her daim, etraflarının dört taraflarının düşmanla çevrili olduğu bilinçaltına yerleşmiştir. Türkler yaşadıkları coğrafyada her daim çok güçlü ve çok kalabalık Çin, Hindistan, Fars gibi yerleşik güçlerle komşu olmuşlardır. Kendilerinden daha kalabalık ve yerleşik bu güçlerle komşuluk yaparken varlıklarını koruyup, beka kaygılarını azaltmak için daima ‘yönetmek, devlet sahibi olmak’ zorunda olmuşlardır.
Bu nedenle de, geleneğe düşkünlerdir ve inanılmaz derecede bir devlet organizasyonu yapabilme yeteneğine sahiptirler. Çünkü Türkler, Devleti tüm korkularının, endişelerinin önünde bir güvence ve korunak olarak görürler. Devlet-i ebed müddet olmalıdır.
Ebediyen yaşayacak yüce ve güçlü Devlet, ancak dört tarafı düşmanla çevrili, varlığı, hayatı, dini, dili, vatanı tehdit altında olma endişesi karşısında güvence olabileceğine inanırlar.
İnanılmaz boyutta yerleşen devlet kurma ve yönetme yeteneğine ve tecrübesine rağmen Türkler, Ekonomik, kültürel, siyasal kurum, sistem ve yapılarını yerleşik ve yazılı bir kültüre sahip olmadıkları için devamlı başka kültürlerden ödünç almak zorunda kalmışlardır. Örneğin; orta asyada bozkırlarında iken Çin ve Hind kültüründen, Anadolu’da iken Fars ve daha sonra Bizans’tan ekonomik, siyasal ve kültürel yapı, kurum ve sistemlerini ödünç almışlardır. Bu durum, halen modern Türkiye Cumhuriyeti sürecinde de kuruluşundan bu yana devam etmektedir ki, pek çok kurum, örgütlenme modelimiz, yasal düzenlemelerimiz Batı kültüründen devşirme, öykünme veya kopyalama şeklinde oluşmuştur.
Devleti merkeze alan, devletten bağımsız, ekonomik, sosyal, siyasal yapıya yer bırakmayan tarihsel bilinçaltımıza yerleşik psikolojik dinamiklerimiz gereği, her tür organizasyon ve değişim, devletten kaynaklanan, devlete göre konumlanan bir hale göre oluşmak zorundadır. Her tür değişim köklü, nesnel süreç içinde olgunlaşan bir şekilde değil de ancak yukarıdan aşağıya, devletten kaynaklı devlete göre şekillenmektedir.
Her şeyin devlet eliyle, devletten kaynaklı ve devleti merkeze alarak belirlene bilineceği şeklindeki bu tarihsel kabul nedeniyledir ki, bir başka toplum için normal bir sosyal, siyasal ya da ekonomik olgu ya da olay bizim için bir iktidar mücadelesine dönüşmektedir.
Her tür sosyal, ekonomik siyasal ya da ideolojik oluşumun nihai amacı her zaman iktidarı ele geçirmek olmuştur. Bugün dahi yaşanılan sorunların kökenine baktığımızda bu toplumsal bilinç açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Fetö gibi sağ-dindar görünümlü örgütlerden, sol-sosyalist örgütlere, basit hemşehri derneklerinden, tarikat yapılarına, iş dünyası örgütlenmelerinden spor kulüplerine kadar her yelpazeden oluşum gücünü siyasal bir güç haline getirme sevdasındadır.
Çünkü, Türk Milleti için, toplumsal kaldıracın en temel etkeni, Devlet’tir.
Türk Milleti olarak bir yandan bilinçaltımızda yer alan beka, varlık endişesi nedeniyle ve bu bakış açısıyla öncelik olarak devleti korumayı amaç sayarken, diğer yandan da her dönem Dünyanın hem sosyal hem de siyasal alanda değişen koşullarının baskısını hissederler hem de bu yeni koşullara uyum sağlama arzusunu duyarız.
Hem değişimin gerekliliği ve kaçınılmazlığının farkında olarak hem de tarihsel olarak tüm tarih boyunca bilinçaltlarına yerleşen beka sorunu, endişesi ile Devlet’e olumsuz bir şey olacak korkusu ile iki arada bir derede mütehavvil (kararsız) bir halde yaşamak zorunda kalan bir milletiz. Türk Milleti’nin Devletçiliği, bu manada toplumsal bir savunma mekanizmasıdır. Ancak bu durum, pek çok çelişkiyi de beraberinde yüzyıllardır bünyemizde taşımaya devam etmiştir.
