Dolayısıyla geçmişe bakarak gelecek için ders çıkarmak önemlidir. Ancak dünyanın değişim hızı o kadar artmıştır ki; geçmiş çözümler gelecek ve şu anki problemler için yeterli gelemiyor.
Ülkemiz son 15 yılda ekonomik anlamda önemli bir ivme kazandı.
Birileri bunu böyle görmek istemeyebilir.
Ancak
“iyiye iyi demek, söyleyeni yüceltir”, basiret ve kapasite gerektirir.
Ancak iyilerin de her an
“iyiyim önyargısı”na kapılarak rehavet riski tehlikenin en büyüğüdür.
Şu anki ekonomik darboğazın aşılmasının “başarılı
liderlik” gerektirdiği kanaatindeyim.
Her zaman her liderden beklendiği gibi mevcut bugün de; koruma, düzen kurma ve yol gösterme beklentileri oluşmuştur ve oluşur.
Diğer bir ifadeyle; vatandaşlar, firmalar, bankalar, kamu kurumları, yabancı yatırımcılar ve diğer ekonomik paydaşlar, başta ekonomik krizden korunma, mevcut durumda iyileşme ve bundan sonra ne yapmaları gerektiğine ilişkin yol göstericilik beklemektedir.
Bu bağlamda, mevcut durum;
Problemlerin kaynağına inilmesi,
Etkilenen her kesim için çok yönlü analizinin yapılması,
Her kesimin ihtiyaçlarının gözeten adımlar atılması
Ve uzun vadeli bakış açısı, gerektiriyor.
Dolardaki tırmanışın düşüşü ve atılan siyasi adımlar ile birlikte ülkemizin risk priminde düşme yaşanmıştır.
“
Ülke risk primi”; bir ülkenin borçlarını ödeyememe riski anlamına gelmekte ve maalesef söz konusu ülkenin dış borçlanma kaynaklarının azalması ve maliyetin artması demektir.
Aşağıdaki grafikte Eylül ayı ile birlikte risk priminde yaşanan düşüş görünmektedir.
Ancak, ülkemiz risk priminin hala Avrupa, Asya ve Latin Amerika ortalamalarının oldukça üzerinde olduğu görülmektedir.
Bölgesel Risk Primleri
EMBI Avrupa EMBI Asya EMBI Latin Amerika EMBI Türkiye
Kaynak: Bloomberg
Son dönemlerde görülen risk primindeki düşüş ve faiz artırımları ile ülkemize bir miktar yabancı sermaye akışını, bu kritik süreçte olumlu bir gelişme olarak görebiliriz.
Peki bu olumlu gelişmelerin haricinde ülkemiz şu an nelerle baş etmek durumdadır?
Ekonomik gündemde “
enflasyon, işsizlik ve büyüme” daha büyük bir yer tutmaya başladı.
Bu bağlamda, TÜFE ve ÜFE’de ciddi artışlar yaşanmış, faiz artırımı ile birlikte özel sektör ve tüketicilerin kredilere olan taleplerinde ciddi düşüşler görünüyor.
Talebin kısılması enflasyon için iyi gelişme olmakla birlikte büyümeyi riske sokan bir durum arz ediyor. “
Enflasyonla Topyekün Mücadele Programı” kapsamında özel sektörde fiyat indirimleri yapılmaya da başlandı.
Bu indirimler bir taraftan fiyatlardaki artışın durdurulması diğer taraftan ise talebin sürdürülmesini hedefliyor.
Özel sektörün bu inisiyatif ve adımı, ülkemizde milli birlik ve beraberlik ruhunun bir göstergesi olması hasebiyle sembolik değeri yüksek bir tavırdır.
Tabii ki ekonomik problemlerin aşılmasında tüm paydaşlar elini taşın altına koymalıdır.
Ancak halihazırdaki ekonomik durgunluk ve bunun getireceği sıkıntılar en başta özel sektörü tehdit etmektedir.
Aşağıdaki grafik imalat sanayi kapasite kullanım oranlarındaki ciddi düşüşü gösteriyor.
Ayrıca reel kesim güven endeksine bakacak olursak, maalesef firmaların ihtiyacımız olan yatırım güdüsüne de sahip olmadığını anlıyoruz.
Aşağıdaki grafikte söz konusu endeksteki düşüş çok net şekilde görünüyor.
Dolayısıyla her ne kadar firmalarımız indirim yapmaya çalışsa da, özel sektörün çok da hareket serbestisi olmadığını söylemek zorundayız.
Enflasyon ile mücadele ederken harcama kaleminin kısılması tabii ki gerekiyor.
Ancak, hem enflasyon hem de küçülme anlamına gelen stagflasyon (durgunluk) riskini asla göz ardı etmemeliyiz.
Ki, bu durumda işsizlikle mücadele daha da güçleşiyor.
Bu nedenle büyümeye devam edebilmek için yatırımların artırılması teşvik bir zorunluluktur.
Çünkü Ülkemiz ekonomisinin özel sektör imkan ve kapasitesi üzerinde inşa edildiği aşikardır.
Harvard Üniversitesi’nde “
Finansal Krizler” dersi veren Prof. Reinhart, “
ekonomik krizleri önlemenin en önemli koşulunun önceki krizlerden ders alınması olduğunu vurgulayarak; ülkelerin faiz oranları çok düşük olduğunda dahi dış borç sınırını aşmaması ve
enflasyon ile, ortaya çıkmadan önce mücadele edilmesi gerektiğini” dile getiriyor.
Enflasyon ile ortaya çıkmadan önce müdahale ve mücadele edilmesinde üretime dayalı bir büyüme modeli ve teknolojik kapasitemizin artırılmasının hayati olduğu düşüncesindeyim.
Unutmamalıyız ki; liderlik bir kişilik özelliği değil, durum ve koşullara göre yapılan bir eylemdir.
İçinde bulunduğumuz durum ise, bir liderden
geçmişten ders çıkarırken geleceği de öngörmesini gerektirmektedir.