AP kararları ve küstahlık!

Hangi müzakereler?

56 yıldır süren bir şeye acaba müzakere mi denir yoksa oyalama ve isteklerini yaptırmak için şantaj mı denir?

İlk önce şu meşhur Kati Piri’ye bir bakalım.

Demirtaş’ın kankisi, dağ farelerinin yılmaz savunucusu, hain Can Dündar ile de sarmaş dolaş fotoğraf verebilecek kadar samimi! 

Ve bu kadın, kalkacak ve Türkiye hakkında, tarafsız, objektif bir rapor hazırlayacak, öyle mi?

Bu olsa olsa kötü bir fıkra olur.

Hani tilkiyi tavuklara bekçi bırakmak gibi.

Bu kadından kendi milleti ve dahi partisi bile o kadar na hoşnut ki, önümüzdeki seçimlerde imkansız bir liste sırasına koymuşlar. O kadar seviyorlar.

Ve şartları var AB’nin, müzakereleri tekrar sürdürmek için!

Neymiş efendim:
1 - FETÖcüleri bırakacakmışız.
2 - PKK’yı terör örgütü listesinden çıkaracakmışız.
3 - Akkuyu nükleer santralını yapmaktan derhal vazgeçecekmişiz.
4 - Kıbrıs’tan askerimizi çekecekmişiz.
5 - Ege denizindeki tüm faaliyetlere son verecekmişiz.
6 - Ermenistan ile arayı düzeltecekmişiz.

Olur! 

Biz Parlamento’yu da feshedelim, Başkan da Hükümet de iflas etsin, Bayrağımızı da toplayalım, siz buyurun gelin, gönlünüzce kurulun ve bizi yönetin.

Çünkü biz Muz Cumhuriyetiyiz ya. 

Bu şartların tek biri bile kabul edilebilir değil.

Bağımsız hiçbir devlet, böyle şartların tekini dahi asla kabul edemez. 

Bunlar resmen Türkiye ye, “artık şu adaylık başvurunuzu çekin” demekten başka bir mana taşımıyor.

Ancak burada bile Avrupa’nın sinsiliği, iki yüzlülüğü ve çifte standartı ortaya çıkmakta.

Çünkü adaylığı topyekun iptal eden taraf, kendileri olmak istemiyor, uluslararası platform da, “biz istiyorduk ama Türkler caydı” ya getirmek istiyorlar.

Bana kalırsa, en geç bu evreden sonra, Türkiye’nin AB serüveni nihai olarak bitmiştir.

Ancak Sayın Başkanı da anlıyorum.

Bu son ve kesin adımı, o da AB’ye yüklemek istiyor, doğal olarak.

56 sene içinde AB’ye başvurup da, aylar içinde kabul edilen ne ülkeler gördük biz. 

Romanya, Slovakya, Slovenya, Bulgaristan, Polonya, Ukrayna…

Bunların topu bir araya gelse, bir Türkiye etmez.

Ama tabii Türkiye’nin nüfusu çok fazla. AB kriterlerine göre de ağır bir söz sahibi olacak. Ve buna da Hristiyanlar klübü olan AB asla izin vermez, veremez!

Doksanlı yılların başında, Rahmetli Erbakan hocanın bir konuşması aklıma geldi:
“AB’ye Türkiye’yi şimdi almazlar. Ne vakit İsrail’i alırlar ise, tek bayrak, tek ordu düzenine geçerler ise işte o zaman Türkiye’yi de alırlar. Onların Arz-ı Mev’ud’u gerçekleştirme biçimi budur. Çünkü o zaman Tel Aviv’li David, Ankaralı Mehmet ile aynı ordu da olacak, aynı bayrağa selam duracak ve Bethovenin 5. Senfoni’sini milli marş olarak söylecek”!

Ve evet, olay tam da bundan ibaret. 

Helmut Kohl ile Francois Mitterand, kırk yıl önce Türkiye hakkında konuşurken, Kohl şunu söylemişti:
“Türkleri asla AB alamayız çünkü biz bir Haçlı kulübüyüz ama alacak gibi gözüküp, pazarlarına hakim olarak, paralarını alacağız. Onlar da hep AB üyeliği hedefi ile dikte ettiğimiz her şeyi kabul edecek!”

Bunu diyen Helmut Kohl, öyle boş bir siyasetçi değildi, Katolik dini doktoru, ABD’nin itina ile yetiştirdiği yegane adamlardan biri idi.