Mesela bu toplumsal değişim arzusu ile, zamanın kültürel değişikliklerine yönelik çok hızlı bir uyum sağlarken, (örneğin teknolojik vs yeniliklere yönelik millet olarak büyük bir arzu ve heves ile saldırmamız ve hemencecik adapte olmamız) Millet ve Devlet olarak, devlet ile değişikliklerde, daha ürkek, daha yavaş, daha isteksiz bir durumumuz olmaktadır.
Türk Milleti’nin devletçilik ve beka sorunu karşısında böylesine aşırı hassas olmaları, bu konulardaki bazen aşırıya kaçan muhafazakârlıklarının nedeni, Türk Milleti için Devlet denilen yapının sadece siyasal bir organizasyon değil, toplumun-milletin tarihsel olarak toplumsal psikolojilerinde derin bir yer edinen korku ve endişeleridir. Türk Milletinin her daim, etraflarının dört taraflarının düşmanla çevrili olduğu bilinçaltına yerleşmiştir. Türkler yaşadıkları coğrafyada her daim çok güçlü ve çok kalabalık Çin, Hindistan, Fars gibi yerleşik güçlerle komşu olmuşlardır. Kendilerinden daha kalabalık ve yerleşik bu güçlerle komşuluk yaparken varlıklarını koruyup, beka kaygılarını azaltmak için daima ‘yönetmek, devlet sahibi olmak’ zorunda olmuşlardır.
Bu nedenle de, geleneğe düşkünlerdir ve inanılmaz derecede bir devlet organizasyonu yapabilme yeteneğine sahiptirler. Çünkü Türkler, Devleti tüm korkularının, endişelerinin önünde bir güvence ve korunak olarak görürler. Devlet-i ebed müddet olmalıdır.
Ebediyen yaşayacak yüce ve güçlü Devlet, ancak dört tarafı düşmanla çevrili, varlığı, hayatı, dini, dili, vatanı tehdit altında olma endişesi karşısında güvence olabileceğine inanırlar.
İnanılmaz boyutta yerleşen devlet kurma ve yönetme yeteneğine ve tecrübesine rağmen Türkler, Ekonomik, kültürel, siyasal kurum, sistem ve yapılarını yerleşik ve yazılı bir kültüre sahip olmadıkları için devamlı başka kültürlerden ödünç almak zorunda kalmışlardır. Örneğin; orta asyada bozkırlarında iken Çin ve Hind kültüründen, Anadolu’da iken Fars ve daha sonra Bizans’tan ekonomik, siyasal ve kültürel yapı, kurum ve sistemlerini ödünç almışlardır. Bu durum, halen modern Türkiye Cumhuriyeti sürecinde de kuruluşundan bu yana devam etmektedir ki, pek çok kurum, örgütlenme modelimiz, yasal düzenlemelerimiz Batı kültüründen devşirme, öykünme veya kopyalama şeklinde oluşmuştur.
Devleti merkeze alan, devletten bağımsız, ekonomik, sosyal, siyasal yapıya yer bırakmayan tarihsel bilinçaltımıza yerleşik psikolojik dinamiklerimiz gereği, her tür organizasyon ve değişim, devletten kaynaklanan, devlete göre konumlanan bir hale göre oluşmak zorundadır. Her tür değişim köklü, nesnel süreç içinde olgunlaşan bir şekilde değil de ancak yukarıdan aşağıya, devletten kaynaklı devlete göre şekillenmektedir.
Her şeyin devlet eliyle, devletten kaynaklı ve devleti merkeze alarak belirlene bilineceği şeklindeki bu tarihsel kabul nedeniyledir ki, bir başka toplum için normal bir sosyal, siyasal ya da ekonomik olgu ya da olay bizim için bir iktidar mücadelesine dönüşmektedir.
Her tür sosyal, ekonomik siyasal ya da ideolojik oluşumun nihai amacı her zaman iktidarı ele geçirmek olmuştur. Bugün dahi yaşanılan sorunların kökenine baktığımızda bu toplumsal bilinç açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Fetö gibi sağ-dindar görünümlü örgütlerden, sol-sosyalist örgütlere, basit hemşehri derneklerinden, tarikat yapılarına, iş dünyası örgütlenmelerinden spor kulüplerine kadar her yelpazeden oluşum gücünü siyasal bir güç haline getirme sevdasındadır.
Çünkü, Türk Milleti için, toplumsal kaldıracın en temel etkeni, Devlet’tir.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.