Yayınlandığı gün başka diziler olmadığı için reytingleri gayet güzel geldi.
İbn Arabi’nin Alimler Satranç’ı isimli oyunundan uyarlanan Vuslat dizisinde; ailesinin geçimi için mücadele eden Feride’yle (Devrim Özkan), bir holdingin patronu olan Aziz’in (Kadir Doğulu) aşkını ve geçmişlerindeki büyük sırları anlatılıyor.
Fakat başlıkta da dediğim gibi Vuslat yorgunuyum.
Diziyi izlemek beni epey bir yordu.
Dizinin ilk 10 dakikası saat 6’ya kitlenmeler, yakın planda anlamsızca tek tek saatleri gösterip bir gizem katmalar.
Tamam bir kaç kez ver ama 10 dakika sürmesin değil mi!
İlerleyen dakikalarda zengin-fakir aile evlerinin durağan sabah halleri derken, dizinin konusuna bir türlü girilemeyişi beni hikayeden fena uzaklaştırdı.
Belki anlatmak istedikleri hikaye çok güzel?
Keşke anlatımı bu kadar zorlu hale getirmeselerdi.
Diyalogları ve sahneleri merak uyandırmak için gizemli hale getirelim derken izleyiciyi uzaklaştıran bir hale getirmişler.
Antikacı bilge karakteri Salih’in (Mehmet Özgür) teatral tonlamasıyla “bunu anlaman için yolcu olman gerekir, yolcu olman için de yola çıkman gerekir” diye başlayıp gerekenleri sıralamasıyla devam eden sözleri, beni benden alıp diyar diyar savurdu.
Düşündürmekten çok istemsiz güldürdü.
İçimden “vay be ne kadar manalı bir anlatım” diyemedim.
Diyemedim, diyemedim, diyemedim.
Öylece kaldım kıpırdayamadım.
Elma olman için ağaç olmak gerekir, ağaç olman için de fidan olmak gerekir.
Fidan olman için de tohum olmak gerekir. Tohum olman için de çekirdek olmak gerekir. Çekirdek olman için de yenmiş elma olmak gerekir.
Bu böyle bir döngüdür oğul!
Şimdi dişlerin sağlamsa elmayı ısır.
Bunu ben uydurdum ama bilmem anlatabildim mi dizinin havasını?
Aforizmalardan, anafor-izmalar oluşuyor.
Başrol oyuncusunun abartı bir sekreteri, yine başrol kızımızın da abartı bir arkadaşı her dizide olduğu gibi bu dizide de var.
Eee dizinin kötü karakteri yok mu?
Elbette var, olmaz olur mu?
Bas bas bağırıyor, “ben buradayım, dizide bütün kötülükler benden gelecek” diye.
Kerem karakteri (Ümit Kantarcılar) sağ olsun
Hele hece hece konuşmasına hiç bir şey demiyorum.
Üç beş aya dili çözülür herhalde.
Kadronun tamamı tesadüfen olmasa gerek,
bilerek ve isteyerek abartılı oynamayı seçmişler. Çünkü bu kadar abartı tesadüf olamaz.
Sanırım grotesk olma çabası vardı.
Başrol karakterimiz Aziz daha ilk bölümden bir çok kişiyi öldürdü.
Eyvah anti kahraman mı doğuyor yoksa?
Ee tamam doğsun da!
Başrol kızımız Feride, Aziz’i bir kaç adamı öldürürken şahit oldu.
Sen nasıl ilk bölümden Aziz’den etkilenirsin? Böyle kolay konuşursun?
Babasının dükkanı yandığında nasıl bir katilin arabasına binip kendini bıraktırmak istersin?
İşte anca filmlerde, dizilerde olur diyorsun öylece izliyorsun.
Mantık kurmayacaksan diziyi izle.
Dur bakalım aynı gün Çukur dizisi karşısına gelince reytingler nasıl olacak?