Bugün gelinen durum, çok da şaşırtıcı değil aslında. 

Özellikle 15 Temmuz’dan sonra, AB ile ilişkiler, her ay gittikçe bayır aşağı gitti. Hiçbir vakit olmadığı kadar kötüleşti. 

Referandum ve Başkanlık seçimlerinde AB tamamen Türk muhalefetinin safına geçti ve resmen muhalefet lehine kampanya yapacak kadar da aymazlaştılar.

Bir bayan bakanı derdest etmeye yeltenecek kadar da küstahlaştılar.

Ve tüm uğraşlarına rağmen de Cumhur İttifakı muzaffer olunca, ilişkilerdeki ses tonları gittikçe çirkinleşti.

Bu son kararlarından sonra da bir daha düzeleceğine ben şahsen ihtimal dahi vermiyorum.

Çünkü çok porselen kırıldı. 

İhtiyacımız var mı?

En azından bizim onlara olduğu kadar, AB’nin de bize ihtiyacı var. 

Fransa, Peugeot, Renault ve Citröen ile Türkiye’ye göbekten bağlı.

İtalya, Fiat ile sadece göbekten değil, baştan da bağlı. 

Almanya, VW, Opel, Mercedes ve Audi satışları ile hiç olmadığı kadar bağlı, çünkü Avrupa içinde satışları kötü ötesi.

Bu sadece Otomobil sektöründeki bağımlılıklar. 

Toptancılıkta Metro, Türkiye pazarı olmayınca zorlanmayacak mı?

Siemens, Bosch? 

Şu an Türkiye piyasasında hiç olmadığı kadar bağımlı olan Avrupa menşeli sektör ve şirketleri tek tek sıralamak, sayfalara sığmaz. 

Ve şimdi soralım, biz Avrupa’lı araçlar yerine, Kore, Japonya, ABD araçlarına yönelirsek ne olur? 

Zaten can çekişen Alman otomotiv sektörü için don tango çalmaya başlar.

Peki biz alternatifsiz miyiz?

Asla değiliz.

Türki Cumhuriyetleri ve isteyen Arap, Asya devletlerini de katarak, Şangay beşlisini, Şangay 15’lisi yapabilir, AB’nin karşısına dikilebiliriz.

Bu ülkeler de gerek petrol gerek ise doğalgaz bakımından zengin ülkeler olunca, gerisini varsın Avrupa düşünsün.

İlk etapta mesela, ikinci el araçların yurtiçine girme yasağını kaldırır ve gümrük bedellerini de cüzii miktarda tutabiliriz. 

Bu hamle bile, AB ülkelerinin zenginlerini tir tir titretmeye yetecektir. 

Eski Türkiye olsa, bu şartları zaten koşulsuz kabul eder, hatta emir telakki ederdi.

Halihazırda, muhalefet bu şartları zaten peşinen kabul etmiş, meydanlarda bunu konuşuyorlar, verdikleri demeçler bu yönde. 

Ve bu şartları kabul eden bir muhalefet, elbette Türkiye de bir beka sorunu olduğunu göremez. 

Her halükarda Türkiye/ AB ilişkileri, fiilen bitmiştir. Çünkü Yeni Türkiye bu şartları asla kabul etmeyecektir, edemez.

AP ve AB, bu hususta geri vites yapar mı?

Belli şartlar oluşur ise, yani müzakerelere devam ediyormuş gibi gözükmek tekrar işlerine gelirse, bal gibi yapar. 

Belki şu an öyle bir durum gözükmüyor olsa bile, Türkiye’nin yapacağı birkaç hamle, bu durumu çok ta çabuk getirebilir.

Bu hamlelerden biri, belki de sınır kapılarını açmak olabilir. 

15 Temmuz’da hangi AB ülkelerinin, ne kadar parmağı var, bunları delilleri ile açıklamak olabilir.

PKK’nın arkasında, yıllardır hangi AB üyeleri illegal aktif, bunları açıklamak olabilir.

Ticari münasebetlerde, AB’nin dışında alternatiflere yönelmek olabilir. 

Bu ve benzeri hamleler, AB’yi verdiği kararları tekrar gözden geçirmeye sanırım yeterli olacaktır. 

Çünkü artık bunlara şirin gözükmeye, güler yüzlü gözükmeye hiç gerek yoktur. Onlar asıl yüzlerini göstereli çok oldu. Ve gösterdikleri yüz, aslında bir surat! Çok çirkin bir surat hatta.


Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam..
OGÜNhaber