Coğrafya kaderdir..
İbni Haldun‘un Dünya Tarihinin ilk sosyoloji kitabı olarak varsayılan 'mukaddime' isimli kitabında, 'Coğrafya kaderdir' der.
O’na göre çevresel koşulları ve olanakları tanımak, insan toplumu ve bu toplumlarda yaşanan gelişmeleri ve değişmeleri anlamak için en önemli kriterdir. Bilimsel olarak izah edecek olursak, İbni Haldun sosyolojisinde toplumlar ‘bağımlı değişkenler’ ve ‘bağımsız değişkenler’ yanı tarih ve coğrafi,çevresel etkenler insan toplumunun yaşamına etki eden faktörlerdir.
Bu çerçeveden bakacak olursak, içinde bulunduğumuz bize göre Dünya’nın merkezi olan Barı’ya göre Ortadoğu diye adlandırılan içinde bulunduğumuz coğrafya olan dar manada Mezepotamya geniş manada Avrasya’da yaşanan zulümleri, savaşların isyanların, ekonomik bolluğun ve rekabetlerin tarihsel alt yapısını ve nedenlerini daha iyi anlayabiliriz.
Bir kısım tarihçiler bu coğrafya için derler ki ‘İlk insan bu coğrafyada türemiştir. Bu nedenle Bu coğrafyadan bolluk ve kaynak eksik olmayacaktır.’ Der. Diğer bir kısım tarihçiler ise, ‘ ilk kan bu topraklarda akıtıldığı için bu topraklarda kan ve gözyaşı eksik olmayacaktır.’ Derler. Tarihten bugüne baktığımızda, her iki tezin de tecrübeler ışığında tarihsel doğrulukları olduğu görülecektir.
Eski zamanlarda ulaşımın en zor olduğu dönemlerde dahi ticaret merkezi, kültür merkezi olma özelliği taşıyan bu coğrafya, bugün ulaşım ve teknoloji sayesinde dünyanın öteki ucundaki devletlerin de ilgi odağıdır.
Sanayileşmeyle beraber gelen yakıt bulma sorunu, Ortadoğu’yu sahip olduğu yeraltı zenginlikleriyle de bir kez daha ön plana çıkarır.Ortadoğu, dün de bugün de birçok alanda insanların ilgisini çeken bu sebeple de birçok devletin üzerinde hâkimiyet kurmak istediği bir yer olmuştur.
Bu coğrafya öylesine çıkar odaklı bir coğrafyadır ki, bugün her büyük gücün Ortadoğu tanımı dahi kendi çıkarlarına göre değişkenlik göstermektedir. ABD için Ortadoğu, Kuzey-batı Afrika kıyılarından Pakistan’ a kadar geniş bir alanı kapsar, Rusya için Ortadoğu dar bir alandır.İngiltere için Ortadoğu, petrol ve doğalgaz yani enerji kaynaklarına göre belirlenmektedir.
Bu coğrafyanın üç temel sorunu olan Filistin sorunu,Kürt Sorunu, Kıbrıs sorunu başka bir coğrafyada bölgesel sorunlar olarak değerlendirilecek sorunlarlardır.Ancak bu bölgede baş gösterdiği için her biri global ve dünya ölçekli sorunlar olarak değerlendirilmektedir. Bu sorunların tümün tarihsel olarak Orta Doğu’da ortaya çıkan ve etkileri günümüze kadar devam eden ve orta doğudaki tüm sorunları doğuran yapısal sorunlar şunlardır:
Özellikle İngiliz ve Fransızların müdahalesiyle şekillenen yeni haritalar, Orta Doğu’da barışı ve huzuru yok etmiş, suni devletçikler oluşturmuş ve yeni çatışmalar için zemin hazırlamıştır. Yapay bir şekilde belirlenen “sınırlar”, “liderler” ve “milletler” planın birinci kısmını oluşturmuş ve bölge birinci derecede İngiltere’nin, ikinci derecede Fransa’nın kontrolü altına girmiştir. Bu süreçte, Orta Doğu’nun birincil sorunu olan istikrarsız sosyo-politik yapı, ekonomik ve kültürel geri kalmışlık sorunlarının temelleri atılmıştır.