Ah aslında hikaye güzel gibi ama anlatım eksikliği o kadar çok ki, ne yazık diyorsun onca emeğe.
Haftanın Filmi: Roma
Roma filmi günlerce konuşuldu.
Seven arkadaşlarım da oldu, sevmeyen de.
Roma filminin yönetmenliğini ve senaristliğini "Büyük Umutlar", “Harry Potter ve Azkaban Tutsağı”, “Y Tu Mama Tambien”, “Son Umut” ve “Yerçekimi” gibi başarılı filmler ile karşımıza çıkan iki Oscar ödüllü Alfonso Cuaron üstleniyor.
Roma, şu ana kadar izlediğim en yalın anlatımlı filmler arasında yer alıyor.
Her şeyi olduğu gibi, hiç abartmadan, katmadan, süslemeden ama etkileyici bir şekilde gösterebilmeyi başarmış ve vermek istediği duyguyu izleyiciye net bir şekilde aktarabilen bir yapıt olmuş.
Sanki kurmaca değil de gerçek hayattan kesitler izliyormuş gibi bir duyguya kapıldım.
Zaten filmin yönetmeni Alfonso Cuaron, onu yetiştiren hizmetçilere minnettarlığını sunmak istemiş ve çocukluğundan kalan bazı anları da filme eklemeyi ihmal etmemiş.
Otobiyografi türünde bir film olmuş.
Filmin konusu
70’lerin Meksiko’sunda (Meksika’nın başkenti), Roma Mahallesi’nde, 4 çocuklu bir orta sınıf ailenin hizmetçisi olan Cleo’nun yaşamına dair bir hikayeden oluşuyor.
Küçük dünyasında, büyük mutluluklar çıkaran, fazla iş yüküne rağmen her şeye yetişebilen, evin çocuklarını giydiren, yediren ve ninnilerle uyutan sessiz, uysal bir Cleo karakteri var.
Ailenin hem Cleo’yla ilişkileri, hem de kendi içindeki dramlarını da anlatan bu filmde, özellikle evin hanımıyla, evin hizmetçisinin erkekler konusunda benzer mutsuzluklarını vurgulayan, zaman zaman sizi ağlatan bir hikaye olmuş.
Aynı zamanda o dönemin sosyokültürel ve siyasi taraflarını da ele alan bu filmi kesinlikle tavsiye ediyorum, mutlaka izleyin.
Haftanın Dizisi: Project Blue Book
Project Blue Book dizisinin yapımını efsane olan Geleceğe Dönüş yani orijinal adıyla Back To The Future film serilerinin yönetmeni Robert Zemeckis üstleniyor.
Dizinin oyuncuları; Game of Thrones dizisinden Aidan Gillen, The Vampire Diaries serisinden bildiğimiz Michael Malarkey, Gossip Girl’den Robert John Burke, Ksenia Solo, Neal McDonough ve Laura Mennel gibi isimlerden oluşuyor.
Dizinin konusu
1952-1969 yılları arasında Amerikan Hava Kuvvetleri’nin UFO bağlantısının gerçek olup olmadığını incelemek adına
Astrofizikçi Profesör J. Allen Haynek’i görevlendirmesiyle başlıyor.
Ayrıca Hynek tarihte ilk defa UFO yani “Unidentified Flying Object” diyerek bu sözcüğü literatüre kazandıran kişiymiş.
Geçmişte saklanan bazı belgelerin günümüzde tekrar açığa çıkmasından esinlenen dizi bilim kurgu-dram-belgesel tarzında çekilmiş.
O döneme ait kıyafetleriyle, makyajlarıyla, arabalarla ve evlerin dekoruna kadar 60’ları bire bir yaşatarak etkileyici bir atmosfer yaratmışlar.
History Channel için çekilen 10 bölümlük Project Blue Book oldukça büyük bütçeli bir iş olmuş.
UFO ve uzay meselelerine ilgi duyanlara tavsiye ederim.
Herkese iyi seyirler, iyi haftalar.