Bu vakıf, aynı zamanda Hıristiyan Demokrat Partisi’nin (CDU) en önemli dış siyaset think tank organizasyonu olması hasebiyle, yayınlanan raporun vehameti, hiç de elle çevrilebilir bir rapor değil.
Batı – Almanya / Türkiye ilişkileri, vazgeçilemeyecek kadar önemli ve ciddi ilişkilerdir.
Türkiye Ortadoğu’nun stabilizasyonu için, her zamandan daha önemli bir partnerdir.
Raporun sonucu budur. Ve bu sonuç %100 doğrudur.
Devlet Başkanı Sayın Erdoğan ise bu gerçekleri, siyaseti ile ortaya çıkaran ve bilincinde olan önemli bir liderdir!
Bir önemli başlık ise Türkiye öyle tabii bir müttefik değildir.
Dertlerini ve sorunlarını anlanılması gereken, giderilmesi gereken bir partnerdir.
Batı, özellikle de ABD ise bu hususta sınıfta kalmıştır!
Ta ki, Barış Pınarı Harekatı akabinde, Ankara’da manifestoya imza atana kadar.
2014 senesinde Suriye güçlerinin sayısız sınır ihlaline, taciz atışına, ABD ve AB ilgisiz kalmıştır.
Dahası, 15 Temmuz darbesine, yine Batı gözlerini, kulaklarını kapatmış ve hatta planlamasından icraatına kadar da dahil olmuştur.
Türkiye ise bunları unutmamış, halk arasında da siyasi alanda da Batı’ya karşı, derin bir karşıtlık oluşmuştur.
Türkiye’nin Batı’ya karşıtlığı, Gülen krizi ile de pike yapmıştır.
Zira en hükümet karşıtı bile bu Darbenin Gülen’in emri ile gerçekleştiğini asla inkar edemez.
İade edilmemesi de bu uçurumun derinliğine derinlik katmaktadır.
Washington da, Capitol da, bir gurup, Türkiye’nin ilelebet ellerinden kaydığını, geri kazanmanın zaman israfı olduğunu, ve dahi NATO’dan çıkartılmasını, çünkü soğuk savaş sonrası, Türkiye’nin önemini yitirdiğini düşünmekte.
Vakıf raporuna göre, tam tersi bir durum söz konusu!
Ortadoğu da Batı’nın izlediği felaket ötesi siyaset, sonuç olarak bugünleri doğurdu.
İşin kötü tarafı, Türkiye dahil hiçbir gücün, tam bir planı yok, izlenecek bir siyaseti yok.
Evet, Türkiye’nin de yok.
Ortada çoktan yok olmuş bir Suriye toprak bütünlüğü meselesi var.
Türkiye buna saygı duyuyorum diyen tek güç. Ve bu da tüm bu hengamenin içinde, en az üstüne düşülecek husus!
ABD, askerlerini çekmek peşinde, çünkü ABD halkı, artık evlatlarının, dini olmayan kuyularda boğulmasını, sonu olmayan savaşlarda ölmesini tasvip etmiyor, çünkü amacını anlamıyor!
Durum böyle iken ABD’nin Türkiye’ye, “Bırak Rusya’yı, bizimle beraber ol” demesi, çok çok mecazi olmaktan öteye gidemez.
Almanya ise bir ekonomi devi olsa bile, hiçbir zaman, hele de geçmişinden mütevellit, asla bir askeri güç, lider olmak istemedi, istemiyor.
Zaten buna göre bir ordusu da asla yok.
S400’ler, salt bir silah alışverişi değildi.
Tam tersi, Sayın Erdoğan’ın, Batı’ya ve NATO’ya rest çekmesi, meydan okuması idi.
“Bizim de alternatiflerimiz var!” demesi idi.
Ve tam da maksat hasıl oldu.
S400’lerin alımından sonra yaptırımlar ile tehdit eden Trump, Osaka daki G20 zirvesinde Türkiye’yi haklı buldu ve hatta bu durumum buraya gelmesinden, haklı olarak Obama yönetimini suçlu buldu.
Aynı nefeste de Türkiye ile ticaret hacminin 100 Milyar Dolar’a, yani dört katına çıkarmayı öngördüğünü dile getirdi.
Evet Trump sokak ağzıyla konuşan biri. Ancak o da hatasını anladı.
Hatası, yine kurmak ile Obamayı suçladığı İşid’e karşı, YPG ile iş birliğine gitti.
Şahsen ben bunun daha çok Pentagon’un, Trump’a yanlış bilgi vererek, yanlış yönlendirerek, bu duruma gelindiğini düşünüyorum.
Ancak dediğim gibi, Trump bu hatayı anladı ve hatasından dönme peşinde. Ben nedamet duyduğuna inanıyorum.
Şimdi ise, S400’lerin tesliminden sonra, ortaya çıkan bazı realiteler oldu.