İkinci olarak, bölgede suni bir uluslaşma süreci başlatılmış ancak başarılı bir şekilde tamamlanamamış, başta bölgede hakim olan İngiliz ve Fransızların, etnik ve mezhepsel farklılıkları vurgulayarak ayrılıkları daha belirgin hale getirmişlerdir. Bunun sonucunda vatandaşlık kavramı yerine aşiret veya mezhep üyeliği kavramı, bireylerin kendilerini tanımlamalarında daha etkili olmuştur. Bireylerin bağlılıkları ortak üst kimliklerinden ziyade farklı gruplara yöneliktir. Bu durum, Orta Doğu’da istikrarsızlığı hazırlayan ve devamında etkin olan önemli bir faktördür. Bugün ise, özellikle Kürt halkı üzerinden geç suni ve seküler bir uluslaşma süreci PKK eliyle yürütülmeye çalışılmaktadır.
Üçüncü olarak, Orta Doğu’da bariz bir durum ise bölgenin adil,sosyal,demokratik hukuk devleti özellikleri taşıyan rejimlerden mahrum olmasıdır. Genellikle diktatörlükler, yar diktatörlükler veya sınıf yönetimleri mevcuttur. Bu duruma isyan ve ümit olarak başlatılan Arap baharı ise yine bölgeye yönelik çıkarları olan büyük güçlerin dolaylı ya da direkt müdahaleleri ile ümit yerine istikrarsızlık ya da yeni diktatörlüklere neden olmaya başlamıştır.
Dördüncü olarak, II. Dünya Savaşından sonra, başta İngiltere’nin destek ve katkılarıyla bölgede kurulan İsrail Devleti, yeni sorunlara sebep olmuştur. Çeşitli politikalarla farklı coğrafyalardan “vadedilmiş topraklara” göç etmek zorunda bırakılan Yahudi nüfus,Filistin topraklarına yerleştirilmiştir. Zamanla bölgede artan Yahudi nüfusu ve uluslar arası destek sonucunda Filistin topraklarında İsrail Devleti kurulmuş, ve Müslüman Arapların ortasında suni olarak kurulan bu devlet günümüze kadar Orta Doğu’daki istikrarsızlığa sebep olan baş aktörlerden biri olmuştur.
Beşinci olarak, Orta Doğu’daki istikrarsızlığın bir diğer sebebi de İran’dır. Çok eski bir medeniyete sahip olan ve yüzyıllardır İslam dinine tabi olmalarına rağmen eski medeniyetlerinin izlerini taşıyan İran, özellikle devrim sonrasında, Orta Doğu’da etkinlik sahasını genişletme çalışmaları içerisindedir. başta İran ve Suriye olmak üzere bazı Orta Doğu devletleri Rusya’nın aktif olarak bölge politikalarına dönüşünü arzu etmektedirler. Bu devletlerin, ABD ve İsrail’i dengelemek için bu eğilimde oldukları ileri sürülebilir. Rusya da özellikle Putin sonrası dönemdeki çizgisiyle bölge üzerinde etkin olmaya isteklidir. Rusya, Çin ve İran ile yakınlaşmaktadır. Özellikle Suriye’de yaşanan olaylara rağmen hala Esad’ı desteklemekte ve Birleşmiş Milletler nezdinde Esad yönetimi aleyhine çıkacak yaptırım kararlarına karşı gelmekte ve veto etmektedir. Bu durum hem bizi, hem ABD’yi, hem de insan haklarına saygılı tüm ülkeleri rahatsız etmektedir. Bu gelişmeler ise Orta Doğu’yu daha karmaşık ve sorunlu hale getirmektedir. Son yıllarda ekonomisi sürekli büyüyen ve süper güç olma yolunda hızla ilerleyen Çin de, Orta Doğu’da söz sahibi olabilmek için mücadeleye dahil olmaktadır. Çin, sürekli artan enerji ihtiyacını karşılamak ve hidrokarbon kaynaklarının kontrolü konusunda söz sahibi olabilmek için bölgede meydana gelen olaylarda taraf olmakta ve kendisine müttefikler aramaktadır.
