İroni budur, hatta en zifiri kara mizahtır.
Ve gelişmeler çok ciddi olmasa, gerçekten de trajikomik bir durumdur!
Peki bu küstahlığı yapanlar kimler?
En başta tabii, kendi ülkesi başta olmak üzere, dünyanın hemen her yerinde ciddiyetini, meşruiyetini kaybetmiş olan Donald Trump.
İki yıl içinde etrafında kimseyi bırakmadığı gibi, birbirinden saçma zırvalamaları ile ancak fıkra figürü olduğu gibi, sonunda çocuksu bir inat ile Meksika duvarı kavgasından ötürü devlet memurlarını resmen hayır kurumlarına muhtaç eden bir şahsına münhasır!
Emin olabiliriz ki, yarın tekrar seçimler olsa, tek bir eyaleti dahi kazanamayacak.
En yakınındakiler bile sırt çevirdi çünkü.
Bir diğer meczup ise Theresa May.
Güven oylamasından kılpayı kurtulan bu bayan, kendi ülkesinin başındaki belaları çözemez durumda, çünkü kendi partisi dahi desteğini çekti.
Meşruiyeti gitti.
Gelelim Angela Merkel’e.
Ard arda kaybettiği seçimlerin ardından, altı ay boyunca hükümet kuramayan, Şansöyle koltuğunda artık sadece emaneten oturan bir kadın, meşruiyet sorguluyor.
İlginç!
Macron, onbir haftadır ülkesinde kopan fırtınaları görmezden geliyor, besbelli ki.
İstifasını isteyen milyonlarca insanı da her halde Papua Yeni Gine’ya vatandaşları sanıyor.
Yakıp yıkılan Paris’i de artık başka bir ülke de görüyordur ki, kalkıp başka bir ülkenin liderini gayrimeşru olarak görsün!
Şimdi işin adeta sapıklığına gelelim!
Sapık diyorum, çünkü normal bir insanın asla tasvip edemeyeceği bir sapıklığı yine Macron sergiliyor:
Demokrasi namına Maduro’ya ultimatom çekme cüretini kendinde gören bu aklı beş karış havada olan zat, bugün, üç günlük resmî devlet misafiri olarak Mısır’a gitti!
Yani Mursiye darbe yapan, yüzbinleri hapse tıkan, idam eden Abdelfattah al Sissinin resmi konuğu!
Allah aşkına bu nasıl bir çifte standartdır, nasıl bir iki yüzlülüktür?
Hatta nasıl bir kibir, nasıl bir şımarıklıktır?
Batı, son iki yılda, inanırlılığını tamamen yitirdi!
Her fırsatta demokrasi, insan hakları, özgürlük havariliği yapan batı devletleri için bu terimlerin hiçbir ifadesi, değeri yok.
Hele de kendi çıkarlarına hizmet etmiyorsa, üstüne yazılan kağıttan değersiz!
Yahu bunu tımarhanede anlatsan, “sen hepimizden delisin” derler adama!
Haklı da sayılırlar yani!
İspanya daha Katalonya meselesini çözmemişken böyle bir cüreti kimden alıyor?
Bunların hepsinin cüreti tarihten geliyor aslında!
Bu emperyalist güçler, halen kendilerini 1500’lü senelerde falan sanıyor olmalılar!
1500 ile 1800 arasında dünya tarihinin hemen en karanlık ve utanç verici yıllarıydı.
Beyaz adam Afrika’ya girmiş ve siyah adamı köleleştirmişti.
Bununla da büyük ticaretler yaptılar, Avrupa’nın bugünkü demokrasi, hümanist, özgürlükçü önderleri!
Gemiler ile Amerika’ya köle taşıdılar, ordan Hindistan’a uğrayarak kolonyal ürünleri aldılar ve Avrupa’ya döndüler, Avrupa’dan da silah alıp aynı rotayı tersinden gittiler!
Sayısı belli olmayan milyonlarca belki milyarlarca siyahiyi köleleştirdiler, sattılar veya çalıştırdılar.
İliklerine kadar sömürdüler ve hatta bugüne kadar da sömürmeye devam ediyorlar!
Güney Amerika’ya giren Cortez, İspanya için altın ve gümüş ganimeti vurmak için, o zamanların en gelişmiş kültürü olan Aztekleri ve Mayaları yeryüzünden sildi!
Avrupalı bu hakkı hep gördü kendinde, hiçbir zaman da pişmanlık duymadı!
Hem niye duysun ki, üstün ırklar ya…
İşte o zaman hakim olan kafa, bugün de hakim.
Benim istemediğim olmazsa, olmasın. Bizim menfaatlerimizin karşısında kimsenin ses çıkartmaya hakkı yok!
ABD zaten her şekilde ağır sabıkalı!
Milyonlarca kızılderiliyi yok ettikleri yetmediği gibi, sayısı bile belirsiz siyahiyi köle olarak kullandılar, kaç tanesi öldü kaldı, o bile belli değil!
İşte bu küstahça ve pervasızca davranma hakkını burdan görüyorlar kendilerinde!
Batının emperyalist vahşeti bu iken, koskoca Osmanlı İmparatorluğu’na bir bakarmısınız?
Sınırları içindeki ülkelerden, milletlerden, vergi ve sadakat dışında ne almış?
Kendi öz tebasından istemediği neyi istemiş?
Batının yaptığı gibi, dinlerinde zorlamış mı? Dillerinde zorlamış mı?
Hayır, serbest bırakmış.
Hatta adalet dağıtırken dahi, tebası arasında ayrımcılık asla yapmamış!
Memurunun, işçisinin hakkını, bir tamam ve teri kurumadan verdiği gibi, alışveriş lerde dahi adaleti elden bırakmamış!
Evet 1800’lerde, Batı, tek gerçekleşen devrimi başarmış ve sanayiileşmiş.
Ama ne pahasına?
Üç otuza, köle gibi karın tokluğuna çalıştırdığı insanların hayatları pahasına.
Sömürgelerinden çaldıkları hammaddeleri pahasına!
Nereye bakarsanız, haksızlık, hırsızlık, ölüm, sefalet!
Niçin, birkaç zengin ailenin daha da zengin olmadı için.
Evet doğru tahmin, halen bu dünyanın başına bela olan o birkaç ailenin akıl almaz servetleri için!
Ancak günümüzde yaşanan bu meşruiyet tiyatrosunun ülkemiz için de çok büyük önemi var!
Birincisi ve en önemlisi, CHP Genel Başkanı ve diğer muhalefet liderlerinin, son seçimlerden bu yana kullandıkları terminoloji dir.
“Bizim Cumhurbaşkanımız değil, meşru değil!”, “Seçimler meşru değildi!”, “YSK meşru değil!”
Evet, CHP her kaybettiği seçimden sonra bu ve benzeri saçmalıkları telaffuz etmiştir, ancak birkaç hatta sonra, yani ortalık onların açısından yatıştıktan sonra bu saçmalıklardan vazgeçerlerdi.
Lakin bu kez, bir mantra gibi, sürekli tekrarlıyorlar, meşruiyet meselesi bir türlü dillerinden düşmüyor.
Dikkatinizi çekerim ki Maduro Mayıs 2018 de %60 ın çok üstünde bir oyla seçildi ve seçimlere itiraz eden hiç kimse de olmadı!!!
Şimdi kalkıp da Venezuela da erken seçim istemenin hiçbir akılcı açıklaması yok.
Yani aslında yok.
Çünkü Maduro onlar için sadece bir kobay.
Eğer Maduro’yu indirebilirseler, emin olun hemen arkasından hedef Sayın Erdoğan olacaktır.
Ha bu iş kursaklarında kalır mı?
Kalır, çünkü Türkiye dünyada hiçbir ülkeye, Türk milleti de hiçbir millete benzemez!
Onlar bunu bir türlü öğrenemedi, biz de öğretmeye bıkmadık.
Bir diğer zararı ise ekonomik boyuttadır.
Venezuela işe yapılan anlaşmalar var. Petrol, Gaz ve altın!
Buradan Türkiye’nin kaybedeceği meblağlar şimdilik küçük gözükse de orta ve uzun vadede hiç de önemsenmeyecek kadardır!
Bunları görmezden gelerek, yeter ki Sayın Erdoğan gitsin de ne olurda oldun diyen de bir muhalif kesimimiz var bizim!
Bu uğurda ülkenin uğrayacağı zararlar umurlarında bile değil!
Maduro’ya da salt Türkiye dostu ve Sayın Başkana yakın olduğu için bileneler de işte aynı kesim!
Yani şu an global bir tiyatro sergileniyor.
Çalan da oynayan da kendilerini tarih boyunca efendi sanan beyaz adamlar, Batılılar!
Dünya yeni bir evreye girecek, girmek zorunda da bir taraftan, çünkü içinde bulunduğumuz evre, başta yine batının son elli yıldır izlediği ve kan ve gözyaşından başka hiçbir şey bırakmayan siyasetleri yüzünden, işlevini yitirmiş durumda!
Bu yeni düzenleme çabalarının mihenk taşı ise aynı 100 yıl önce olduğu gibi yine Türkiye!
Gerek topoğrafik durumdan dolayı gerekse sosyolojik yapısından dolayı, Türkiyesiz bir Ortadoğu düşünülemez.
Bu da düzeni kurmaya çalışan güçlerin elbette ki dikkatini çekmek durumunda!
Bu güçler planlarını kısa vadeli yapmazlar. En azından 100 yıllık planlar yaparlar. Bunu tarih bize yeteri kadar gösterdi!
Plan yapmak için ise, güvenilir konstantlar yani sabitler gerek.
Tam da o sabit, onların açısından Türkiye de yok, çünkü Sayın Erdoğan’ın izlediği siyaset, tıpkı Sultan 2. Abdülhamid Hanın izlediği siyasettir!
Bunun ne olduğunu buyrun, İngiltere’nin meşhur Başbakanı Winston Churhill’den dinleyelim;
“M. Cambon yedi senelik bir süre içinde, her ay padişahı eğitmek için çeşitli planlar yapmıştı. Sultan Abdülhamid ise bu planları kabul etmiş, ancak hiçbir vakit bu planların gereğini yapmamıştır!
Bundan dolayı ise, onun döneminde, Türk devlet idaresinde hakiki bir kontrol hasıl etme imkanı olmamıştı”!
Baktığımızda, 2002’den beri Sayın Erdoğan’ın izlediği siyaset de aynen budur!
Bir diğer terimle “Siyaseti Hindiye”.
Şimdiki seçimler, bu güçler için çok önemli.
Çünkü karar vermek durumundalar. Yola devam ederken kim ile devam edeceklerini!
31 Mart Seçimlerinde yine güven tazeleyen bir AK Partisi ve Sayın Erdoğan olursa, istemeseler de onunla devam edecekler ve asla vermek istemedikleri tavizleri vermek zorunda olacaklar!
Bizim için bu kazan/kazan olcak olsada, onlar için bu durum bir hezimet olacaktır!
Ancak elleri mecbur.
Türkiyesiz Ortadoğu olamaz. Bu şekilde tekrar güven tazeleyen bir lider ise bu yeni düzenlemede, ülkesinin menfaatlerini dikte edebilir durumda olacaktır!
Yani kısacası bu yeni düzenleme savaşı Mart sonunda bitebilir, aksi takdirde ise en az bir yıl daha uzayacaktır!
Ve dünya zaten çok kırılgan bir nokta da.
Yine tarihe bakarsak, büyük savaşların çıkma sebebleri, insan çokluğu ve faizlerin başını alıp fırlaması olmuştur!
Şimdi de bu durumdayız!
Bu bağlaçta, her şeyi iyi analiz etmemiz gerekiyor.
Çünkü bu aralar, hiçbir şey tesadüf de değildir, birbirinden bağımsız da görülmemelidir!
Evet 31 Mart’da güveni vermek bizde ise bu güven ile güçlenmiş elle global oyunda, Türkiye’nin menfaatlerini en ala şekilde gözetmek ise güveni verdiklerimizdedir!
Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam