Ekonomik çözüm üretirken bireyleri anlamak…

Zira bireyler üreten, tüketen ve karar veren tüm mekanizmaların ortak paydasıdır.

Hal böyle olunca 2019’a girdiğimiz şu günlerde bireylerin ekonomiye yönelik algısının anlaşılması önemli bir husus…


Maalesef 2018’in ikinci yarısında yaşanan ekonomik gelişmeler ülkemizdeki tüm paydaşları etkiledi ve ekonomiye olan güven algısını sekteye uğrattı.

Geldiğimiz noktada toparlanmaya çalışıyoruz.

Ancak gerek hükümet politikalarının başarıya ulaşabilmesi gerekse özel sektörün yeniden canlanması bakımından tüketicilerin vereceği tepkiler hayati rol oynamakta… 

Peki tüketiciler bu gelişmeleri nasıl algılıyor?

Aşağıdaki grafikte 2017-2018 dönemine ilişkin hizmet, inşaat, perakende ticaret sektörleri ve tüketici güven endeksleri görülüyor.


Kaynak: TUİK

Grafikten 2018 yılı Ağustos ayından itibaren yukarıda yer alan tüm güven endekslerinde bir düşüş yaşandığı görülüyor. 

Ancak, tüketiciler ve inşaat sektörünün güven algısı daha çok etkilenmiş durumda.

TUİK verilerine göre 2018 yılı Eylül ayında tüketici güven endeksinde aylık bazda %13,2’lik bir düşüş yaşanmış.

Bu ise, son 15 yıllık ülkemiz tarihinde aylık bazdaki en büyük düşüşe denk geliyor.

Ayrıca, hizmet ve perakende ticaret sektörünün güveni yenilenmeye başlamışsa da, tüketicilerdeki güvensizlik hala devam ediyor.

Tüketiciler güvenmeyince ne yapıyor?

Tüketiciler güvenmedikleri yerine, güvendiklerine sarılıyor.

Tasarruf yapabilecek kaynağa sahip olan tüketiciler, yabancı mevduat ve kıymetli maden gibi güvenli limanlar arıyor. 

Aşağıdaki grafik Ağustos 2018’den itibaren yurtiçi paydaşların yabancı mevduat talebinin hızla arttığını gösteriyor.



Tabii ki her tüketici aynı lükse sahip olamıyor, bazı grup tüketiciler ise yalnızca harcamalarını kısarak veya harcama kalemlerini değiştirerek ekonomik gelişmelere tepki verebiliyor.

Bu durumda yüksek enflasyon ortamında tüketici harcamalarının kısılmasının ne anlama geldiğinin yorumlanması önem arz ediyor.

Ekonominin aşırı ısınması ve soğuması artık daha da yaygın kullanılmaya başlayan kavramlar haline gelmiştir.

Yüksek büyümeye ihtiyaç duyan gelişmiş ülkelerde ekonominin, potansiyelinin üstünde bir büyümeye zorlanması nedeniyle genellikle cari açık ve bütçe açığı sorunları ortaya çıkıyor.

Bu tür ısınmış ekonomilerde enflasyon ve işsizlik baskısı oluşuyor.

Bu durumda bir taraftan para arzını kısacak para politikaları diğer taraftan harcamaları kısma yönünde maliye politikaları uygulanarak ekonomi soğutulmaya çalışılıyor.

Harcamaları kısma noktasında, hükümet ve tüketicilerden hangisinin daha fazla kısması gerektiğinin titizlikle incelenmesi lazım.

Ortadaki sorun: enflasyon, evet…

Ancak enflasyon hastalık mı yoksa sadece semptom mudur diye araştırmamız gerekiyor.

Bilindiği üzere birçok hastalık aynı semptomu gösterebiliyor.

Örneğin, karın ağrısı şikayeti olan bir kişide birçok hastalığın çıkma olasılığı olup diğer başka semptom veya tahlillerle hastalığın ne olduğu araştırılıyor.

Bu nedenle enflasyonun kaynaklarının da aynı titizlikle araştırılması gerekiyor.

Enflasyon talep baskısı nedeniyle mi oluşmuştur yoksa yüksek kur ve faiz oranları nedeniyle arz maliyetlerinin artması şeklinde mi oluşmuştur?

Yoksa üreticiler risk almamak için arzı mı kısmaktadır?

Bunlar başlı başına ayrı bir yazı konusu olabilir.

Ancak her hal ve şartta tüketicileri anlamamız gerekiyor.

Ortada sorun yok herşey yolunda derken; bu, tüketicilerin nezdinde nasıl karşılanıyor bilmemiz gerekiyor.

Tüketimin düştüğü bir yerde üretime ne oluyor diye düşünmemiz gerekiyor.

Üretimin düşmesinin nelere yol açabileceği ve nihayetinde enflasyonun düşüp düşemeyeceğini analiz etmemiz gerekiyor.

Konu ülke ekonomisi olunca bu gerekiyorlar kolay kolay tükenmiyor diyerek noktalamak istiyorum.
OGÜNhaber