Detaylarla o kadar çok oyalanıyoruz ki, gerçeği kaçırıyoruz. Görmek istediğimizi görüyor, duymak istediğimiz kadarını duyuyoruz. Kimin ne yaşadığını, neyi neden yaptığını anlamamız bazen mümkün olmuyor. Oysa yaşanılan her şeyin bir geçmişi, bir hikayesi mutlaka vardır. Biz sadece gördüğümüz kadarını yorumluyor ve yargılıyoruz. Bazı şeyleri fark etmemiz ve bize biçilen görevleri yerine getirmemiz için gerçekten söyle bir geriye yaslanıp olayları anlamlandırmamız gerekiyor. Bir şeylere şahit olmak bile tevafuktur!. Hiç birşey başımıza tesadüfen gelmez.
Küçük bir hikaye paylaşmak istiyorum..
İki gezgin melek, geceyi geçirmek için oldukça varlıklı bir ailenin evinin kapısını çalmışlar. Aile, pek kaba bir üslûpla, meleklere yatacak yer olarak koca malikanenin konuk odalarından birini vermek yerine, soğuk bodrumundaki küçük bir köşeyi göstermiş.
Melekler buz gibi odanın soğuk ve sert zemininde kendilerine yatacak bir yer hazırlamaya çalışırken, yaşlı melek duvarda bir delik görmüş ve kalkıp deliği onarmaya girişmiş. Genç melek, yaşlı meleğe bu hareketinin nedenini sorunca, yaşlı melek hafifçe gülümsemiş:
"Her şey, her zaman, göründüğü gibi değildir."
Sabah malikaneden ayrılan melekler, gece bastırınca bir kez daha kalacak yer bulmak umuduyla, bu defa çok fakir bir çiftçi ailesinin kapısını almışlar. Son derece misafirperver olan fakir karı koca, sofralarında ne var ne yoksa meleklerle paylaştıktan sonra, onlara rahatça uyumaları için kendi yataklarını vererek yanlarından ayrılmışlar.
Sabah güneş doğduğunda, melekler zavallı karı kocayı gözyaşları içinde bulmuşlar: yegane geçim kaynakları olan tek inek de tarlalarının ortasında cansız yatmaktaymış.
Genç melek bu sefer iyice öfkelenerek yaşlı meleğe isyan etmiş:
Bunun olmasına nasıl izin verebildin?... O varlıklı kaba adamın her şeyi vardı ama sen kalktın ona yine de yardım ettin. Bu iyi yürekli fakir ailenin ise o tek inekten başka hiçbir şeyleri yoktu buna rağmen onu bile paylaşmaya gönüllü oldular. Ama sen o ineği de yitirmelerine izin verdin?...
Bunun üzerine yaşlı melek, genç meleğe dönerek şu cevabı vermiş:
"Her şey, her zaman, göründüğü gibi değildir."
O zengin malikanenin bodrumunda kaldığımız gece, duvardaki deliğin dibinde külçe külçe altın saklı olduğunu farkettim. Malikânenin sahibi bu kadar açgözlü olduğu için ve kendisine verilmiş şans sayesinde edindiği zenginliğin bir parçasını bile paylaşmaya yanaşmadığı için, ben de o deliği öyle bir kapatıp mühürledim ki artık arayıp bulsa da açamaz.
Ve devam etmiş:
Sonra dün gece biz çiftçi ailesinin yatağında uyurken, ölüm meleğinin o çiftçinin karısını almaya geldiğini gördüm, ben de onun yerine, ineği verdim. Yaşlı melek, gülümseyerek bir kez daha eklemiş:
"Her şey, her zaman, göründüğü gibi değildir."
Bu hikaye aslında pek çok şeyi özetliyor. Gördüklerimizin sadece birer fotoğraf olduğunu, gözlerimiz, ruhumuz, irademiz, şuurumuz, duygularımız olmadan baktığımızda bizi yanıltabileceğini çok güzel anlatıyor.
Her gün bir yerlerde "inanılmaz" dediğimiz olaylar yaşanıyor. Bizlerde olaylarda hep bir tarafı destekliyoruz. Önyargılıyız çünkü. Birimizin alkışladığı şeye diğerimiz lanet okuyor.
Önyargı, insanın kalbine aklına giden tüm yolları tıkar. Gördüğümüz, şahit olduğumuz şeyleri bile farklı yorumlayabiliriz. İnsanları zor durumda bırakabiliriz. Öngörü olarak gerekliliktir elbette ama kesin hüküm vermeden asla kimseyi zan altında bırakmamak gerekir. Kimbilir şahit olduğumuz, duyduğumuz, gördüğümüz pek çok şeyde belki de bir misyonumuz vardır.
O yüzdendir ki, her yaşanılan şeyin önce sebebini sorgulamak lazım. "Yolun tamamını görmek için biraz uzaktan yada yukarıdan bakmak gerekir."