Birinci realite, belli bir zamana kadar, kendine yapılan tüm ihanetleri sineye çeken bir Türkiye vardı.
Halen de verdiği tepkiler, en asgari seviyededir.
Türkiye çok daha radikal kararlar alabilir, sert politikalar izleyebilir. Ve bundan da zarar görmez!
Misalen, Avrupa ve hususen de Almanya’nın en büyük kabusu olan, kapıları açıp, üç milyon mülteciyi, bu yola gönderebilir.
Ve bu da bir tehdit değildir. Gerekçedir.
Suriye içinde ve bölgede tüm Batı aleyhindeki guruplara destek verebilir.
İşte o zaman da tüm Batı güçlerinin bölgede tutunması imkansız olur, çünkü çok ağır kayıplara yol açar ve bunu hiçbir Batı ülkesi, halkına anlatamaz!
Türkiye şimdilik, tüm bunların olmamasının garantörü. Şimdilik.
Artık Batı, Türkiye’nin kaygılarını anlıyor, anlamak zorunda da zaten.
Çünkü hemen hazırda bekleyen bir Rusya var.
Ve Avrupa, Türkiye’nin isteklerini halen görmezden gelmeye devam eder, ABD aniden askerlerini çeker ise bölgede kalmaya zaten gönüllü bir Rusya var.
Böyle olursa, Rusya bir anda hem Suriye rejimi ve hem de YPG ile Ankara arasında anlaşma sağlayabilen tek güç olacaktır.
Soru ise şu:
ABD’nin güdümünde hükmedemediği bir YPG mi, yoksa Rusya üzerinden kontrol edebildiği bir YPG mi?
Ankara da bu tercihi yapmak zorundadır.
Evet Rusya üzerinden kontrol edebilecektir çünkü Rusya’yı, Milyarlarca Dolar ağırlığında bir alışveriş ile kendine sadık kalmaya mecbur etmiş ve bağlamıştır.
Bu diplomasi başarını, ABD’de AB’de öngörememiştir ve şimdi ne olup biteceğine merakla bakmaktadırlar.
Bir diğer ağır koz ise Bağdadi’nin akrabaları ve diğer DEAŞ yetkililerinin verdiği istihbarat bilgileri.
Mübalağa etmeden diyebiliriz ki hem ABD’nin hem de AB ülkelerinin kuyrukları şu an Türk istihbarat birimlerinin elinde.
Onlar da bunu gayet iyi biliyorlar zaten.
Şu F35’lerin teslimatı meselesi de eminim ki Sayın Erdoğanın önümüzdeki ABD ziyareti esnasında veya hemen akabinde hallolacaktır.
Çünkü başka şansları pek yok gibi görünüyor.
Netice itibariyle, ABD’nin en sadık ve kadim partneri Almanya da ayrı ayrı, ancak aynı amaçlı bir Türkiye siyaseti izlemekteler.
Her iki ülkenin de Türkiye’ye ihtiyacı var.
Her iki ülke de Türkiye’ye gebe, her iki ülke de Türkiye ile olan ilişkiletinin kötüye gitmesini hatta kopmasını asla istemiyorlar.
Almanların ilgisi daha çok korkudan.
Çünkü tüm popülist söylemler bir yana, iki ülke arasında kadim bağlar var.
İlk evvela, Almanya’da nerdeyse 4 Milyon Türk bulunmakta.
1960’lardan bu yana da gelişen bu bağların sonucu olarak Türkiye de faaliyet gösteren 1700 Alman menşeli şirket var.
En önemlisi ise gelebilecek mülteci korkusu.
Çünkü 2015’de gidenler, bugün Alman siyaset tablosunun tamamen değişmesine yol açmışlardır.
Altmış senedir, Alman siyasetinde pek rol oynamayan radikal sağ, ırkçı ve faşist Neonaziler, bugün Almanya’nın üçüncü büyük Partisi olarak Federal Meclis’te oldukları gibi, pek çok eyalet Meclis’ine de girmeyi başarmışlardır.
Evet, içimizdeki bazı güruhların bile şiddetle karşı çıktığı S400’lerin alımı ve Barış Pınarı Harekatı, uluslararası diplomasi arenasında, ibreyi Türkiye’ye çevirmiş, kozları Türkiye’nin eline vermiştir.
Son olarak yine rapordan bir başlık kullanmak gerekir ise:
“Almanya ve ABD, paralel değil, birlikte hareket ederse, Türkiye’nin kaygılarını anlar, bertarafı için çaba gösterirse, o zaman Türkiye de Müttefikliğin gerekçelerini yerine getirecektir.”
“Türkiye artık herhangi bir ülke değil, göz hizasında görüşülmesi gereken önemli ve başat bir uluslararası aktördür”!
Sanırım bunlar akıllanmaya başladı.
Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam