Gölcük depremi yaşandığında, Almanya'da yaşıyordum ve Kızılhaç da gönüllü paramedik idim.
Türkçe ve İngilizce bildiğimden ötürü, uluslararası IRC'de ismim listeliydi.
Ve maalesef o hiç istemediğim çağrı geldi (o zamanlar çağrı aletleri vardı).
Türkiye de deprem olmuştu ve beni, kurtarma köpekleri ekibi ile birlikte görevlendirmişlerdi.
Yola çıkıldı ve çok zor şartlarda bölgeye girildi.
Yerel mihmandarın yönlendirilmesi ile enkazlarda aramalara başlanıldı.
O zaman en tecrübeli hayvan, Hector isimli bir alman kurt köpeği idi ve neredeyse 15 kişiyi buldu.
Elbette çalışmalara katkıda bulunuyorduk. Hava çok sıcak, gölge ise yoktu.
Çalışma dedi isem, elle, kazma kürekle.
Nerde iş makineleri, nerde alet, edevat, nerde jeneratör.
Karınca kararınca işte.
Böyle bir time olunduğu zaman, nerede ihtiyaç görülür ise, oraya gidersiniz, yönlendirilirsiniz, o zamanlar tabii AFAD falan da yok, kaos hâkim.
Asker bizleri Yalova ya taşıdı.
Gölcük de durum ne işe, Yalova'da da aynı idi.
Felaket, haritadan silinmiş bölgeler ve hâkim olan kaos, herkesten çıkan bir ses, kargaşa.
Sonradan öğrendim ki, faaliyet gösterdiğimiz o bölge, Veli Göçer denilen seri katilin yerleri imiş.
Sağlam tek bir yapıtın olmadığı bir yer.
Sahi nerede bu Veli Göçer şimdi?
Ne iş yapar?
Biri, İnşaatçı derse hiç şaşırmam.
O deprem de gençtim, enerjiktim vs elimden gelenler vardı.
Hoş bugün de var aslında, ancak, Türkiye bu konuda halen bir bürokratik ve devlet tekeli mantığı ile davrandığı için, köreldik.
Halen paramedikim, halen ileri felaket eğitimliyim.
Halen UMKE eğitimim var, Almanca ve İngilizce biliyorum, hem de biri Anadil seviyesinde, biri ileri derecede, bunu AFAD'a da, CİMER'e de bildirdim, sonuç yok.
Peki, artık eskisi gibi bedenen çalışamam, enkaz kaldıramam, ancak bir ambulansta işe yararım, tercümanlık yapabilirim.
Ama, heyhat...
Değişen sadece zaman demiştim.
Evet, zaman değişti, ancak insanların çileler de aynı, acıları da aynı, çaresizlikleri de aynı, umutları bile aynı.
Ve umursamazlık da aynı.
Buna geleceğim, çünkü yeni zamanın ve çağın getirdiği bazı lanet olası yenilikler de yok değil.
Mesela, yalan ihbarlar ile sosyal medya paylaşımları ile yardım ekiplerini, alakasız yerlere göndermek gibi!!!
Ve bu, artık bir iki, kendini bilmez züppenin, sözüm ona eğlence malzemesi değil, bilerek ve kasten yapılan bir şey, bence bir suç, adınıza veriyorum, cinayet.
Evet cinayet, çünkü sağlam binalara yönlendirilen ekiplerin, ulaşamadıkları bir sürü yer oluyor ve orada insanlar ölüyor.
Bu cinayet değil de ne?
Cinayet demişken.
Sanırım Hatay da 600 evler diye bir site vardı, ismini de dairelerin sayısından almış.
O site artık yok!
Altı yüz daire yerle yeksan olmuş!
Peki bu siteyi yapan kim/kimlerse, nerede?
600 daireyi ortalama dört insan saysak ne eder?
İki bin 400 insan eder.
Hadi bini, iki bini kurtuldu diyelim, ki bu çok iyimser olur, geriye 600 insan kalır.
Şimdi o siteyi yapan, seri katil mi, değil mi?
Bina yaparken, altını dükkân yapabilmek için kolonu, kirişi kesen ve çökmesine neden olan vicdansız, katil mi, değil mi?
Bu yazı yazılırken 97. saat olmuştu ve halen insanlar sağ olarak kurtarılıyor, Allah'a şükürler olsun.
Ancak maalesef, bu mucizeler de belli bir zaman sonra bitecek, çünkü hayatın bazı gerçekleri var ve dilim varmasa da elim varmasa da bu gerçekler var.
Evet, ülkede inşaatlar ile ilgili yönetmelikler var, yönetmelikler.
Peki kesin ve keskin kanunlar?
Hadi var diyelim, uygulayanlar?
Sorumlu olanlar için kati cezalar?
Geçiniz.
Çünkü, kim ne derse desin, oportunistlikte üstümüze yok, milletçe ve bunu da kurnazlık, gözü açıklık veya uyanıklık olarak tabir ediyoruz, hepimiz ve herkes.
İnşaat yapılmadan zemin etüdü ve raporu neden şart değil?
Nasıl olur da cıvık bir zemine 10, 12, bilmem kaç katlı binalar dikilebilir?
Peki ya malzemenin uygunluğu?
Bina kimliği?
O da ne diyeceksiniz.
Haklısınız, çünkü böyle bir uygulama yok halen bu ülkede.
Yani bir yapıt inşa edildi de, bunun ilk sahibi kim, mimarı, mühendisi kim, statik kim tarafından yapıldı, tesisatı kim planladı, kim inşa etti, hangi kalite malzeme, kim tarafından temin edildi...
Hepsi meçhul.
Dosya sayfalarına giren iki, üç isim, işi yapan taşeronun taşeronu.
Bir felaket olduğunda ise, sorumluyu ara ki bulasın.
Acı ama gerçekler bunlar.
Hele de birileri var ki, bunlara tam ifrit oluyorum.
Bir, iki daire fazla alayım diye, yıllardır kentsel dönüşümü engelleyen, kendini çok akıllı sanan, gözleri doymayan tipler.
Sonra felaket olunca da suçlu devlet, öyle mi?
Evet devlet de suçlu.
En katı kanunları koy, malzemenin bile gamına kadar tespit et standart haline getir, her inşaatın başına da bir bilirkişiyi ata, sorumlu tut.
Bu vesile ile de birçok genç mimarı, mühendisi istihdam et.
Umutları da aynı demiştim.
Çünkü ta o zaman, yakınlarından en ufak bir haberi bekleyen insanların gözlerindeki umudu görmüştüm ve asla unutmam mümkün değil.
Aynı umudu, şimdi de bölgedeki insanların gözünde görüyorum.
Benim için bir dejavu, asla yaşamak istemediğim bir dejavu.
Yazılacak çok şey var.
Ancak bugün ne yeri ne zamanı.
Ben sade bir vatandaş olarak, sahada günlerdir maksimum çaba sarfederken minimum dinlenen, canhıraş çabalayan herkese teşekkür ediyorum, kutluyorum.
Bir kez daha, hayatını kaybeden insanlarımıza Allahtan Rahmet, yaralı olanlara şifalar ve depremzede insanımıza metanetler diliyorum.
Dipnot:
On yıllardır, bu ülkenin kaymağını yiyen TÜSİAD üyelerinin sesleri neden çıkmaz?
Koçlar neden sessiz, Sabancılar, Boynerler, bilmem kimler kimler?
Hani Gezi vandallığına finansör olan, mağazalarını, otellerini açanlar, neredeler?
Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam