Toprak Ana

Ülkemizde, toprağın çok daha değişik değeri vardır.
Toprak güçtür.
Toprak uğruna ne kavgalar edilmiş ne aileler paramparça olmuşlardır.

Bir avuç toprak için hiç çekinmeden hayatını veren şehidler ile dolu tarihimiz.

Toprak insanlığı doyurur ise elbette ki toprak değerlidir. Hemde çok değerlidir.

Peki gelelim, bugüne, günümüzün sorunlarına ve sorunların çözümüne.

Özellikle de gıda maddelerinin son aylardaki fahiş fiyat artışlarını, hükümetin hiçbir hamlesi, maalesef durduramadı.

Çünkü birileri, bu hamleleri, türlü oyunlar ile boşa çıkarttı ve zam üstüne zam yaparak, ülkeyi bezme noktasına getirdi.
İşte o birileri, bunları yaparken de kıs kıs gülerek, olup bitenleri seyrediyor, haksız kazanç üstüne, haksız kazanç sağlamaya devam ediyor.

Bu bağlamda, hal yasasının çıkması neden bu kadar uzadı, bilemiyorum.

Ancak hal yasası da emin olun o birileri tarafından, bir yolu bulunur, delinir.
Çünkü yasa delmekte, kural, kanun tanımamakta, maalesef üstümüze yok.
Bu da acı bir Türkiye gerçeği.

Peki ne olmalı ne yapılmalı?

Çok geniş bir toprak reformu yapılmalı ve endüstriyel ziraate geçilmeli, hem de mümkün olduğunca hızlı!

Ne toprak reformu diye soracak olursanız, izah etmeye gayret edeyim.

Son birkaç haftadır, ülkenin çeşitli yörelerindeki pek çok ziraatçiler ile görüştüm.
Ve aynı zamanda toprak sahibi olup, ekip biçmeyen/biçemeyen ile de.

En büyük sorun olarak ortaya çıkan ne enerji fiyatları ne yakıt fiyatları.

En büyük sorun, özellikle de kursak kesimde, köy/kasaba/nahiyeler içinde ve civarında olan arazilerin dağınıklığı, araziler üzerinde kısmen senelerdir, hatta on senelerdir süren hukuk davaları, toprak sahiplerinin ülke dışında olmaları, araziler üzerinde çok çeşitli sorunların olması olarak kendini kristalize etti maalesef.

Miras bırakan, eskiden bir bütün olarak duran arazileri bölüp paylaştırması.

Alakasız insanların gelip, yatırım amaçlı araziler alması, varislerin bir/birkaç dönüm üzerinde hak iddia etmesi ve bunların mahkemelere taşınması, burada da duruşmalara gelmeyen/gelemeyen kişilerden ötürü, ya da çok sivri avukatların daha da sivri hukuk oyunları yüzünden, prosedür yüzünden, hâkim değişimi ve çeşitli hukuk tahammülleri yüzünden, davaların uzadıkça uzaması yüzünden, milyonlarca dönüm zirai arazi ekilmiyor, işlenmiyor, âtıl vaziyette durup duruyor.

Bu milli bir servetin kullanılmaması demek.

Ekilmemiş her metrekare toprağın, milli ekonomiye verdiği zarar demek.

Evet, tabii son yirmi/otuz yıldır, ziraat yerine kentleşmeye, daha da kentleşmeye gidildiği de bir gerçektir.

Özellikle de turizm bölgelerinde, çeşitli ziraat faaliyetlerinde kullanılan toprakların, bugün otellere, tatil sitelerine dönüştüğü de bir gerçektir.

Ancak, büyük şehirlerin etrafında yaşanan kentleşmenin, o büyük şehirlere göç veren yörelerde de büyük boşluklara neden olduğu da bir gerçektir.

Yani farzı misal, Afyon'da toprağını ekip biçecek insanlar, topraklarını üç otuza satarak, İstanbul'da işçi olarak çalışmakta.

Hem ziraati hem de ziraatçiyi kaybetmişiz yıllardır.

Bugün ise toprak mahsülleri ile kendi kendimize yetmeyi başaramaz isek, acı gerçek şu ki, ithal edecek gıda maddelerini bulamayacağız.
Çünkü kimse satmayacak.

Buyurun Hindistan Ayçiçeği yağının ihracatını yasakladı bile.

Radikal bir karar mı?
Hiç değil.
Hindistan'ın nüfus sayısı ortada.

Ve evet, bu gibi uygulamaları bizim de yapmamız gerekiyor gibi gözüküyor.

Fakat devletin ilk önce bu ekilmeyen araziler hakkında köklü girişimler yapması şart.

İlk adım olarak da toprağını ekmeyen çiftçiye belli bir meblağ ödeyip, ekecek olanları o arazileri tesis etmesi ile başlanabilir.

Böylelikle, alan memnun/satan memnun durumu ortaya çıkar.

Sübvansiyon böyle yapılırsa, çözüm köklü olur.

İkinci ve çok önemli bir adım, birilerinin, şirket-lerin, simsarların, komisyoncuların, bir yörenin tüm ektiklerini, daha ekinden üç/otuza kapatıp, sonra da piyasaya tekelden ve istediği fiyattan sürmesinin önüne geçmektir.

Şimdi bazıları diyecek ki, serbest piyasa, serbest ekonomi.

Ben de diyorum ki, bunlar "normal zaman ve şartlarda" geçerli.
Ancak içinde bulunduğumuz zaman dilimi olağanüstü bir durum, şartlar ise gün geçtikçe anormal haller alıyor.

En önemlisi ise bu durum/lar, önümüzdeki zaman zarfında, kısa/orta/uzun vadede daha da çetinleşecek, daha da anormal hallere girecek.

Bu tüm dünya için geçerli maalesef.

Bu olağanüstü durumlardan en az zarar ile, belki de kar ile çıkmak istiyor isek, çok daha akılcıl, çözüm odaklı, hızlı tedbirler almalıyız, siyasetler güdmeliyiz.

Dış siyasette, diplomatik arenalarda izlediğimiz başarılı siyasetin, iç siyasette, kamuoyu nezdinde pek bir değeri yok maalesef.
Bu da bir gerçek.

Ve çok yakın geçmiş bize, KDV'den feragat etmenin, denetimlerin de facto hiçbir işe yaramadığını gösterdi.

Sorunu kökünden çözmez isek, bataklığı kurutmaz isek, ilaçlama hiçbir işe yaramıyor.

Evet, turizm ülkemizin çok önemli bir gelir kaynağı.
Ancak zirai bakımdan, kendi iç piyasamıza %100 yetmez isek, sıkıntılar daha da büyüyecektir.

Hele de kendimize yetmeden, ihracat yapar isek, felaket bağıra bağıra gelecektir.
Şu an bağırıyor zaten.

Toprak sorunlarını, behemehal çözmeliyiz.
Endüstriyel tarıma derhal geçmeliyiz.
Bu bağlamda elbette, büyük ve küçükbaş hayvancılığı da olağanüstü sübvansiyonlar ile desteklemeliyiz.

Yüzde yedi KDV'den feragat etmekten ise o meblağları bu tür desteklere harcamak, zannımca, kısa/orta ve uzun vadede daha karlı olacaktır.

Kimse kendini kandırmasın.
Önümüzdeki en az beş sene çok çetin geçecek.
Bu da en iyimser tahmin.

Onun için, hep beraber toprak anayı, olduğu değere geri kavuşturalım.

Toprak insanlığı doyurur!


Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam
OGÜNhaber