Çin ve Rusya’nın Orta Doğu politikalarına müdahil olması bölgeye istikrarın gelmesi, demokratikleşme, devlet-halk barışıklığı bağlamında fayda değil zarar getirmektedir.
Bugün için Orta Doğu; istikrar ve güvenlik sorunları olan, terör gruplarının barınma imkanı bulduğu, halkların yeterli özgürlüğe sahip olmadığı, baskıcı yönetimlerce yönetilen bir bölgedir.
Bu bölgede yaşamanın tüm insanlık tarihi boyunca bedelleri olmuştur. Bu bölgede yaşayan insanlar tarafından tarihte adil, özgür büyük devletler kurulmuş, büyük imparatorluklara ev sahipliği yapılmıştır. Çünkü bu bölgenin tarihi, coğrafi, tabi kaynakları ve insan dinazimi buna uygundur. Bu olanaklar iyi kullanıldığında tarihte pek çok büyük devlete ve medeniyete ev sahipliği yapan bu coğrafya; bu olanaklar kötü kullanıldığında da büyük ve emparyel emelleri olanların iştahını kabartan ve paylaşım alanına dönen bir coğrafya da olabilmektedir. Bu durumun da tarihte ve günümüzde pek çok örneğini yaşadık ve yaşamaktayız.
EVET COĞRAFYA KADERDİR!
Bu coğrafyanın kaderi de ya akıllı,adil insanlar olarak birlikte büyük medeniyetler kurmak ya da zalim ve aptallar olarak birbirimizle kavga sömürgeci emellerin paylaşım alanına dönmektir.
O’na göre çevresel koşulları ve olanakları tanımak, insan toplumu ve bu toplumlarda yaşanan gelişmeleri ve değişmeleri anlamak için en önemli kriterdir. Bilimsel olarak izah edecek olursak, İbni Haldun sosyolojisinde toplumlar ‘bağımlı değişkenler’ ve ‘bağımsız değişkenler’ yanı tarih ve coğrafi,çevresel etkenler insan toplumunun yaşamına etki eden faktörlerdir.
Bu çerçeveden bakacak olursak, içinde bulunduğumuz bize göre Dünya’nın merkezi olan Barı’ya göre Ortadoğu diye adlandırılan içinde bulunduğumuz coğrafya olan dar manada Mezepotamya geniş manada Avrasya’da yaşanan zulümleri, savaşların isyanların, ekonomik bolluğun ve rekabetlerin tarihsel alt yapısını ve nedenlerini daha iyi anlayabiliriz.
Bir kısım tarihçiler bu coğrafya için derler ki ‘İlk insan bu coğrafyada türemiştir. Bu nedenle Bu coğrafyadan bolluk ve kaynak eksik olmayacaktır.’ Der. Diğer bir kısım tarihçiler ise, ‘ ilk kan bu topraklarda akıtıldığı için bu topraklarda kan ve gözyaşı eksik olmayacaktır.’ Derler. Tarihten bugüne baktığımızda, her iki tezin de tecrübeler ışığında tarihsel doğrulukları olduğu görülecektir.
Eski zamanlarda ulaşımın en zor olduğu dönemlerde dahi ticaret merkezi, kültür merkezi olma özelliği taşıyan bu coğrafya, bugün ulaşım ve teknoloji sayesinde dünyanın öteki ucundaki devletlerin de ilgi odağıdır.
Sanayileşmeyle beraber gelen yakıt bulma sorunu, Ortadoğu’yu sahip olduğu yeraltı zenginlikleriyle de bir kez daha ön plana çıkarır.Ortadoğu, dün de bugün de birçok alanda insanların ilgisini çeken bu sebeple de birçok devletin üzerinde hâkimiyet kurmak istediği bir yer olmuştur.
Bu coğrafya öylesine çıkar odaklı bir coğrafyadır ki, bugün her büyük gücün Ortadoğu tanımı dahi kendi çıkarlarına göre değişkenlik göstermektedir. ABD için Ortadoğu, Kuzey-batı Afrika kıyılarından Pakistan’ a kadar geniş bir alanı kapsar, Rusya için Ortadoğu dar bir alandır.İngiltere için Ortadoğu, petrol ve doğalgaz yani enerji kaynaklarına göre belirlenmektedir.
Bu coğrafyanın üç temel sorunu olan Filistin sorunu,Kürt Sorunu, Kıbrıs sorunu başka bir coğrafyada bölgesel sorunlar olarak değerlendirilecek sorunlarlardır.Ancak bu bölgede baş gösterdiği için her biri global ve dünya ölçekli sorunlar olarak değerlendirilmektedir. Bu sorunların tümün tarihsel olarak Orta Doğu’da ortaya çıkan ve etkileri günümüze kadar devam eden ve orta doğudaki tüm sorunları doğuran yapısal sorunlar şunlardır:
Özellikle İngiliz ve Fransızların müdahalesiyle şekillenen yeni haritalar, Orta Doğu’da barışı ve huzuru yok etmiş, suni devletçikler oluşturmuş ve yeni çatışmalar için zemin hazırlamıştır. Yapay bir şekilde belirlenen “sınırlar”, “liderler” ve “milletler” planın birinci kısmını oluşturmuş ve bölge birinci derecede İngiltere’nin, ikinci derecede Fransa’nın kontrolü altına girmiştir. Bu süreçte, Orta Doğu’nun birincil sorunu olan istikrarsız sosyo-politik yapı, ekonomik ve kültürel geri kalmışlık sorunlarının temelleri atılmıştır.
İkinci olarak, bölgede suni bir uluslaşma süreci başlatılmış ancak başarılı bir şekilde tamamlanamamış, başta bölgede hakim olan İngiliz ve Fransızların, etnik ve mezhepsel farklılıkları vurgulayarak ayrılıkları daha belirgin hale getirmişlerdir. Bunun sonucunda vatandaşlık kavramı yerine aşiret veya mezhep üyeliği kavramı, bireylerin kendilerini tanımlamalarında daha etkili olmuştur. Bireylerin bağlılıkları ortak üst kimliklerinden ziyade farklı gruplara yöneliktir. Bu durum, Orta Doğu’da istikrarsızlığı hazırlayan ve devamında etkin olan önemli bir faktördür. Bugün ise, özellikle Kürt halkı üzerinden geç suni ve seküler bir uluslaşma süreci PKK eliyle yürütülmeye çalışılmaktadır.
Üçüncü olarak, Orta Doğu’da bariz bir durum ise bölgenin adil,sosyal,demokratik hukuk devleti özellikleri taşıyan rejimlerden mahrum olmasıdır. Genellikle diktatörlükler, yar diktatörlükler veya sınıf yönetimleri mevcuttur. Bu duruma isyan ve ümit olarak başlatılan Arap baharı ise yine bölgeye yönelik çıkarları olan büyük güçlerin dolaylı ya da direkt müdahaleleri ile ümit yerine istikrarsızlık ya da yeni diktatörlüklere neden olmaya başlamıştır.
Dördüncü olarak, II. Dünya Savaşından sonra, başta İngiltere’nin destek ve katkılarıyla bölgede kurulan İsrail Devleti, yeni sorunlara sebep olmuştur. Çeşitli politikalarla farklı coğrafyalardan “vadedilmiş topraklara” göç etmek zorunda bırakılan Yahudi nüfus,Filistin topraklarına yerleştirilmiştir. Zamanla bölgede artan Yahudi nüfusu ve uluslar arası destek sonucunda Filistin topraklarında İsrail Devleti kurulmuş, ve Müslüman Arapların ortasında suni olarak kurulan bu devlet günümüze kadar Orta Doğu’daki istikrarsızlığa sebep olan baş aktörlerden biri olmuştur.
Beşinci olarak, Orta Doğu’daki istikrarsızlığın bir diğer sebebi de İran’dır. Çok eski bir medeniyete sahip olan ve yüzyıllardır İslam dinine tabi olmalarına rağmen eski medeniyetlerinin izlerini taşıyan İran, özellikle devrim sonrasında, Orta Doğu’da etkinlik sahasını genişletme çalışmaları içerisindedir. başta İran ve Suriye olmak üzere bazı Orta Doğu devletleri Rusya’nın aktif olarak bölge politikalarına dönüşünü arzu etmektedirler. Bu devletlerin, ABD ve İsrail’i dengelemek için bu eğilimde oldukları ileri sürülebilir. Rusya da özellikle Putin sonrası dönemdeki çizgisiyle bölge üzerinde etkin olmaya isteklidir. Rusya, Çin ve İran ile yakınlaşmaktadır. Özellikle Suriye’de yaşanan olaylara rağmen hala Esad’ı desteklemekte ve Birleşmiş Milletler nezdinde Esad yönetimi aleyhine çıkacak yaptırım kararlarına karşı gelmekte ve veto etmektedir. Bu durum hem bizi, hem ABD’yi, hem de insan haklarına saygılı tüm ülkeleri rahatsız etmektedir. Bu gelişmeler ise Orta Doğu’yu daha karmaşık ve sorunlu hale getirmektedir. Son yıllarda ekonomisi sürekli büyüyen ve süper güç olma yolunda hızla ilerleyen Çin de, Orta Doğu’da söz sahibi olabilmek için mücadeleye dahil olmaktadır. Çin, sürekli artan enerji ihtiyacını karşılamak ve hidrokarbon kaynaklarının kontrolü konusunda söz sahibi olabilmek için bölgede meydana gelen olaylarda taraf olmakta ve kendisine müttefikler aramaktadır.
Çin ve Rusya’nın Orta Doğu politikalarına müdahil olması bölgeye istikrarın gelmesi, demokratikleşme, devlet-halk barışıklığı bağlamında fayda değil zarar getirmektedir.
Bugün için Orta Doğu; istikrar ve güvenlik sorunları olan, terör gruplarının barınma imkanı bulduğu, halkların yeterli özgürlüğe sahip olmadığı, baskıcı yönetimlerce yönetilen bir bölgedir.
Bu bölgede yaşamanın tüm insanlık tarihi boyunca bedelleri olmuştur. Bu bölgede yaşayan insanlar tarafından tarihte adil, özgür büyük devletler kurulmuş, büyük imparatorluklara ev sahipliği yapılmıştır. Çünkü bu bölgenin tarihi, coğrafi, tabi kaynakları ve insan dinazimi buna uygundur. Bu olanaklar iyi kullanıldığında tarihte pek çok büyük devlete ve medeniyete ev sahipliği yapan bu coğrafya; bu olanaklar kötü kullanıldığında da büyük ve emparyel emelleri olanların iştahını kabartan ve paylaşım alanına dönen bir coğrafya da olabilmektedir. Bu durumun da tarihte ve günümüzde pek çok örneğini yaşadık ve yaşamaktayız.
EVET COĞRAFYA KADERDİR!
Bu coğrafyanın kaderi de ya akıllı,adil insanlar olarak birlikte büyük medeniyetler kurmak ya da zalim ve aptallar olarak birbirimizle kavga sömürgeci emellerin paylaşım alanına dönmektir.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.