113'üncü İslam halifesi de olan Sultan II. Abdülhamid 33 yıllık boyunca Osmanlı topraklarına birçok hizmette bulunmuştu.
Tam 33 yıl (1876–1909) Devlet-i Âliye'yi idare ettikten sonra 31 Mart Vak'ası ile tahttan indirilen ve İttihatçılar tarafından Selanik'e sürülen 2. Abdülhamid, Balkan Harbi'nin patlak vermesi üzerine İstanbul'a geri getirildi. Hâkân-ı Sâbık, beş yıl boyunca Beylerbeyi Sarayı'nda sıkı gözetim altında yaşadı.
Padişahın son günleri ve cenaze merasimi, üzerinde önemle durulması gereken hâdiselerdir.
Beylerbeyi sarayında Cihan Harbi'nde cephelerden gelen acı haberler karşısında çok üzülen yaşlı hünkâr, her yanı tarih kokan ama merkezî ısıtma sistemine ve diğer saraylardaki gibi ihtişamlı şöminelere sahip olmayan Beylerbeyi Sarayı'nda, mangal ateşiyle ısıtılan bir odada ölümü karşılamak zorunda bırakılmıştı.
5 Şubat 1918'de şiddetli soğuk algınlığı sebebiyle rahatsızlanan 2. Abdülhamid, saray doktoru Hüseyin Âtıf Bey'in verdiği ilâçları kullanınca akşama doğru iyileşir gibi oldu; hattâ giyindi ve biraz dolaştı.
Akşam yemeğinde âdeti olduğu üzere ailesiyle birlikte sofraya oturdu. İştahsızlıktan söz ederek bir köfte, bir iki kaşık kabak, bir adet de pirinç unu tatlısı yiyen 2. Abdülhamid, yemekten sonra göğsünde bir sancı hissetmeye başlayınca Müşfika Hanım derhal doktor getirtmek istedi; ama Âtıf Bey o sabah müsaade alarak evine gitmişti.
Kardeşi Vahdettin Efendi'nin hususî doktoru Aleksiyadis Efendi Beylerbeyi'nde oturuyordu. Hemen Muhafız Kumandanı Rasim Bey ona haber gönderdi. Sultanı muayene eden doktorun teşhisi 'zatürree' başlangıcıydı. Hâkân-ı Sâbık'ın üşüme nöbetlerinin ardı arkası kesilmiyordu.
Bu arada Sultan Reşad ve Enver Paşa'ya vaziyet bildirildi. Sonunda Âtıf Bey saraya geldi. O da muayene neticesinde aynı kanaate varınca Abdülhamid, bir de meşhur doktorlardan Neşet Ömer Bey'e kontrol ettirildi. Durumu iyi değildi, sabaha kadar sarayda kimsenin gözüne uyku girmedi.
Sabahları banyo yapmaması tavsiye edilen Abdülhamid Han, ihtimal vefat edeceğini hissetmiş olmalı ki, 'Banyo benim medar-ı hayatımdır, beni kimse bundan men edemez, beni banyodan mahrum ederseniz hakkımı helâl etmem.' diyerek bu tavsiyeyi dinlemedi. Vefat ettiği günün sabahında da banyosunu yaptı.
Hayatının son yirmi yılında dâima yanında bulunan Müşfika Hanım, banyodan sonra çamaşırlarını giydirdi yaşlı çınarın. Fakat bir şey dikkatini çekti. Sultanın sırtı fevkalâde terliyordu. Müşfika Hanım endişe içerisinde, 'Aman efendiciğim çok terliyorsunuz.' deyince Abdülhamid'in dudaklarından, 'Kadın, bu ecel teridir' sözleri döküldü.
Daha sonra Abdülhamid oturduğu yerde sabah namazını edâ etti ve sütünü istedi. Âdeti üzere yarım bardak maden suyuna karıştırılmış sütünü içtikten sonra, 'Hamdolsun Yarabbi! Daha iyiyim.' deyip Müşfika Hanım'ın yardımıyla yatak odasına girdi ve yavaşça yatağına uzandı.
O dakikalarda Sultan Reşad'ın, Selâm-ı Şâhâne ile Dolmabahçe'den gönderdiği doktorlar geldi. Muayene esnasında Şehzade Âbid Efendi'nin mahzun bir hâlde karşısında durduğunu gören Abdülhamid, 'Ağlama oğlum. İyiyim, üzülme.' diyerek onu teskin etti.
Biraz rahat nefes alabilmek için doktorlardan kan almalarını istedi. Doktorların, rahat etmesi için morfin yapma tekliflerini ise reddetti.
Heyet odadan çıktıktan sonra içeride kalan Rasim Bey, Abdülhamid'in yanına gelerek elini öptü ve 'Hâkânım hakkını helâl et!' dedi. Abdülhamid Han, Selanik sürgününden bu yana yanında bulunan muhafız kumandanının yüzüne hayretle baktı, bir cevap vermedi.
Sonradan içeriye giren Saliha Hanım'a gülümseyerek, 'Rasim Bey bizden ümidi kesmiş olacak ki, elimi öptü, benden helâllik istedi.' dedi ve gözleri dolmuş bir hâlde ah çekerek, 'Bütün hizmetime bir kara çarşaf çektiler. Benim kimseden talep edecek hakkım yok.' diye ilâve etti.
Müşfika Hanım bu sırada, 'Efendiciğim! Bundan büyük hastalıklar geçirdiniz. İnşallah yine iyi olursunuz. Hakkınızı da elbet Allah alır' cevabını verdi.
Öğlene doğru Abdülhamid Han, sulu bir kahve istedi. Müşfika Hanım'ın koluna dayanarak oturan Abdülhamid, Şöhreddin Ağa'nın getirdiği kahveyi eline aldı ve bu sırada gözlerini odada bulunanların üzerinde gezdirerek âdeta onlarla vedalaştı.
Vefakâr eşi Müşfika Hanım'ın avucunu öperek, 'Allah senden razı olsun.' dedi. Sonra Saliha Hanım'ın elini tutarak, 'Hakkını helâl et' deyip onunla da vedalaştı.
Kahveden bir yudum içti; ama ikinci yudumu içemeden kahve Müşfika Hanım'ın avucuna döküldü ve yüksek sesle 'Allah!' diyen Abdülhamid'in başı Müşfika Hanım'ın koluna düştü.
76 yaşında hayata gözlerini kapayan Sultan Abdülhamid'in cenazesi, 11 Şubat 1918 Pazartesi günü Beylerbeyi Sarayı'ndan Topkapı Sarayı'na getirilmeden evvel, ailesi ve yakınları tekrar odasına girip son hürmeti ve vedâı yaptılar.
Evet dostlarım, siyasi buhranların iç ve dış odaklı yıpratma çalışmalarının bitmek bilmediği ülkemizde Abdülhamid Han'ı ve onun siyasi dehasını taktiklerini anlamak, anlatmak tarihi anlamak, bugünü ve geleceği anlamaktır.
O dönemin imkansızlıklarıyla başardığı siyasi zaferler örnek alınıp bu günün gelişmiş teknolojisi de eklenirse ülkemiz adına çok yol alınacaktır.
Abdülhamid Han bu ülkeye çok değerli hizmetlerde bulunmuş, bütün dünyanın övgüsünü almış siyasi bir dehadır. Allah ondan razı olsun, mekanı cennet olsun!
Allah’a emanet olunuz!