Sebeplerini bilmiyorum. Orası çok tartışılan bir konu. Fakat gerçek şu ki; sorgulamaya, soru sormaya çekiniyoruz veya korkuyoruz. Doğru ve yanlışın birbirine karıştığı bu çağda daha seçici olmamız gerekirken, biz önümüze ne çıkarsa kabul etmeye başladık. Bunun eğitim seviyesiyle alakası yok.
Olay iyice "Bir deli bir kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış" olayına döndü. Sosyal medya platformlarında, mesajlaşma uygulamalarında canı sıkılan birisi bir haber uyduruyor, sonra onu dikkate alıp da bu mesajı doğru bilgi gibi yayanları hem keyif yaparak hem de "Vay be. Ben neymişim böyle yahu?" diyerek izliyor. Aldığı mesajın kaynağını soran, 2 dakika zahmete katlanıp internetten doğruluğuna bakan yok.
Üstelik bunu eğitim seviyesi üst seviyede olan kişiler bile yapıyor. Yok meclisten bilgi sızmış, yok bakan kayıt dışı olarak birine söylemiş vesaire vesaire. Yahu biraz mantık kullanalım, biraz sorup sorgulayalım bilginin kaynağını. Sosyal medyada bir yazı yazmak bu kadar kolayken, okuma yazmayı bilen herkes internette kaynağı sorulmadan yazı yazabiliyorken nasıl oluyor da yazılan her şeye inanabiliyoruz?
Bir dönem liselerde seminerler verdim. Sunum planım 45 dakikalık bir ders için; 20 dakika sunum, 20-25 dakika interaktif kısım yani soru-cevap şeklindeydi. Fakat soru sormayı o kadar unutmuşuz ki, 3-5 tane soruyu yalvararak çıkartıyorduk.
Soru sormak, meraktan kaynaklanır. Merak ise öğrenmek için lazım olan birinci şarttır. Öğrenmek ise; ilk nefesimizden, son nefesimize kadar devam eden, etmesi gereken bir şeydir. İlgililer tarafından bu durum araştırılmalı ve çözüm yolları bulunmalı.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında köyden aydınlar yetiştirmek, köye öğretmen yetiştirmek amacı ile Köy Enstitüleri kurulmuş. Bu enstitülerde dersler; sorgulayarak, tartışılarak, hayatın içinden olaylar verilerek anlatılırmış. Herkesin fikrini özgürce söyleyebilmesi için öğrenci, öğretmen ve idarecilerin katıldığı toplantılar düzenlenir; bu toplantılarda bir öğrenci idarecileri bile özgürce eleştirebilir, yapılan hatalara çözüm yolları sunabilirmiş. Hal böyle olunca sorma ve sorgulama konularında da çekingenlik söz konusu olmazmış.
Türkiye’de bir dönem benim de başkanlığını yaptığım Öğrenci Meclisleri Projesi uygulandı. Aslında bu proje bir nevi öğrencinin okul yönetimine katılma projesiydi. İlk önce sınıf temsilcisi seçilir, sınıf temsilcileri okul öğrenci meclisi başkanını seçer, okul öğrenci meclisi başkanları üç kişiden oluşan öğrenci meclisi başkanı ve heyetini seçer, ilçe heyeti il heyetini, il heyeti ise Türkiye Öğrenci Meclisi başkanı ve heyetini seçerdi. Aslında öğrencileri temsil etmesi, demokrasi kültürünü yaygınlaştırması, sormayı sorgulamayı öğretmesi açısından önemli bir projeydi. Fakat; biraz öğrencilerin projeyi iyi anlayamaması, biraz okul idarelerinin bu meclisleri dikkate almaması, siyasetten uzak olması gereken bu meclislerde siyasi partilerin kendi üyelerini seçtirmeye çalışması gibi durumlardan dolayı Milli Eğitim Bakanlığı bu projenin aslına uygun gitmediğini görerek geçtiğimiz yıl tüm çalışmaları durdurup, projeyi iptal etti.
Şimdi bu konuya hakim olan uzmanların, konuyu inceleyip bir çözüm yolu bulması gerekiyor. Eğer Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün hedeflediği muassır medeniyetler seviyesine ulaşmak, entelektüel bir toplum olmak istiyorsak, önce sormayı ve sorgulamayı öğrenmemiz gerekiyor.