Çok anlatılan bir kıssa vardır.
Bir baba çocuğunun hareketlerini beğenmedikçe "Sen adam olmazsın" dermiş. Aradan uzun yıllar geçmiş, bu çocuk büyümüş ve kaymakam olmuş. Babasının "Sen adam olmazsın" sözü içine çok dert olduğundan maiyetindeki görevlilere babasını makamına getirmelerini emretmiş.
Babası geldiğinde kaymakam, babasına dönerek "Bak baba! Sen bana ‘adam olamazsın' diyordun ama ben koskoca kaymakam oldum" demiş. Babası oğluna dönerek "Ben sana kaymakam olamayacağını demedim ki. Adam olamayacağını söyledim. Nitekim olamamışsın da. Adam olsan babanı ayağına getirtmek yerine sen babanı ziyarete gelirdin" demiş.
Bu hikâyeyi anımsamama neden olan şahıs bir üniversitenin "rektörü!" olan Prof. Murat Ferman…
Beyefendi ekonomi ile ilgili katıldığı bir televizyon programında engelli bireylerle enflasyonu eş değer tutarak "Herkesin ortak bir anlayış beraberliğiyle herkesin bildiği ama ifade etmediği; ailenin özürlü çocuğu gibi idare ediyoruz. Çünkü ondan çocuk parası geliyor. Herkes bir şekilde yararlanıyor ondan. Çok şikâyet ediyoruz; ‘Ya geceleri bağırıyor, çağırıyor, komşularla aramız bozuluyor' diyoruz ama aslında çocukcağız da hayatımızın bir parçası. Onun sayesinde özellikli yerlere girebiliyoruz, indirimli kart alabiliyoruz, çocuk parası alıyoruz, hak etmediğimiz şeylere ulaşıyoruz. Enflasyon böyle bir şey. Enflasyonla biz suç ortağıyız" demek sureti ile engellileri aşağılayıcı, açık açık bir faydalanma kaynağı olarak gösteren bir üslupla terbiyesizliğin, ahlaksızlığın ve cehaletin -amiyane tabirle- dibine vurmuştur. Beyefendi yukarıdaki hikâyeden de yola çıkarak rektör olmuştur ama insan olamamıştır…
Şimdi bu sözler bir engelli olarak beni üzdü üzmesine ama beni korkutan bir şey var: bu "insan" bir eğitim kurumunun başında, bir akademisyen ve gençlere temas ediyor. Yani özetle koronadan daha tehlikeli olan bu cehalet virüsüne kapılmış sözde "akademisyen" gençleri zehirliyor. Bu çok korkunç bir şey. Gerçi özür dilemiş, yanlış anlaşıldım demiş ama açıklamalarının ne kadar samimiyetten uzak, görevden alınmamak için, sosyal medya da linç edilmemek için yapıldığını izleyen herkes anlıyor zaten.
Bizler engelli olarak hayatta kalmak için, hak ettiğimiz insan değerini alabilmek için, toplumdaki önyargıları yıkabilmek için bu kadar mücadele ederken topluma örnek olması gereken okumuş bir insanın, bir akademisyenin, bir rektörün böyle sözler sarf etmesi bizi derinden yaralıyor. Açılan bu yara samimiyetten uzak bir özür ile telafi edilemez. Bizim isteğimiz; eğer azıcık onuru varsa kendi talebiyle istifa etmesi, yoksa devletin makamlarınca gerekli soruşturma açılarak görevinden azledilmesidir…
Bence bundan sonra bu beyefendiye artık hiçbir platformda konuşma hakkı tanınmamalıdır. Bu vesile ile görüyoruz ki; akademik başarı bir makama atanmak, bir makamı yönetmek için yeterli değildir. Bu şahıs ile ilgili gereken en kısa sürede yapılmalıdır.
Son olarak bir kez daha gördük ki konu engelli ve engelli hakları olunca kendini hak savunucusu ilan eden birçok klavye silahşoru sus pus oluyor, hiçbir yorumda, açıklamada bulunmuyor. Şimdi kimse kusura bakmasın ama bu olayları nihayete erdirmeden kimse bizim 3 Aralık Dünya Engelliler Günümüzü, 10-16 Mayıs Engelliler Haftamızı kutlamasın.
Hiç samimi olmuyor çünkü…