Birileri sebat eder, azimlidir, hırslıdır, mücadelesini kazanır, hedeflerine ulaşır.
Kimi ise gerek tez canlılıktan gerek ise azimsizlikten, pes eder veya gereken çabayı göstermeye muktedir değildir.
Hayatta eğer bir gayeniz var ise, bir davanız var ise veya bir şeye kendinizi adadı iseniz, bunun için göze almanız gereken şeyler olacaktır.
Göğüslemeniz gereken ipler, zorluklar muhakkak vardır.
Bunların üstesinden gelmek de veya pes edip, kaybetmekte, sadece ve sadece iradenize, davanıza olan inancınınıza bağlıdır.
Başarısızlığın bahanesi çok, gayretin yolu ise tek dir.
Sanırım mücadeleci ruhun, takım ruhunun, davasına inanmışlığın, yegane örneklerinden biri de Bert Trautmann’dır.Evet tarihi bir kişilik, ama mitolojik bir efsane olmayan biri!
Traurmann, Nazi rejiminin son dönemlerinde henüz 17 yaşında iken, Almanların en elit askeri birliklerinden olan Fallschştmjaeger, yani paraşütçü komandolar birliğine gönüllü katılmış, sayısız muharebelerde, Demir haç dahil, beş madalya alan bir askerken, İngiliz ordusuna esir düşmüştür.
İngiltere ye götürülüp, toplama kampları dahil, Nazilerin iğrençlikleri kendine gösterildiğinde, şok olmuş ve kendi ırkından esef eden biri olmuştur.
1948’de salıverilmesine rağmen, Almanya’ya dönmeyi reddederek, İngiltere’de yaşamaya başlayan Bert Trautmann, futbolda da bir yetenek sahibidir.
Başlarda orta sahalarda oynasada, bir gün kaleye geçmek ile ömrünün geri kalanını değiştirecek bir karar almıştır.
Kalecilikteki yeteneği, Manchester City’nin yetenek kılavuzlarının da dikkatinden kaçmamış ve takıma transfer edilmiştir.
Ama heyhat, daha savaş biteli sadece beş yıl geçmiştir, savaşın travmaları, acıları halen zihinlerdeki yerini korumaktadır.
Bir Alman’ın bu takıma alınmasını, taraftar sindirememektedir.
Nümayişler düzenlenir.
Takım kaptanı, Normandiya kahramanı, Trautmann’ın önüne geçer ve böylelikle, ortam biraz yumuşar.
Ancak deplasman maçları, onun için cehennem gibidir.
Topun ona her gelişinde stadlar “Nazi, Nazi” diye inler. Trautmann ise yoluna devam eder.
Sene 1956 olmuştur, şampiyonluk maçı oynanmaktadır Wembley stadına!Manchester City, Birmingham karşısında 3 – 1 öndedir!
O zamanın kurallarında, oyuncu değiştirme yoktur.
Maç hangi oyuncular ile başladı ise onlarla bitmelidir.
Sakatlık durumunda, takım eksik devam etme zorundadır.
Maçın son on yedi dakikasında, kalesi önündeki arbedede, Trautmann’ın kafasına, bir diz gelir.Kısa süre şuurunu kaybeden Trautmann, kendine gelse de çektiği acı yüzünden okunmaktadır adeta.
Oyundan çıkacak, takom bir eksiğe düşecek ve yerine tecrübesiz biri kaleye geçecektir.
Bert Trautmann bunu reddeder!
Maçın son 16 dakikasını, acılar içinde kalesini koruyarak devam eder ve iki golü de kurtarır!
Şampiyonluk alınmıştır.
Fotoğraflarda Nike boynunu tutarak görülür fedakar kaleci!
Maçtan sonra röntgeni çekilen Trautnann’ın sonuçları, zamanın şartlarına göre ancak üç gün sonra ortaya çıkar.
Bir boyun kemiği iki yerinden, bir diğeri bir yerinden kırılmıştır!En iyi ihtimalle boyundan aşağı sakat, en kötü ihtimalle ölümü atlatmıştır.Kariyeri bitti denilmesine rağmen, üç yıl sonra sahalara dönen Trautmann, jübilesine kadar Manchester City’nin kalesini korumaya devam etmiş ve stada heykeli dikilmiştir.
Hayatta iken efsane olmayı başarmıştır bu adam!
Bugün düşünülebilir mi bilmem.
İki kırık boyun kemiği ve verdiği inanılmaz acıya rağmen, inandığı takımı yarı yolda bırakmamak.
Kendi değimi ile “Son 16 dakikada ne oldu, bitti hatırlamıyorum, sadece silüetler görüyordum”.
Bunlara dayanarak, mücadeleye devam etmektir, inanmışlık, adanmışlık!
Kendinden, sağlığından geçerek, çok daha ulvi bir amaca hizmet etmenin farkında olmak, takım ruhunu hissetmek, günümüzde, aranan bir şey olarak kalmıştır.
Zira bugün, yola çıktıklarını yolda bırakanların, oportünist düşünceler ile takıma sırt dönenlerin günüdür.Bugün, kah kendi çıkarları için, kah ise emir aldığı mercilerin çıkarları için, öz vatanına, milletine, ihanet edenlerin günüdür!
Kendi beceriksizliğini, basiretsizliğini görmeden, hatalarını görmeden, kendini sorgulamadan, yola çıktığı takım arkadaşlarına suç yükleyerek, sırt dönenlerin zamanıdır.
Öyle bir zaman ki, kendi şahsi çıkarları, maddi çıkarları için, vatanın, devletin bekasına bakmayanların zamanıdır.
Egoizmin, çıkarcılığın, yalakacılığın pike yaptığı bir zamandır.
Böyle bir zamanda bile, bu milletin bağrından çıkan, özel, çok özel insanlar var ki, onların şahsi fedakarlıkları sayesinde, bu devlet bu günleri yaşayabiliyor.
Misal isterseniz, Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’na bakın, Rahmetli Erbakan hoca’ya, Alparslan Türkeş’e bakın.
Davaları uğruna çektikleri çilelere bakın.
Yakın tarihte ise Ömer Halisdemir’e, Erol Olçok’a bakın.
Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam