Birkaç gündür bir kapışma izliyoruz, hatta bir savaş.
Soğuktan sıcağa dönen bir savaş, bir entrika, entrikalar, orta çağda Tudor hanedanı ile Stuart hanedanının entrika savaşlarını aratmayacak cinsinden bir savaş izliyoruz.
Bu savaşın bileşenleri belli, altılı masa, İmamoğlu, Yavaş.
Başrollerde ise Akşener ve Kılıçdaroğlu.
Yardımcı rollerde Kaftancıoğlu, Ağıralioğlu.
Konu belli, Muhalefetin patronu kim olacak? Aslında gayri resmi olarak belli, HDP.
Çünkü HDP'nin oyları olmaksızın, altılı masanın zerre miskal şansı yok.
Bir mahkemeden mahkûmiyet çıktı.
Karar kesinleşmese de daha iki üst mahkeme sırada bekliyorken de mahkûm olan İmamoğlu da kadim ablası Akşener de çocuklar gibi sevindi.
Affedersiniz de Hapis cezasına kim, neden sevinir?
Böyle bir anlayış olabilir mi?
Olur. İnsanın planları bunun üzerine kurulu ise, bal gibi olur ve oldu da zaten.
Peki nedir bu plan?
Bir mağduriyet edebiyatı, hikayesi dizayn etmek, böylelikle, milletin acıma duygularına oynamak, şimdiye kadar sergilenen başarısızlık hikayesini unutturmak. Plan bu.
İlk kez değil ama, uzun süredir görmediğim bir şey oldu ve bir kişinin şahsi ihtirasları ve bitmek bilmeyen kibri, siyaseten sonuna mâl oldu.
Evet, bu savaşın baş kaybedeni Ekrem İmamoğlu oldu.
Nedeni ise gayet basit.
Daha evvel de defalarca yazdığım gibi, İmamoğlu, İBB başkanı olduğu günden beri, Cumhurbaşkanlığı adaylığını hedefledi ve sadece ona oynadı, bu arada İstanbul'a hizmet etmeyi de tamamen unuttu.
Beceriksizliği üzerine, küstahça ve kibirli abideleri ile de tüy dikince, onu seçenler ve destekleyenler dahi, pes etti ve bunu da açıkça ifade ettiler, ediyorlar.
CHP genel merkezine yakın isimlerden duyulan kulis bilgileri de, Genel merkezin de, örgütlerinin de, İmamoğlu'na antipati ile baktığını, ileriye dönük ise birlikte çalışmak istemedikleri konuşuluyor.
Zaten İmamoğlu ile Kaftancıoğlu arasındaki seviyesiz kavga, bunun bir göstergesi.
Başka bir açık sır ise Kılıçdaroğlu'nun, İmamoğlu'nu, önümüzdeki dönemde İBB'ye aday göstermeyeceği, yani siyaseten mevta edeceği gerçeğidir.
Çünkü Bay Kemal, belli ki, İmamoğlu'nu ve ekibini, kendine bir tehlike olarak görüyor.
Bu şekilde tanımladığı herkesi de bir şekilde CHP'den uzaklaştırdığı da tartışma götürmeyen bir gerçek.
İmamoğlu, bunları bildiği için, son çare, Akşener ile birlikte bir ayaklanmayı denedi.
Kılıçdaroğlu'nun yurtdışında olduğunu da bir fırsat bilip, Akşener ile birlikte bir senaryo yazdı, ancak bu senaryo, daha evvel denenmiş ve deneyen için fiyasko ile sonuçlanmıştı.
Altılı masanın bir diğer oturanı, Davutoğlu, 7 Haziran seçimleri öncesi, Sayın Erdoğan'ın yurtdışına çıkmasını beklemiş ve daha uçak havalanır, havalanmaz, daha öncesi belirlenmiş ve Sayın Erdoğan'ın onayladığı aday listesini, kendi listesi ile değiştirerek, son dakikada YSK'ya ibraz etmişti.
Sonuç malum, istenilen çoğunluk elde edilememiş, bir koalisyon hükümeti kurulması gerekmiş, ancak bu da olmayınca, seçimler yenilenmiş ve AK Partisi tekrar tek başına iktidar olmuştu.
Davutoğlu ise ihanetinin bedelini Genel Başkanlık ve Başkanlıktan istifa ederek ödemişti.
Bu kez de Bay Kemal, alelacele Almanya'dan, bir özel uçakla döndü. Tabii pasaport kuyruğunda bekleme algısına böylelikle hikâye oldu.
Kılıçdaroğlu, döner dönmez olaya el koydu ve defaatle, İmamoğlu'nun sadece bir Belediye Başkanı olduğunu vurgulayarak, CB adaylığı rüzgarını ve hayallerini yıktı.
Söylentiler öyle ki, her iki cephede de karşı cepheye dair dosyaların hazırlandığı ve aba altından sopaların gösterildiği.
Tabii söylenti bunlar.
Ancak, CHP'nin ağır toplarının, İmamoğlu'na destek konusunda, seslerinin çok cılız çıkması, hatta hiç çıkmaması da epey manidar olsa gerek.
Hepsini bir yana bırakalım, Meral Akşener'in, masa aşağı, masa yukarı, başka bir siyasi partinin içişlerine bu kadar müdahil olması, büyük bir nezaketsizlik.
Hatta hadsizlik.
Hoş Akşener'in tarzı bu zaten, şimdiye kadarki siyasi hayatında da, dört kez, girdiği her partiyi ya zapt etmek istedi, ya da karıştırdı.
Şimdi asıl olan soru şu;
"Uluslararası karar vericiler", FETÖ, hangilerinin üzerini çizdi, hangilerine destek veriyor.
Eğer üstü çizilen Bay Kemal ise şu anda hayatta kalma mücadelesi veriyor demektir, ki bu sin derece çetin geçer.
Eğer çizilen İmamoğlu ise iki şık var.
Ya CHP'den istifa edip İyi Parti'ye geçer, ki, bu masanın mutlak sonu olur ve İP'nin CB adayı olur, ya da boyun eğmek zorunda kalır ve siyasi kariyeri en fazla önümüzdeki seçimlerde nihayete kavuşur.
Zira İstanbul'dan bir daha ne kendinin ne de CHP'nin ve altılı masanın herhangi bir üyesinin seçilemeyeceği kesin.
İmamoğlu'nun Ankara'ya çağırılması ve gurup toplantısında göstermelik oturtulması, sonra ise hazırladığı konuşmayı yaptırmadan toplantının bitirilmesi, biraz da boyun eğmek zorunda kaldığına delalet ediyor.
Keza, oraya kadar gitmişken Akşener ile görüşmemesi ve İP kimsenin bu konuda tek kelime etmemeleri de epey manidar.
Sonuçta ortada bir dilemma var.
İyi Parti bir proje olduğu için, altılı masa dışında pek bir siyasi ikbali yok gibi duruyor.
CHP ise malum HDPKK ile birlikte yine muhalefette kalmanın dışında hiçbir şansı yok.
Diğerlerinden bahsetmeye bile gerek yok.
Evet, altılı masa, fiziken miadını doldurdu.
Şimdi bir şekilde dağılacaktı, ortaya bir fırsat çıktı.
Ancak kendini de fil sanan İmamoğlu, fillerin tepindiği sahada, sanırım ezilmeme mücadelesi veriyor.
Gurur ve kibir Allah'a mahsustur.
Bunu unutanın ise akıbeti fena olur.
Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam