Gurbetten mektup

Hiç mübalağa etmiyorum.
Malatya/Maraş depreminin ilk saatlerinden mütevellit ne sosyal medya hesaplarım ne de telefonlarım susmadı.

Özellikle de yurtdışında yaşayan, gurbetçi kardeşlerim, tanıdıklarım, dostlarım, ne olup bitiyor diye, ve ne yapabiliriz diye, aradılar, halen de durum bu.

Çoğu insanın "Alamancı" diye hor gördüğü o güzel ve yürekleri vatan sevdası ile daim yanan insanlar, gerek DİTİB üzerinden, gerek İHH, HASENE, ATİB, Türk Federasyon, UID ve sayamadığım onlarca STK üzerinden, AFAD ve Kızılay'a, neredeyse yarım milyar EURO bağış yaptılar, yapmaya devam ediyorlar, ve en az bir sene boyunca da bunu devam ettirmek niyetindeler.

Aralarında öyle insanlar var ki, günlerce boğazlarından lokma geçmedi, uyku uyumadılar, üzüntüden, bir şeyler yapabilme çabasından.

Yapılan ayni bağışların hesabı bile yok, gönderilen yüzlerce, hatta binlerce TIR yardım malzemesinin defterini, hesabını kimse tutmadı.

Elbette, izin alarak, kendi imkanları ile bölgeye, yardım etmeye giden insanlarımızın da sayısı bile belli değil.

Bu, gurbetçinin içindedir zaten.
Hangi ülkede yaşıyor ise yaşasın, vatan dara düştüğünde koşar, gelir.
Para ise para, güç ise güç, insan ise insan.

Birbirlerini sadece sosyal medyadan tanıyan insanlar, bir anda organize oluverdi ve biliyor musunuz, sürekli yardım edebilmek için, bunu insanların hattında tutabilmek için, dernek kuranlar var.
Evet, bu da bizim genetik kodlarımızda mevcut olan bir şeydir.

Türk milleti, hızlı bir şekilde organize olur, düzen kurar, ordu kurar, sefere çıkar veya müdafaa eder.
Nitekim, tarihimiz bunların örnekleri ile doludur.

Çanakkale de böyle olmamış mıydı, Kuvâ-yi Milliye böyle kurulmamış mıydı, Kurtuluş Savaşı bu şekilde verilmemiş miydi, 15 Temmuz gecesinde, yine bu millet aynı refleksi göstermemiş miydi?

Elbette ki bu şekilde olmuş, aynı ruh ile hareket edilmiş, bir araya gelinmiş ve zaferler elde edilmişti.
Ve elbette, yurtdışında yaşayan insanlarımız da, aynı hali ruhiye içinde, yine organize olup, tek yürek olmuşlardır.

Tıpkı tüm Türkiye gibi, tüm vatandaşlarımız gibi, çünkü biz böyleyiz, buyuz biz.

"Evim yuvam olsun" kampanyasını da aslında başlatan bu güzel ve değerli kardeşlerim oldu.
"Yazlıklarımız var, dairelerimiz, evlerimiz var, biz zaten buradayız, insanlar bila bedel faydalansın, nasıl yapalım?" dediklerinde, ben de üstüme düşeni yaptım ve hükümet yetkililerine ilettim.

Sonuç olarak işte bu kampanya ortaya çıktı.

Şimdi de gurbetçilerimizin soruları var.
- Yeniden inşa etme sürecinde, sürekli bağışlarla bulunmak istiyorlar.
- Bunu doğrudan TOKİ mi kabul edebilir, yoksa AFAD mı, bakanlık mı?
- Bu amaç için belirli bir kampanya olabilir mi?
- Almanya ve Avrupa'daki bankalarda bir veya birkaç hesap açılabilir mı?
- Zira yurtdışından buraya havale epey pahalı ve Alman/Avrupa Bankaları bunun üstünden çok para kazanıyor ve bu gereksiz.

İnsanlarımızın soruları bunlar. Bakın sorun demiyorum, soru diyorum.
Sanırım, hükümet yetkilileri, bu sorulara cevap vereceklerdir.
Bu insanlar, herhangi bir karşılık beklemiyorlar.
Zaten pek çoğunun da bölgede akrabaları var, yaralıları, cenazeleri var.
Amaçları sadece yardımcı olabilmek.

Ben şahsen, bu süreçte, yardımcı olan, yardım eden, canını dahi hiçe sayarak günlerce çabalayan tekmil, cümle vatan evlatlarına, kalbimin en derin yerinden teşekkür ediyorum.

Hani hep kahraman o, şu, bu deriz ya.
O bölgede hiç durmadan çalışan herkes bir kahraman, hem de süper kahramanlar.

Askeri, polisi, bekçisi, sağlıkçısı, inşaat işçisi, madencisi, sivili, hepsi önünde saygıyla eğiliyorum.
Ve fakat, yapılanları inkâr edenleri, tüm bu çabaları yok sayanları, hatta destek değil köstek olanları, siyasi rant gözetim salt şov yapanları da esefle kınıyorum.

Ve biliyorum ki, benim insanım, olup bitenleri gayet net gördü ve vakti gelince de bunun faturasını keseceklerdir.

Hiç kimsenin ettiği yanına kalmaz, kalmamalı.

Beni çok etkileyen birçok şey oldu.

Ancak iki olay ve ki, Anadolu irfanı nedir, bunu inanılmaz bir şekilde ortaya koydu.
İki olayda da Selçuk Bayraktar var.

İlkinde, bir köye geldiğinde, o bölgenin sözü geçen biri gençlere:
"Bu adam çok önemli, bunun etrafında etten duvar örün" dedi ve öyle de oldu.

Saniyeler içinde gençler, Selçuk Bayraktar'ın etrafında etten duvar oldular, ta ki bölgeden gidene kadar.

İkincinde, bir enkazın başında, bir vatandaş, Selçuk beyin yanına geldi ve:
"Senin buralarda olmaman lazım, vakit kaybetme buralarda, gidin uçaklarımızı uçurun, bu daha önemli" dedi.

Selçuk Bayraktar, "yaralar sarılınca kadar buradayız" dese de, adam, "biz kendimiz sararız, sizin işiniz daha önemli." diyordu.

Bakın, bu insanlar deprem, hatta depremler geçirmiş, evleri barkları, belki de her şeyleri yıkılmış, kaybolmuş, belki de kayıpları var, yürekleri yaralı, ciğerleri yanıyor.

Ancak yine de, Önce vatan! diyebiliyor, devletlerini, vatanlarını kendi canlarından aziz biliyorlar.

Ve işte tam da bu, bu milletin mayasıdır.
Bu vatanın her şartlar altında ayakta kalabilme garantisidir.
Ben, bu milletin bir ferdi olmaktan gurur duyuyorum ve Allah'a şükürler ediyorum.


Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam.
OGÜNhaber